Acil Çıkış Kapısı

IMG_6983.PNGBir gece vaktiydi oturdum koltuğuma, konuştuk biraz yalnızlığımla. Uzun uzun konuştuk, aslında konunun da sonu bir yerlere varmadı. Boş konuştuk anlayacağın. Sahi anlayacak mısın? Sonra sustuk aniden. Sanki önceden anlaşmış gibi. Uyumlu bir şekilde sonlandırdık muhabbeti. Kalktı ayağa bir kahve yapayım mı dedi? Hayır dedim yüksek perdeden. Yavaş lan dedi, duyuyoruz herhalde ne bağırıyosun? Biraz ürktüm, kusura bakma dedim. Neden istemediğimi sordu. Onun yaptığı kahvenin acı olduğunu söyledim. Hemen yüzü düştü halıya, halı sarardı, gözlerimde iki damla yaş çoğaldı. En sevdiğim halıydı. Ama dert değil, yalnızlığımın yüzüne iyi bakacağım. Zaten ne zaman bir suç işlesem kafam öne eğilir, mecburen halıya bakarım. En azından tanıdık bir çehreye bakarım. Kapı çaldı bir ara açmadım. Komşudur diye düşündüm, neden açmadığımı düşündüm. Düşündükçe düştüm. Beni yerden ayakkabılarım kaldırdı. Onlara borçluyum. Saçma sapan hislerle uyandığım her sabahtan, bu evden, bu diyardan beni uzaklaştıran onlar. Ayakkabılara borçluyum, bazen bazılarını uzun süre giyemediğim için de suçluyum. Ya da suçlu hissediyorum. Bu da bir şey. Hissedebilmek güzel ve sen, benimle yersiz bir yumuşak g.

“Hervsey”de

Bilinmezlik Sokağı, No:17

IMG_8517.JPGMuhitini bilsem orada yazmak isterdim, kelimelerim sana yakın olursa ben de yakın sayılırım. Seni dünü bekler gibi beklerdim. Anlaşılmaz konuşmuyorum, sen anlamıyorsun. Ama sorun değil. Kedi beslediğini duydum. Bu senin iyi bir insan olduğun konusundaki şüphelerimi yenmemde çok yardımcı oldu. Kaç kere düşündüm adına şiirler yazmayı, ama caydırıldım. Şiir sana göre değil anladığım kadarıyla. Bir bilgeye denk geldim bir uçakta, uçak fobisi vardı. Yüzüme bakıp, “Yanlış anlaşılmaktan korkma!” dedi. Bu tavsiyeyi başkalarından da aldığımı söyledim, burun kıvırıp “Bilgelik ayağa düşmüş!” dedi. Haklıydı.

Senin hakkında senden başkasının tavsiyesine ihtiyacım yok sanırım. Bir ara yanına geleceğim. Bir kahveyi çok görme bana. Sonra kalkıp yürürüz belki. Yürümek en büyük eylemdir, bir şey uğruna yürümediğin zamanlarda, bilirsin. Belki biz de büyük bir eylem hazırlığındayızdır, kim bilir…

Gayriresmi Makama Arzuhal

IMG_1181.JPGBir insanın hayatının dışında, uzak olmak. Ya da öyle hissetmek. Hislerin oluşmasında insanların payı var mıdır ya da bir his veya fikrin oluşmasında önceki hissedilen veya oluşan fikirlerin etkisi ne denlidir diye düşünmeden edemiyorum. Zaman zaman damarındaki kan kadar yakın hissettiğin insanın yabancı olduğunu düşünmene verdiği fırsat ne kadar yaralayıcı. Bir mermi gibi beynini darmadağın eden bu hissiyat ne kadar da acı verici görünüyor. Duygu dediğimiz hayal mahsulü, hormonal dengelere bağlı zalim oyunlar bizi nasıl bu kadar ele geçirebiliyor acaba? Sorulmamış bir sürü soru geliyor aklıma ama cevaplarını üretebilecek gücü kendimde bulabilecek miyim, bilemiyorum. Bu yüzden bazen basit bir yaşama olan arzum alevleniyor. Tüm bu etkisiz gibi görünen küçük etkenler insanın içindeki isteksizlik korlarına düşmüş bir kıvılcım gibi davranıyorlar. Hayatın ilginçliği burada, bir saniyesine bile hükmedemediğin zamanı, milyonlarca düşünce üzerinden kendine en yakın olanı bulabilme isteği üzerine harcamak ne kadar da samanlıkta iğne aramaya benziyor. Her ne kadar boş düşüncelerle kavrulduğunu düşünse de insan bazen böyle şeyler düşünmek mecburiyetinde bırakılıyor olabilir. Öğretilerle yaşanan hayatta hangi duygu saf, hangi fikir doğal ve orijinal olabilir ki? Acı tarifleri, yemek kitapları, bir takım devinim halleri. Hepsinin temeli ilk insanlığa kadar dayandırılabilir. Ama bir dayanak arıyorsak kelimelerim yalnızca sizin varlığınıza dayansınlar isterim. Çünkü bir sonbahar günü ulu çınardan düşen son yaprağın da tutunma arzusu dindiğinde topraktan yaratılan bedenimde bir misafirlik başlayacaktır. Başlayan bu misafirliği bir karınca sona erdirebilir, türlü bakteriler misafirliği sonsuzluğa eriştirebilir. Dünya ihtimaller denizi; hayat, hayata karışabilenlerin yeri. Birbirimize karışabilmek, dertlerimizin kavuşma arzusunun insanlığa yemini. Sadece bir kaç şey söylenebilir, hepsinin başında bir kelime olabilir. “Umarım”…

Palyaço

Kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde?

Kaç kilo çekerdi yalnızlık?

Kaç kere ezildim altında yaz yağmurlarının?

Belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları

Her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk gülünecek halimize

Kim sevmezdi çiçekleri falan?

Ben sevmezdim dedim, yalan dedi

Bunu palyaço söyledi,

Palyaço söyledi, ben yazdım.

Yazdım, yazmasam ağlayacaktım.

Herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım

Sırf bu yüzden mi ağladım?

Alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz

Biraz birazdım her şeyden

Dün biraz sinirlenmiştim mesela

Yarın bir kadını seveceğim biraz

Biraz biraz kör oldum bugünlerde

Ama rakı kadehlerini boşaltmayın

Eksilmesin hiçbir şey

Hiçbir şeyden dahi olsa kalsın biraz

Umursamıyorum yılgınlığımı falan

Çünkü sessizce yaşanmalı her şey

Bir devrim sessizce olmalı mesela

Ve her sözüne inanmalı bir palyaçonun

Bir palyaço neden yalan söylesin ki?

Ben palyaço olsaydım söylemezdim

Marangoz olsaydım da söylemezdim

Ben insan olsaydım, yalan söylemezdim!

Hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını

Kaç kilo çeker ki bir palyaço

Hem neden yüzüme vuruyorsunuz

Bir çirkin ördek yavrusu olduğumu

Gocunmam ki ben, ben gocunmam

Bir palyaço ne kadar gocunmazsa

O kadar, o kadar gocunmam işte

Rakı doldurun, eksilmesin

Bitmedi yazacağım daha

Yazmazsam ağlayacağım çünkü

Alçakça olacak biraz

Hem biz o zaman kimdik ki?

Nerelere giderdik?

Her sokakta biraz daha eksilirdik, bilirdim

Geceleri puslu puslu olurdu bazen

Bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu

Duyamadım derdim, tekrar et!

Sessizliğe bürünürdü o vakit her şey

Sokaklar daha bir puslu

Palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu

Ve ben daha bir alçak olurdum, ağlardım biraz

Hem sen kimsin? Çekiştirme diyorum

Hatta kuyruğuma basma diyorum

Acıyor, tırmalarım diyorum

Kahrol, kahrol! diyorum

Geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda

Korktum birden, kusacak gibi oldum

Olur öyle dedi palyaço

Herkes alçaktır biraz

Otur ulan! dedim, bağırdım ona

Ben bazen bağırırım biraz

Rakı doldur! dedim, eksilmesin

Ben bazen eksilirim biraz

Aslında hepimiz eksilirmişiz biraz

Bunu sonradan öğrendim

Ben aslında her şeyi sonradan öğrendim

Herkes herkesi sonradan öğrenirmiş

Bunu da sonradan öğrendim

Örneğin; geçen gün bir kadınla seviştim

Biraz değil, çok seviştim

Yaa, işte öyle palyaço, diyorum ki;

Bunu da yeni öğrendim

Sevişmek de eksilmekmiş biraz

Kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini falan

Ben sevmezdim dedim, yalan dedi

Bunu palyaço söyledi

Palyaço söyledi ben yazdım

Yazmasam, alçak olacaktım

Hem ben roman da yazdım biraz

Bazen diyorum ki, palyaço,

Sen olmasan ben ne yaparım

Alçakça eksilirim belki biraz

Her yağmur yağışında yerin dibine girerim

Hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki

Ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi

Biraz biraz anlıyorum ki,

Yüzler, eller, o terli vücutlar falan

Her şey plastikmiş biraz

Haydi sirtaki yapalım palyaço

Rakı doldur, yine eksildik biraz.

-Anonim-

Osman Sonant’tan dinlemek için;

“Palyaço”

Rahatsız Kelimeler-Aslında

DbdbsbJxh.jpgAslında diyerek bir yazıya başlanmaz aslında. Çünkü aslında dediğimiz zaman konu hakkında bazı şeyleri zaten biliyor olmanız gerekir. Bu yüzden bir kaç cümle ile mevzuyu özetleyip aslında diyerek başlayacağım yazmaya.

Benim davam ilk aldığım nefesle başladı dünyada. Son nefesimi verene kadar da devam edecek davam olarak kalmaya. Benim davam, benim kavgam insanoğluyla. İnsan dediğimiz mahlukun her türlü nankörlüğünü görecek gücüm, sırtıma yüklediği sorumlulukları taşıyacak takatim kalmadı. Benim gibi yorulmuş bir kaç düşündaşımla beraber yine bir gece oturacağız, yine başlayacağız konuşmaya ve yazmaya.

Aslında diyerek başladığımız her mevzunun sorusu da çözümü de aslında. Dünyadaki her şey senin aslında. Kerem isen aşkın da Aslı’nda vuslatın da Aslı’nda. Değilsen yarin de aslında kahrın da aslında…

Aslolan fark etmez razıysan aşka.

Karşılaştırma Yöntemi

IMG_4642.JPGİnsan gördüklerini kendi kendine açıklığa kavuşturduğu zaman, gördüğü maddeler veya olaylar arasında bir bağlantının olup olmadığı arayışına başlamaktadır. Bu ikincil ve daha karmaşık olan süreç, yine insanın hafızasında biriktirilmiş olmanın sonucunda, bilinçte kalan bağlantılarla stereotipler arasındaki karşılaştırmalar aracılığıyla oluşmaktadır. Stereotiplerle karşılaştırma yöntemi, cereyan eden olayların anlamını çözmek ve gerçekleri ortaya çıkarmak açısından son derece ekonomik bir yöntemdir. İşte bu iki süreç esnasında, izlenen olaylardan artık stereotip hafıza tarafından bilinen nitelikli bir farklılığın açığa çıkarılmasıyla, başka bir üçüncü sürecin doğuşu gerçekleştirilmektedir. Böylece insan bilincinde, görülenlerin sabitleştirilmesi ve anlaşılmasının yanı sıra, bir de bilinen ve görülen bağlantıların denetim amacıyla karşılaştırılması esnasına göre değerlendirme ve sonuçlar çıkarmaktadır.

Zaten kurgunun temel mahiyeti de bundan ibarettir. Karşılaştırma ve bunun sonucunda, olaylar arasındaki bağlantıları anlamanın daha nitelikli başka bir düzeyin ortaya çıkmasıdır. Bu anlatılanların ışığında varılması mümkün olan yargıya göre, karşılaştırma ilkesi yalnızca sinematografiye veya benzeri sanatlara ait değildir; aynı zamanda, insanın bilincinin çalışma mekanizmalarının da temel ilkesidir. İnsanın algılama organlarının önünde bir sanat yapıtının veya doğanın bulunması bu sonucu değiştirmez.

İnsan beyninin çalışma mekanizmalarının analizi, daha doğrusunu söylemek gerekirse, bu mekanizmaların daha basitleştirilmiş modeli, üzerinde ayrıca durulmasını ve derin araştırmalar yapılmasını gerektiren bir konudur. Fakat biz şimdilik , bilincin faaliyetlerine kendi izlenimlerini yükleyen algılamanın ilk süreçlerine döneceğiz.

