Bu Şehir 2

IMG_8456.JPG

Güneşli bir günün akşamındasın.

Yanlış yerde doğru zamandasın.

Değişime inanır mısın?

Sen geç mi kaldın? Ne bu yüzündeki ifade?

Ben çok değiştim. Sen hala aynı gibisin.

Aşkın yorgunluğu çökmüş üstüne. Belli.

Kamufle olmayı öğrendin mi?

Burada oturarak görünmediğini mi zannediyorsun?

Özledim diyorsun. Yalan.

Bir siz biliyorsunuz sanki kaçmayı.

Özlem fırsatını bulduğunda kavuşmak içindir.

Çık artık saklandığın yerden.

Geç kalma artık, tam zamanında orada ol.

Aç müziğin sesini git seni nereye götürüyorsa.

Değişebilirsin. Kalbin sana oyun oynuyor.

Tek kelime daha etme.

Yanılmaktan korkma.

Herkes yanılabilir.

Sevme kendinden çok kimseyi.

Ama sadece sen yoksun dünyada.

Paylaş içinden geçenleri.

Biraz tutarsız gibisin.

İkimizde nereden geldiğini biliyoruz.

Korkularımızdan?

Daha iyi olmam için, canımı yakmana gerek yok.

İçimde Yanan Biri – Domenico

Nostalgia.jpg

İçimde hangi atam konuşuyor?

Hem aklımı hem de bedenimi aynı anda terk edemem.

Bu yüzden tek kişi olamıyorum.

Kendimi aynı anda sayısız şey olarak hissedebiliyorum.

Büyük ustalardan fazla kalmadı.

Zamanımızın gerçek kötülüğü budur.

Kalbin yolları gölgelerle örtülmüş.

Faydasız görünen seslere kulak vermeliyiz.

Okul duvarları, asfalt ve refah reklamlarının, uzun kanalizasyon boruları ile dolu beyinlere, böceklerin vızıltıları gibi girmeli.

Her birimizin gözlerini ve kulaklarını, büyük bir rüyanın başlangıcı olacak şeylerle doldurmalıyız.

İçimizden biri piramitleri yapacağımızı haykırmalı!

Yapmamamızın bir önemi yok, o arzuyu beslemeliyiz ve ruhun köşelerini esnetmeliyiz sınırsız bir çarşaf gibi.

Dünyanın ilerlemesini istiyorsanız el ele vermeliyiz.

Sözüm ona sağlıklıları, sözüm ona hastaların arasına karıştırmalıyız.

Siz! sağlıklı olanlar, sağlığınız neye yarar?

İnsanoğlunun gözleri, içine daldığımız çukura bakıyor.

Özgürlük faydasızdır.

Eğer gözlerimizin içine bakmaya, yemeye, içmeye ve bizimle yatmaya cesaretiniz yoksa!

Dünyayı yıkılmanın eşiğine getirenler

Sözüm ona sağlıklı olanlar!

İnsanoğlu dinle!

Senin içinde su, ateş ve sonra kül ve külün içindeki kemikler.

Kemikler ve küller!

Gerçekliğin içinde veya hayalimde değilken ben neredeyim?

İşte yeni anlaşmam:

Geceleri güneşli olmalı

Ve ağustos da karlı

Büyük şeyler sona erer, küçükler baki kalır.

Toplum böylesine parçalanmaktansa yeniden bir araya gelmeli.

Sadece doğaya bak, hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin.

Bir zamanlar olduğumuz yere geri dönmeliyiz, yanlış tarafa döndüğümüz noktaya

Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz, suları kirletmeden.

Deli bir adam, size kendinizden utanmanızı söylüyorsa, ne biçim bir dünyadır burası?!

Şimdi müzik…

 

Andrey Tarkovsky – Nostalghia

Uydu Sorunu

uydu.jpg

Yalnızlığın tam ortasından yazıyorum. Akşam olunca anlıyor insan biraz yalnızlığını. Bütün tantana bitince, ışıklar sönünce ve söyleyecek bir kelime dahi kalmayınca anlıyor. Beni de biraz anlamanı isterdim. Ben seni yalnızken bir poker masasında da severdim. Kaybedecek tek kuruşum kalmadığında geleceğime bahse girerdim. Bir viski daha söylerdim sensizliğe. Sigaramı bir küllüğe iliştirirdim, alelacele. Sigaram da küllükte yalnızlık çekerdi. Ve diğerlerine kavuşma arzusuyla sık sık sönerdi. Yakmaya kıyamazdım bırakırdım. Sahi insan beklemek olmasaydı ne yapardı. En güzel sanat eserlerini öylece kaderine mi terk ederdi, bilemiyorum. En güzel kahverengilerimi en güzel kahvehanelerden çalmak gibi bir huyum var. Beni ehlileştirmene ihtiyacım var. Beni dünyadan uzaklaştır. Ben sana az kendime fazlayım. Fazlalığım. Güneşin aydınlatamadığı kuytu, yolunu kaybetmiş başıboş bir uyduyum. Etrafındaydım, artık yarınındayım. Uzaklaşmalıydım, şimdi çok uzaktayım.