Doğa ve doğanın evrimleşmesi, dünyanın durumuyla ilgili, devamlı faaliyet halinde olan enformasyon edinme gereksinimini insanın içine yerleştirmiştir. Bu gereksinim insanın doğasının derinliklerinden, kendini koruma içgüdüsünden kaynaklanmaktadır. İnsanlar her saniye, kendilerine yönelik bir tehlikenin olup olmadığını kontrol etmek amacıyla, onları çevreleyen dünyayı kesintisiz bir şekilde takip etmektedirler.

Böylece insan psikolojisinin iki temel özelliğini açıklığa kavuşturmuş bulunuyoruz. Bunlardan birincisi, bütün gördüklerimiz arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmak ve ne türden olduklarını saptamak için, sürekli manik bir arayış, ikincisiyse, enformasyon edinmede kronik açlık duygusudur. İnsanlar çok ayrıntılı ve olayları anlamaya yetecek boyutlarda enformasyon edinmeleri halinde, ancak belirli ölçüde rahatlık hissedebilirler. Biz insanlar, genellikle davranışlarımızın bu özelliklerini, algılama ve bilinç mekanizmalarımızın bu faaliyetlerini kontrol edebilecek durumda değiliz.

Sinema ve Televizyonda Görüntü Kurgusu

Aleksey G. Sokolov

14/15

Kara Tahta Yazıları-1

IMG_3246.JPG

Ben artık yeter dediğimiz yerde durmak istiyorum. Bunu bencil bir istek olarak algılama. Ben bitti dediğimiz zaman bitmek istiyorum. İsteklerimizin başladığı yere oturuyorum. Her şeyin başladığı yerde yeniden başlamak istiyorum. Bugün bir banka oturdum. Kaldırdı kafasını neredeyim diye sordu, cevap veremedim. Mahcup hissettim biraz sanki onu oraya ben koymuşum gibi. Beni bilirsin mahcupluğa dayanamam. Tersledim, sus dedim yeter! Ben o sustuğumuz yerde konuşmayı öğrenmek için çırpınan bir çocuk gibi bekliyorum. Susmamız gereken yerde susmadık, beni aldattın. Ben artık susmamız gereken yeri de bilmek istiyorum. Bunları bencil istekler olarak algıla. Artık beni anlamanı istiyorum. Ben artık yoruluyorum. Çocuklar gibi oradan oraya koşturamıyorum. Ayaklarım acıyor artık, peşinden gelemiyorum. Sana yetişemiyorum. Ne olur beni anla, seni seviyorum. Hepsi bir rüya, sonunda ne olacak kestiremiyorum. Beni biraz gör, ben boğuluyorum. Kimse beni görmezken sen gör!

Hayatta iyi şeylerin de olabileceğine inanmak istiyorum.

Maruzat

IMG_0227.JPGGerçekten çok fazla insana maruz kalıyoruz bazen. Bu biraz üzüyor insan denen mahlukatı, yine de dünyevi dertlerden soyunma isteği hücüm ediyor üzerime. Beklenen kadar günahkar değilim. Ama melek olmadığım da aşikar. Şeytansı dertlerin üzerinde titizlikle çalışmaktayım. Yalınlık tuzağı, kan damarlarımda yankılarıyla buluşuyor. Her gün daha rezil rüyalar görüyorum. Her rüyamda birinin daha hakkına giriyorum. Bununla nasıl başa çıkabileceğimi düşünmekle geçiriyorum vaktimi. Zamanında zamanı gelene zamanla ilgili problemlerimi anlatmak gibi yanlışlıklara düşüyorum bazen. Beni derinden yaralayan düzen takıntıları, insanlara dokunamıyor bile. Yarım kalmış bütün işlerin yorgunluğuyla başa çıkmak zor diye düşünüyorum. Herhangi bir konuda eleştiriye açığım. Açıkçası açıklıkları ile gündeme gelen bir kaç cümle çaresizliği var üzerimde. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ama nereden geldim? Nereye gidiyorum, ne zaman kime gidiyorum, tahmin edebiliyorum. Yolculuğun sonu istediğim yer olmayacak muhtemelen, o yüzden isteklerimi değiştirilebilecek düzeyde katılıkta tutuyorum. Beni etkileyen kelimeleri seç. Onları bulduğunda benimle beraber kelimelerimin yoksunluğuna ağlayabilme kudretine erişebileceksin. Gözyaşlarımızın tadı aynı. Bir tadımlık hayatım kaldı, onu da mahvetme, uzak durma, gel, bekliyorum.

Tasarımın ardındaki fikir ne kadar özgün olursa beğenilme şansı da o kadar fazla olur.

IMG_8465.JPGHerkesin beğenisini kazanmak uğruna özgünlükten taviz vermenin sonu çoğu zaman hüsranla biter. Oysa belirli bir gözlem, dokunaklı bir anlatım, ironik bir durum, nükteli bir düşünce, zekice kurulmuş bir bağlantı, politik bir görüş ya da kendine özgü bir inançtan hareketle tasarladığınız yaratıcı bir çalışma, başkalarının kendilerini diledikleri gibi özdeşleştirebileceği mekanlar kurgulamanıza yardımcı olabilir. Öyle bir merdiven tasarlayın ki, günü geldiğinde ürkek bir gelin oradan rahatça inebilsin. Pencereye öyle bir şekil verin ki, muhteşem bir sonbahar günü oradaki ağacın seyrine doyum olmasın. Öyle bir balkon yapın ki, dünyanın en gaddar diktatörü çıkıp tebaasını oradan azarlayabilsin. Öyle bir oturma alanı oluşturun ki huysuz yeniyetmeler ebeveynlerini ve öğretmenlerini rahatça çekiştirebilsin. Özgün bir Fikre dayanarak tasarlamak, insanların binalarınızı kullanma ve anlama biçimlerini sınırlandırmaz; bilakis onları binalarınıza kendi yorumlarını ve mizaçlarını katmaya teşvik eder.

Mimarlık Okulunda Öğrendiğim 101 Şey/17

Matthew Frederick

Yol ve Yol

Yine onlarca kilometre yol, yine binlerce metre kumaşlar arasına sarılmış, buruşturulmuş sesler. Herkes biriyle dalga geçiyor. Dağlar da denizlerle dalga geçiyor olmalılar. Bazı yerlerde paralel bazı yerlerde dik uzanmaları bundan olsa gerek. Her dağ denize ulaşmanın isteksiz kıvrımlarıyla yoğrulurken direniş ara sıra gözle görünür hale gelir.

Sessizliğin sineması yine bütün gücünü göstermeye çalışacaktır.

Elbette onların ne demek istediğini anlamıyorum. Ben sadece bana ne hissettiriliyorsa onun hakkında yanılmaya çalışıyorum. Belki de güç göstermenin değildir de gizlemenindir, kim bilir.

En sevdiğim komşum, Halil Amca. Dizilmiş bir kaç ayakkabı kapının önüne. Belli ki cenaze var. Gözyaşı var. Zemin çok ıslak. Altını göremiyorum.

Altından şelaleler akan asfaltlarda gözlerin esiri edildim. Delirdim. Kayboldum. Altından bir musluktan su içiyorum. Bana bağırıyorsun yolun karşısından. Ne dediğini bir türlü anlayamıyorum. Bana beni ağır hissettirecek cümlelerle konuşma. Ne kadar derinden cümlelerle konuşuyorsun. Sesin boğuluyor. Algılayamıyorum. Beni yargılama. Neden diye sorma. Cevap vermek anlaşılmak içindir. Anlaşılmak gibi bir niyetim yok. Beni anlamıyorsun.

Seni özlemiyorum değil. Sadece biraz zaman gerekiyor bana. Özlem devinim içinde olmadığında özünü yitirir, geriye bir kaç anlamsız harf kalır.

Beni bırakma demeyeceğim. En çok sen bırak. Bırak ki, aramanın aşkıyla harekete geçeyim. Durmak bana göre değil. Aramalıyım. Bulmalıyım. Yitirmeliyim.

Aramalı, yolda olmalıyım…

Sokağın Esi

1.jpgYeni yetme üç çocuk kaldırımın kenarında birbirlerine bağırıyor. Biri diğerine sen sus senden bi bok olmaz diyor. Üçüncü zaten susuyor. Aralarındaki problem ne bilmiyorum ama herkes çok gergin. Yanlarına yanaşıyorum hafiften kulak kabartıyorum. İki kelime ile beni başlarından atıyorlar. Kelimeler pek önemli değil. kaldırımın karşısına geçiyorum. Yükseklerden bir ses. Beni kurtarın! Bir kaç kişi kadına bakıyor. Sonra bakışlar kadınla beraber yere iniyor. Yukarıda bir katil var, yüzü sandalyeye  benziyor. Katil aşağı iniyor, aşağısı yetmiyor. Yerin dibine girmeli ama yer kabul eder mi? Bilinmiyor.

Yedi papatya birbirlerine bakıyor. Bir rüzgar esiyor. Papatyaların yapraklarından bir kaçı rüzgara karışıyor. Rüzgar kuvvetli, rüzgar sancılı, rüzgar şehvetli.

Yalınayak gezen bir de meczup var kafatasında beyni gözüküyor. Ben bu saçları değirmende ağartmadım diye bağırıyor. Elindeki kalemle dükkan camlarına hikayeler yazıyor. Hikayelerin başlıkları bizi kurtarın diyor. Başlıklarla beraber camlar yere iniyor. İndikleri yerler biraz bize benziyor. Sen diyorum. Sen ve ben. Biz…

Biz aslında yeryüzü kadar var gökyüzü kadar yokuz.

Hervsey’de

İnsan Müsveddesi

DSC07907.JPGVarlığını diğer insanların varlığına borçlu olanlara ne demeli? Nasılsın mı? Sormanıza gerek yok. İyiler. Düşünmekten aciz varlıklar, mutlular. Ne zaman bu hale geldik? Fikirlerimiz yaşıtlarımızın beğenisi ile değer görmeye başladığından beri mi? Ya da daha kötüsü görüntümüzün güzelliği takdire şayan olma zorunluluğunu ilke haline getirdiğimizden beri mi? Öyleyse çok fazla zaman olmadı. Biz bu milenyumun otuz beş santimetre küplük hacme sığdırdığı mahkumlar olarak yaşıyoruz. Düşsel mutluluğumuz görsel hazza yerini bırakırken, bayrak elimizden düşüyor, eğilip almaya tenezzül etmiyoruz. Bayrak düştüğü için de önümüze gelene küfür, kıyamet. Ne ilginç varlıklar, şu var olduğunu kanıtlamaya çalışanlar. Hayatta iyilik yapmaya çalışan insanların bile hastalığı, marka olmaya çalışmak. Oysa bir elin verdiğini diğeri? Her neyse ne kadar zavallı bir durum bu. Ne zaman mutlu bir anı yakalamaya çalışsak, aslında onları küçük bir ekrana hapsedip, oradan izliyoruz. Kötü bir şeyi oradan görüp kınayıp, küfürler ediyoruz.  Ne acı doğal gözler yerine yapay olan bilmem kaç megapiksellik adi gözleri kullanmaya başlamış olmamız. Ne acı hislerimizi gerçekten önemseyen insanlar yerine hayatımıza ucundan kıyısından temas etmiş üç beş yüz kişi ile paylaşıp buradan benliğimizin eşsiz notalarını görüş odalarındaki diğer mahkumlara dinletmeye çalışmamız. İki kişi az üç kişi fazla. Verilen değer sayısal rakamlara dökülmüşse burada düşünmemiz gereken bazı şeyler var. Soyut olan her şeyi somutlaştırıyoruz. Sonra ortaya çıkıp “Sanat soyut olmalı” diyor, soyutlaştırma çabası ile debelenip duruyoruz. Aslında sanat görebildiğimiz ama önemini kavrayamadığımız şeylerin bazı insanlar tarafından o şeylerin önemini kendi istediği yerde istediği zamanda ve istediği şekilde talep eden insanlara gösterme eyleminin başarısından başka bir şey de değil. Yani başarı öyküsünde başarı değil öykü olan, öykünün başarılı olması.