“Hervsey’de”

 

Çöl Vakti

IMG_1024.jpg

Yanlış kararları doğru zamanlarda almak gibi bir huyu vardı şafak vaktinin. Hep bir umut beklerdik karşısında, bize güzel günler getireceğini umardık. Umut bizi hayattan koparan tek şeydi. Bekledikçe bekledik. Taşa döndük ve ekledik; bize yanlış tanıtmışsın dışarıyı. Sorun değil. yalnız kaldığımız her an birlikteydik, birdik. Mahremimi dökerdim sana, mahmur ederdin bakışlarınla. Bir sarhoşluktu doğruluk bize. Hiç yayınlanmayacak bir yazıydı ilkelliğimiz. İlkemiz daima günahlar işlemekti. Ama birbirimizden uzakta. Eğlenirdik günle, güneşle, ayla ve geceyle. Dünyayı bir deniz zannederdik, balık olmak isterdik. Sahillere inerdik seninle. Hatta birlikte kumpir yemişliğimiz bile vardı, vasat bir günün akşamında. Biraz tebessüm istemiştik dolunaydan. Esirgemedi. Bizi, biz olduğumuz zamanlarda o da severdi. Sevilmeye muhtaçtık ikimiz de. Birbirimizi seçtik. Seçilmiş kişiler olduğumuzu dünyaya ilan ettik. Armonilere bizi dizdik. İki notadan ileri gidemedik. Şimdi çaresiz kaldık işte, sen başka fa anahtarında mibemolsün. Ben kendi adımı çoktan unuttum. Yüzün kaldı kağıdımda. İncelikle dokundu kumaşıma. Seni atsam atamam. Ama affet beni, sen bir yağmur olsan, ben çölde bile olsam, seni artık arayamam.

“Hervsey’de”

Kara Tahta Yazıları-7

IMG_5337.JPG

Aslında yanıldığımızı biliyorduk. Sadece henüz bunu kendimize itiraf edememiştik. İnsan yanıldığını bilmez mi? Bilir. Biz işin salağa yatma kısmı ile ilgilenmeyi seçmiştik. Her seferinde biraz daha iyiye gideceğimize kendimizi inandırmıştık. Bunca zahmet boşuna değil. Biz sevmeyi, sevilmeyi seçtik. Yanlış yaptık, bunu da çok geç olduğunda fark ettik. Ama önemli olan yanlışımızı fark edebilmekti değil mi? Züğürt tesellisi! Daha iyi olabiliriz. Daha iyiye ulaşabiliriz. Yanılabiliriz. Düştük. Kalkıp koşmaya gerek yok. Şuraya oturup yaramıza bakalım, bir dinlenelim. Belki de beceriksiziz. Kabullenelim. Mutlu olacağımız şeyi aramaktan vazgeçip mutluluğun kendisini arayalım. Muhtemelen bulamayız, hiç değilse yolumuzun nereden geçtiğini biliriz. Biz ararken bizi bulabiliriz. Belki de bulamadan ölürüz. Sorun biz değiliz. Aslında başkası da değil. Zaten sorun herhangi bir kötü sonuca ulaşmadan önce sorun değildir.

Karşımda Kendim ve Dertlerim

IMG_8487.JPG

O kadar korkuyorum ki düşüncelerimden sarhoş olamıyorum. Bilincim dahilinde olmayan bir kelime çıkar da dudaklarımdan utandırır beni düşünce dünyam diye diğer insanlar gibi eğlenemiyorum bile. Buna kontrol manyaklığı diyebilirsin. Bunu kontrol manyaklığı hakkında bilimsel pek fazla bir şey bilmemene bağlarım. Benimle yargılarını kenara bırakıp yürümen gerekir. Bunca zaman nerede olduğunu sormak için gözlerin duygusal yaptırımını kullanmamaya kararlıyım. Zaman işte, herkes bir yerlerde. Denk gelmiyor olmamız aynı şeyleri düşünmediğimiz anlamına gelmiyor. Uzun süre uzun konular üzerinde yazamıyorum. Malum biraz dikkat dağınıklığımdan yakınıyorum bu sıralar. Bir asır gibi yaşıyorum her anı, bir saniye gibi geçiriyorum asırları. Asrın da hatrı vardır. En az senin üzerimde olduğu kadar. Her neyse konularımdan etkilenmen hoşuma gitmiyor. Ne kadar ilginç bulutları hiç düşünmemiş olman. Öylece gökyüzünde asılı kalan bir kaç toz veya buhar parçalarından ibaret olmadıklarını düşünüyorum. Belki de yanlış. Yine de bunu her fırsatta düşünmüyorum nasıl olsa. Anlık gelip giden düşünceleri yakalayıp ayaklarına taş bağlayıp egenin derinliklerine bir balıkçı teknesinden atmak gibi planlar yapıyorum aslında boş zamanlarımda. Herhangi bir şeyle uğraşmak biraz kaslarımı zayıflatıyor diye düşünüyorum. Suyun kaldırma kuvveti varsa aklımın da unutma gücü var. Sevmediğim duyguları yaşamamak için bu gücü kullanmam ne kadar normal bilemiyorum ama bu bedenime fazla müdahale ediyormuşum gibi hissettirebilir. Bu beni kötü hissettirmeyecektir.