Densiz insanoğlu, karşısında olmayana ne de güzel hakaret edip aşağılayabiliyor. Karşısında olsa utanır ama bu da iyi bir şey. Henüz insanlığımıza erişememişler demektir. Sadece içimizdeki şeytanı belli bir süre kodes konserlerine çıkartıyoruz şimdilik. Ağzımıza geleni söyleyip insanları kırıyoruz. Oysa ne kadar lazımsa o kadar zarif olmalı insan. Duygu sömürüsü yapanlar suçsuz mu? Hayır. Ama kusurlunun bile örtmemizi beklediği bir kusuru varken, insanlardan soyutlanıp dağ başlarında fotoğraflar çekip küçük hapishanemizde sergi haline getirmemiz ne kadar insani? Zavallı ben. Ne kadar geç kalmışım dünyaya gelmek için. Yaşım yirmilerde, zihnim atalarımla eşsiz bir yerde, zeybekte.

Ra’nın Renk Körlüğü

ranınkörü.jpgKayıklar gördüm gökyüzünde geçen günlerde. Bazıları akşama doğru gidiyor. Bazıları gidecekleri yeri henüz bilmiyor. Gökyüzünde yüzmenin bir kaç olumsuz yönü var tabi kayıklar için. Çünkü gökyüzü de iki yüzlü. Akşamları ben miyim kararan? Kara bahtıma oturup ağlayan? Sabahları kalkıp kuşları sıcacık ağırlayan?

Kayıklardan bir kaç kıyafet düşüyor gökyüzüne. Düştükçe kıyafetlerin rengi sararıyor. Yazık oluyor kıyafetlerin rengine. Düştükçe kalkamıyorlar sinekler gibi. Sinekler kendilerini iyi hissetmeli. Bir sineğin avucunu olmadık yerde kaşıması normal. Benim geceleri senin avucunda uyumak istemem mi normal değil. Komik olma! Zaten beceremiyorsun da. Beceremediğin şeyleri yapma demiyorum. Yap ama bana ara ara uğra. Senin için yazacağım bu ara.

Hervsey’de

Gösteri Başlasın

IMG_9571.JPGYaşadığı ve zevk aldığı şeyler olmalıydı. Neden farklı olduğunu hissediyordu ki? Öyle olduğunu düşünse bile bunu bize söylemesi ne kadar anlamlı? Bizden farklıysa onu zaten anlayamayız. Bize kendini anlatmaya çalışan insan bizden farklı değildir. Anlaşılmaya ihtiyacı vardır çünkü. Yani yalnızdır. Yalnızlık bir yokluk hali değil yanlış anlaşılmasın. Yalnızlık bir his. Etrafında binlerce insan dahi olsa oturup ben ne yapıyorum diye bir dakika düşünebiliyorsan sen de yalnızsın. Zaten ölüm de yalnızdır. İnsan ölüme benzemeli biraz. Sade, ürkütücü, kurtarıcı, rahat ve rahatsız. Ne olduğu bilinmemeli insanın. Yani bizden farklı değilsin. Ama olmaya çalışıyorsun. Bütün devrimler sözcüklerle başlar. Önce farklı olduğunu söyleyeceksin. Sonra bunu kanıtlamaya çalışacaksın. Yalnız kaldığında da aynı mısın? Etrafına bak. Bir kitap görüyorsun, ona dönüşmeye çalışıyorsun. Kabul et çok kolay etkileniyorsun.

O kadar fazla sözcük var ki, bazen ellerimden değil gözlerimden dökülüyor cümleler. Biraz tuzludur yemeğimiz, gözlerinin kararması ondan, yüzünü yık açılırsın.

Göz Yorgunu

IMG_2557.JPGYankıları yakalamaya çalışıyorum. Bazı insanlar deli olduğumu düşünmeye başladı bile. Onları aksine inandırmaya çalışmak gibi bir gaflete düşmeyeceğim. Düzensiz sevişmelerin sonucu dudak yaraları ve ruhsal çöküntü. Denge ile ilgili büyük problemlerim oluştu zamanla. Şarkılarım seni söylemiyor artık. Rastgele vücutlarda izlerini arıyorum. Seni bulamayacağımı biliyorum. Ama problem değil, ben zaten hayatımdaki birçok şeyi üzerimdeki sorumluluğu atmak için yapıyorum. Biraz vefasızlaştım anılara ve arkadaşlarıma karşı. Dert değil, beni seven böyle sevsin diyorum. Yanımdakilere mi bakıyorsun? Onları göremezsin, sen de biliyorsun…

Derin Uyku Örgütlerine Çağrı

FUZD4708.jpegCümlenin ortasında yalnız kalmış bir harf gibi uyandım. uyandığım yer neresiydi, bilemedim. Evimmiş gibi hissettim. Hissetmenin güzel bir şey olduğunu o anda fark edememiştim. Öyle yavan bir histi. Bazen de kötü bir şey olabilir. Yerine göre değişir. Peki bu neyi değiştirir? Benim sana karşı var olma iddiasında direten hislerimi mi? Belki. Belki de kiraz ağacından düşen bir çocuğun düşlerini. Düşen bir çocuk ne düşünür ki? Ölümün ne olduğunu bile bilmiyor. Ne güzel. Belki de son kez uzandığında daldan alamadığı kirazı. Belki. Ölümün var olduğunu biliyorsun. Mutlu musun? Belki, yıllardır bu soruyu soruyorum. Soru aynı, insanlar ve cevapları farklı. Gerçi cevabı evet veya hayır olması gereken bir sorunun kaç farklı cevabı olabilir ki? Belki de milyonlarca, hayal gücüne bırakıyorum. Anlık düşüncelerimden yoruluyorum. İlgiyle yoğruluyorum. Yanlış anlaşılmak konusunda ilginç anlara şahit oldum. Bir uyku gibi hissizim, derinleşiyorum. Sonrası mahut hikaye, bir kalp krizi semti ziyarete gelir, bir ambulans sireni sessizliği gücendirir. Gece saatlerinde ağaçlara tırmanan insanlardan olma. Gecenin tam ortasına uzan, parmaklarını eğlenceye aç bir çingene gibi şıklat, sokak lambalarını yak, bu nevruzun ateşi, can yak, yalın ayak korlarda gez, kırları kıskandır. Yanlış olan bir ton şey yap, yanlışın yanılmaktan türemediğini topluma ispat et. Eğil, kulağına bir şey söyleyeceğim.

Direnç Tokluğu

İnsan fikirden ibaret cansız bir varlıktır. İzinin ne kadar kaldığı ardında bıraktığın çizgilerinle değil, düşüncelerinle ölçülecektir. İnsanın iddiası varlığını ideası yokluğunu kanıtlamaya çalışır. Sen de insansın. Zamanın kırbacını yüzünde şaklatacağına inanmalısın. Dizginlenemeyen düşüncelerinin devrimi daimdir. Endişelenme, fikri eziyetimi henüz sunmadım. Bu sunum yüzyılın ilk kez gördüğü katran yağmuruyla bir gece vakti gerçekleşecektir. Hazırlıklı ol. Şemsiyen bir dağ kadar ağırlaşacaktır. Bu henüz şeytanın ilk başkaldırısı, ilk ötelenişi. Bugün en çok nereden aldıysan o binlerce volt elektrik yüklü yıldırımları gardını oraya kadar yükselt. Yine oradan alacaksın diğerlerinden daha güçlü ve yıkım dolu darbeleri. Yorgunluğun işine yarayacaktır deniz olmaya çalışan bendenizin. Bir ışık parlayacak, bir kahkaha patlayacak. Kinim etrafta kol gezecek. Ekinlerin ayaklar altında, böcekler gibi ezilecek. Ayakların buz kesecek. İtinayla dizdiğin o taşların yıkılması için bir rüzgar yetecek. Pencereden uzak dur! Şimdiye kadar ne düşündüysen ufacık bir yel, yerle bir edecek. Serseri gezegenler, zamane saatçileri, fizik yoksunu yosmalar, yazılmamış kitaplar. Yokluğunun yanıltıcı varsayımlarına inanma. Bilginliğine dizginlerini bırakmışsın, yanlışsın, er geç anlayacaksın. Bir dene, belki sen de yazarsın. Varlığın şiiri peşindesin, kötülüğün fikrinde, zikrinden bileceksin. Sen dünyadaki en koyu tene bir dövme olarak yazılacaksın. En fazla ne olduğunu zannediyorsan ondan fazla yanılacaksın. Yarın olmaya çalışma. Yalınsın. Sen o hep karşı kaldırımda bekleyecek olan, gün yüzlü ve mahcup kadınsın. Umarım bu devrik dünyadan, bu izbe rüyadan bir gün sen de uyanırsın.

Denge Aksı

Hiç! Hiç denge. Bir deniz dolusu imge. Sessiz sedasız gitmek hakkında bir dakika bile düşünme. Belki usulca kalkacaksın yattığın yerden. Ayakların kapıya yöneltecek yorgun bedenini. Zamanla ilgili anlatacaklarım var sana, sus ve sadece beni dinle. Dinlemiyorsun. Gidiyor gibi görünüyorsun. Gitme! Gitme demem işe yarayacaksa söylüyorum işte, gitme. Belki yalan söyleyeceğim sana belki aldatacağım seni. On dakika daha kalman için bütün günahlara gireceğim belki. Hiçbir vicdana sığmayacak terk edişler içindesin. Hiçbir serzenişe sığamıyorum, sana sığınıyorum, gitme!

Ra’nın Körlüğü

ranınkörü.jpgKayıklar gördüm gökyüzünde geçen günlerde. Bazıları akşama doğru gidiyor. Bazıları gidecekleri yeri henüz bilmiyor. Gökyüzünde yüzmenin bi kaç olumsuz yönü var tabi kayıklar için. Çünkü gökyüzü de iki yüzlü. Akşamları ben miyim kararan? Kara bahtıma oturup ağlayan? Sabahları kalkıp kuşları sıcacık ağırlayan?

Kayıklardan bir kaç kıyafet düşüyor gökyüzüne. Düştükçe kıyafetlerin rengi sararıyor. Yazık oluyor kıyafetlerin rengine. Düştükçe kalkamıyorlar sinekler gibi. Sinekler kendilerini iyi hissetmeli. Bir sineğin avcunu olmadık yerde kaşıması normal. Benim geceleri senin avcunda uyumak istemem mi normal değil. Komik olma! Zaten beceremiyorsun da. Beceremediğin şeyleri yapma demiyorum. Yap ama bana ara ara uğra. Senin için yazacağım bu ara.

hervsey’de

Adres Kırışıklığı

IMG_8530.JPG Bu bir intihar mektubu değildir. Belki de mektup bile değildir. Zaten mektupların amacını yanlış anladı insanlık. Mektuplar birine yazılmamalıydı. Öylesine yazılıp öylesine bir yere gönderilmeliydi. Tanıdık insanlara mektup göndermek ayıp sayılmalıydı, olmadı. En güzel mektup, sahipsiz, yersiz, yurtsuz, renksiz, kokusuzdur. Bir bildiri değildir. Ben intihara benzetiyorum biraz. Yanyana gelince belki bu yüzden kulağa hoş geliyorlar. Yalnızlığın sonu intihar mektubudur.

Daha öncesinde el ele bir mağazanın vitrini önünde çok sevdiği bir elbiseyi izlemek gerekiyordu. İlk adımı intiharın, ölüme en uzak olduğun zaman atılır. Duygularının değişebileceğine inanmalısın. İnanmak kaybolmakla kardeş sayılır geldiğim yerde. Kesin konuşmak cehaletin tavla arkadaşıdır. Önemsiz insanların en büyük merakı mahalleli ne der? Sahi nasılsın? İyiyim demek için sorulan sorulardan olduğumu düşünüyorum. Hep beklediğim cevapları alıyorum. Seni gördüğüm o yolun kenarı, bir yanlış anlayıştı, belki de hayatımdaki en büyüğü. Her bir parçan benden kaçar gibi. Dur artık! Yeter kaçtığın. Seni bulacağım ve bir sonraki intihar mektubunu senin için yazacağım…

Ağrı Aksı

Hiç! Hiç sessizlik! Yanlış yerdeyim, yanlış yazıldım yarına, bir ben vardı dün. Unuttum. İçimdeki gün geceye dönüştü, harabe bir evin köşesinde çöpe atılmış bir yatakta izliyorum gökyüzünü, karar veriyorum. Ben artık yazıldığım tüm ölümsüz eserlerden siliniyorum. Tutmayın elimden çünkü başka bir dünyaya alışmaya çalışıyorum. Dokunmayın, ben buradan çok uzakta, yaşamak ağrısını dindirecek bir ağrı kesici arıyorum.

Histeri Klibi

Yankı! Bu duyduğumu sen de duydun değil mi? İnkar etme! Ben deli değilim, bu bir devrim, nasıl duymazsın güneşin doğum sancılarını, arşa uzanan çığlıklarını. Duvarlara çarpıyor, çöp tenekelerini yalayıp, dikenli tellerin arasında buraya kadar geliyor. Yolculuğu çok kısa değil, bu yüzden gün ışığı nefesimden çalıyor. Göğsümde bir baskı var, sen de aynı şeyi hissetmiyor musun? Yalan söylüyorsun! Daralıyorum, gözlerim kararıyor. Işığın tam içinde karanlıktayım. Sana söylüyorum. Dinle beni, gözlerim kapalı, etraf kırmızı, rüyada gibiyim, sararıyorum. Yanıyorum. Ten rengim eriyor, beyazlara ihanet ediyorum, o aydınlığın isteklerini yerine getiremedim, şimdi kötü olanı, sana dönüşüyorum.

Korkulukla Satranç

Hayır. Dahası var. Biliyorum diye geçinen rahatsızlar. Duygusuz bencil nesil gerçek. Yedeni rezillik ağır akorlar. Altı karat pırlantalar, aylak karanlıklar. Kelimelerin tükenişi sivil darbe, dilin ne olduğundan habersiz, düet bir düşünceyle sahte. Kesintisiz dingin düşünce. Hayaletler her yerde benzersiz resimlerle. Yanıcı maddelerle bir sebze. Evin dışında bir yerde. Yenil yenilenebilir tüm düşüncelerine. Kel karga, ölü bebek bu evde. O kadar da sevinme. Yelelerini yerden topla, ağzını o kadar bozma. Ay gündüzden güzel değil, ay ışığı sahne. Bilirkişi teftişte bugünlerde. İyi saklan yaralardan, doğa elbet bir gün güler yüzüne. Sen hele bir sev de. Güleç fikirlerin kaderi toprak, yaz yağmurları, benzin, ayaklarda kırmızı oje.

Dünkü Dürtü

Dünya biraz rezillik ve kötü şiir. Ne de olsa deliliğin şairi, işini bilir. Yanlış yazdığın tüm kafiyelere haddini bildir. Alın teri helal, ezilenindir. Yediğini herkes bilir, yeri değilse kim söyleyebilir? “Şaka yaptım, espriydi” bazen hayatını geri verir. Delilik emanetindir, saklarız elbette. Ama bizden sahiplik bekleme. Eminiz, evin değil. Çıkışlar acil, koşar adım katil, küçük ünlü, böcek, zehir.

Yankı!

IMG_2667.JPG

Dünle ilgili sorunu olmak. Yarının yararını kavrayamadan yanılmak. Bugünde kaybolmak. Zamana zamanında çok alınmak. Kuytularda kuruntularla avunmak. Kendini bulmak için zorlamak, zorlanmak. Yorulmak. Işık kaybından pay çıkarmak. Sesi duymadan bağırmak, görmeden ölmek. Benzinin kuruşundan, silahtan, kurşundan, yaralanmak. Yazdığın kelimeden, çizdiğin çizgiden karalanmak. Siyahın en koyu tonundan parlamak. Yankı!

Hiçlik Giyen Adam

unnamed.jpg

Ayakkabımın bağcığı kangren oldu. Kestim. Düştüğü yerden ince bir duman çıktı. Hızını alamadı gara girdi. Girdiğinde içinden insanlar indi. Küçük insanlar.  Boyları böceklerden kısa insanlardan uzun. Boyları uzun taksicilerin de kısa mesafe müşterileriyle ilgili sorunları vardı. Uzunluk benim için seninle aramızda olan mesafeden fazlası değil. Ama eksiği olabilir. Eksiğimiz de esirliklerimiz olabilir. Esirlikler aksilikleri doğurabilir. Hay aksi! Varsayımları lügatımdan çıkarmak için bir toplu iğne ucu kadar su doldurmuştum bir bardağa. Onları orada boğacaktım. Ama suyu emdikçe genişlediler. O kadar genişlediler ki bir insanın boyunu aşıp bir sürahiyi ağzına kadar doldurdular. İnsanlar küçük ve sürahiler dolu. Sulu şakaları olan herkes karıncaları ürkütür. Karıncalar yüzme biliyorlar mı acaba. Bilseler de yüzmek için balıklar gibi sahillere inmezler heralde. Her neyse konu neydi. Evet, hiçlik giyen adamlar yarınımızı kurtardılar. Şimdide yaşıyoruz, faydasız, dokunamıyorlar.

hervsey’de…

Akla Kira, Kara Zamanla

KOUS8318.jpegSes. Işık. Denge. Hile. Aslında savunulan her şey biraz hile. Sallantıda şimdi vaktimi geçirdiğim bu kulübe. Akıl olmayan beyinlere hücum. Haydi aşk ile. Kes sesini diyen notaların her biri birer imge. Gitmesine sakın izin verme. Anne edasında kadınların hepsinin yolu aynı. İzci karıncalar, karanlıkta aydınlanan yollar, ateş böcekleri. Serzeniş şairlerinden sıkıldık. “Hadi lan ordan” diyerek küskünlükler etrafta yankı! Kes sesini. İzle. Dingin düşünceleri bölüyor bir intihar, sözgelimi… düzen karşıtı bir çizgi olmalı, sesini duy, benliğini. “Yalan!” diye haykırışların etrafında şekillendir kendini, bir gezgini. Nereden kaçmaya çalışırsan oradan başlarsın yaşamaya, yak düzeni, düzensizliğini. Ses çoğalır ve kesilir karşıdaki, ezeli rakibi. Dur! Bu düşünce eylemi neredeyse ve kiminleyse aynı, dünyevi. Kaçabilirsen, münzevi, kaçarken yak o evi!

Erken Taziye

IMG_0346.JPGKişilik, taş, gerilim, davranış… Söylediğiniz her şey aslında bir geri dönüşüme hizmet ediyor. Işığı görmezden gelemezsiniz. Boşuna uğraşlarınızın hepsi aslında bir kavrayış. Adil değil fikirleriniz. Ölüm; bu kadar basit değil derdiniz. Ölünce aslında ne kadar basit olduğunu anlarsınız. O kaçışlar, kaybolmaya çalışmalar, düzenli hissedilen önsezilerin yan etkileri altında kalıyor istekleriniz. Sizin o hiçbir kalıba sığmayan ılımlı tavırlarınız. Çileden çıkartan bir akıla geliş. Bir özenti sevginiz. Aslında o kadar kaba değilsiniz ve de anlayışsız. Siz sadece siz olmaya çalışmak konusunda biraz beceriksizsiniz. Dönmeye çalıştığınız her özden azade kişiliğiniz. Susuz kalmış edebiniz, sezginiz. Galibi olmayan bir savaşa tutuşmuşsunuz, sadece kaybedensiniz. Kaybedersiniz. Onları anlamak için onlardan olmaya gerek yok, anlamaya çalışın. Doğru ya, siz kendinize göre çok değersizsiniz. Sel gibi akıp giden bir devinim içerisindesiniz. Size bir şey anlatmaya çalışmıyorum. Ben de sizdenim. Ben sizi fark edebilen farklı bir sizim. Kalmadı izim. Kayboldum, mutlu olabilirsiniz.

Bekleme/k

asdasdAşağı neresi yukarısı kimin? Bir soru gibiyim ne sorduğum belli ne cevabım. En çok da ben kimim? Cevabını bilmediğim sorular sormayı, sorularını bilmediğim cevaplara tercih ediyorum. Neyi bekliyorum? Bilmiyorum.

Önce bekletmeyi sonra beklemeyi ve beklerken geç kalmayı öğrendim. Geç kalmak hiç olmaktan iyi değilmiş. Bunları hep beklerken öğrendim. Öğrenmek beklerken kolay bekletirken zormuş. Bunu geç kaldığımda öğrendim. Her geçen dakika bir şeyler öğrendim.

Kim olmak istediğimi ben seçtim, kim olduğumu seçemedim. Seçemedim diye bir süre kendimden nefret de ettim. Ama benim suçum değildi. Belki de benim suçumdu ama artık umurumda değil.

Kimi, neyi beklediğimi bilmiyorum. Kalkıp koşamadığım için kimi beklettim? Bilmiyorum. Koşmam işe yarayacaksa koşmalıyım. Ama boşuna koşacaksam da spor olur sorun değil diye düşünüyorum. Ben senin için üşenmiyorum. İçinde sen geçen kelimeleri seçiyorum. Onlara doğru koşayım diyorum. Ayaklarımdan tutanlar var, yüzlerini göremiyorum. Bilmiyorum diye kandırmaya çalışıyorlar, kandırıldığımı hissediyorum.

Bu değişkenlik nerede son bulacak? Hayatı belki bir gün anlayacağım. Ama şimdilik, seni bekliyorum.

“hervsey için”

 

Aforozma

ciglik.jpgSabrı taşmak ve sabrı kalmamak aynı şeyi ifade ediyorsa eğer gerçekten, varlıkla yokluğun ilişkisi şimdi tam burada çözülmeli. Dünya var ile yok arasında bir araf olmalı diye düşünmüştüm, bugün var yarın yok olma derdi dün ve bugün ile ilgili bir zaman meselesi değil mi acaba.? Zaman ne kadar aciz, bugün var olan şeyi yarın yok edebiliyor, geri dönüştürse de asla aynı şekle geri getiremiyor. Biz bekleyenler artık yorulduk, bizi zamanın olmadığı bir yere bir zaman belirtmeden göndermeli yetkililer. Yetkilerini sadece yetkinlikleri doğrultusunda kullanmayanlar var oldukça mümkün değil diyorsunuz, anlayabiliyoruz. Zaten onlar da var oldukları meziyetleri tutkuları ile yok ediyorlar.

İnsan kendini tanıdığını düşündüğü anda yanılandır. İnsan yalandır. Kendini bile kandırabilen bir yokluktur, umutsuz hayatını umuduyla güzelleştirdiğini düşünür, yanılır. Umut kendini yanlış tanıyan insan için züğürt tesellisi. Hiçbir zaman istediği yerde olamayacak insanları olmak istediği yerde hissettiren sahtekar dürtü.

Bir derdest ruhlu zalim.

Ne güzel kendini kepaze ediyor, eril küfürlerini cesaretle savuruyor. Eğil! Yüzüne vuran her şey Muhammed Ali’nin yumruğu kadar yıkıcı. Ezici karakterinden olsa gerek durumunu göremiyor. Görgü kurallarını yerle bir etmeyi hak sayıyor. Ezil! Kendini sevmeye başladığın anda bir kamyonun 35 inç tekerlekleri altında bulursun kendini. Müstehak!

Mazlum tavırları çileden çıkarır, çünkü her şey kalbinde kendi bildiğinden ibaret sayılır. Eh işte, ona göre beyaz olan her şey aslında sarıdır. Güneşin üzerinde bıraktığı ışığı yanlış anlamıştır. Günü gün saymayıp ışığı renkle bağdaştırır.

Kaybol! göz önünde olan her şeyin aslında ölümü yakındır. Popüler ağrıların, anlık sancılardan farklı değil. Küfür yok! Ağır ol.

Senin için yokluğun varlıkla olan ilişkisini görmezden gelmeye çalışamam. Çünkü her karanlığı ışığın yokluğu sanan bir namağlup karakterin var.

İnsan haklı olmak için yaşarsa yok olamaz, yok olamayan varlığın varlığı, denizin maviliği gibi, yalancıdır. Sadece denizin dibindeyken dinine sarılan bir imamsın. Sana ne anlatsam, nasıl anlatsam diye zamanımı harcayamam. Yazıktır.

Yolculuk

IMG_6497.JPG24 temmuz

Saat:1.24

Yağmurlu hava.

Zor koşullarda yaşamaya devam etmeye çalışıyorum.

Gökyüzünde milyonlarca yıldız eşlik ediyor seramonimize. Bulutlardan bir türbülans denizindeyiz. Bulutlar ne kadar izin verirse o kadar özgürsün diyor Deniz Abi. Uçaktan da bir hayli korkuyor. Düşmek değil derdi, uçmak. Uçmakla ilgili bir takım sorunları olduğundan bahsetmişti. Pek önemsemedim galiba o anda. Bir defteri vardı bakıyorduk bir yandan. Yanyana oturuyorduk, arka koltukta eşi ve çocuğu vardı. Hepsiyle birlikte indik yere. Yıldızlar yine o zalim kirli ışıkların gölgesinde kaldı.

Ama o sayfaları bir kez gördüm, asıl yıldız onlardı.

İki kişilik fazlalıklar doğuruyor gece. Sancısı var bir ebe bulmalı. Ebe saklambaç oynuyor. Gecenin çocukları bizlere ölü doğuyor.