İnsanın nasıl oluştuğu hakkında bilimsel verilerin inandırıcılığı ne kadar zayıf. Oysa o verilere takılıp kalsak herkesin aslında aynı şeyleri düşünmek, yaşamak gibi zayıf noktaları olabilir. Oysa herkes ne kadar farklı. Hiçbir şeyden emin olamamak ne kadar muazzam bir duygu. Egoyu bastırıyor aslında. Ne kadar küçük olduğunu insana tekrar tekrar hatırlatıyor. Bazı meseleleri çok fazla abartıyor gibi düşünüyorum Adem’in. Sessiz sessiz otururken bir anda ortaya bir tartışma konusu atıp insanları birbirine düşürmesinin bir içsel deney olduğunu tahmin ediyorum. İnsanı anlamış bu çocuk. Ama emin değil. Olması gerektiği gibi.

Sanat, felsefe, edebiyat burjuva işi uğraşlar mı cidden. Bazen rahat ettiğimi fark edebiliyor ve bunun için bir hayli yakınıyorum. Bilgeler çok fazla şey söylüyorlar.

Bilge de fazla şey biliyor diye bilge değil bu arada. Sadece bilmesi gereken konularda öğrenmeye meraklı ve hatırlama kabiliyeti benden biraz daha fazla.

Aslında hatırlamak gücü benden bi tık fazla her insan benden daha bilgedir desem pek de yalan olmaz. Sana kendimi anlatmaya çalışmıyorum. SAdece biraz konuşmaya ihtiyacım vardı. Seni gördüm ve seninle konuşmaya karar verdim. Beni dinlediğin ama anlamaya çalışmadığın için teşekkür ederim. Çünkü bu kelimelerin yerleri değişip daha farklı cümleler oluşturacak şekilde dizilseydi, hiç olmayacak insanlara anlamlı şeyler ifade edebilirdi. Optimizmin yarım uyak tahammülleri dillendirip gerçeğe dönüştürme çabası anlamsız. Düğümlerimiz sıkı, karanlıklarımız zifiri olsun.

Başka Bir Dünyaya İltica

IMG_9104.JPG

Başında beklerken biraz beceriksiz olduğumu hissediyorum. Oysa yazmalıyım başıma gelecekleri, kahinlik iddiasında bulunmuyorum. Sadece geleceği sezebiliyorum. Merak duygusu yenilmeli. Bir savaş bu epey kanlı, Galibi de katil, mağlubu da. Yanlış! Dünyamda işler pek yolunda gitmiyor. Beni kaçıracağın bir uzay gemin varsa seninle o yıldızda yaşayabileceğimi düşünüyorum. Ama pek emin değilim. Yerimi yadırgayabilirim. En azından bir koltuğum olsaydı diye başının etini yiyebilirim. Kitaplarımı da burada bırakabilecek kadar vicdansız mıyım? Belki de, bilemiyorum. Yanlış işte! Kendimle çelişmekten hiç hoşlanmıyorum. Değişim beni düzensiz bir ruh haline sokuyor. Kapitalizme sövüp yuvalarına harç taşıyorum. Bu beni dengesiz biri olduğuma inandırmaya yetecek bir kaç davranışımdan birisi. Akşamları ne kadar sevsem de gündüzleri mutlu oluyorum. Galiba ben mutsuz olmayı seviyorum. Mutluyken yazamıyorum. Belki de mutluyken daha mutsuzum, ihtimal dahilinde. Vazgeçtim, o yıldızda yaşayamam ben, sen benim yanlışlarımla dolu dünyama gel, hadi, bekliyorum.

İz Bırakma Fiziği

geçmişkik.jpg

Geçmiş ne kadar hızlı geçmiş, oysa yaşanmamışlıklar vardı. Beklesen biraz ne olurdu? Ben geç kaldım tamam, ama belki de hata senin. Neden tam zamanında oradaydın. Belki de sen de geç kalmalıydın. İkimizde geç kalsaydık bence geç kalmış olmazdık. Bana öyle bakma. Yapabileceğim bir şey yok. Olsa yapar mıydım? Elimden ne geliyorsa sana gelsin diye uğraşırdım galiba. Ama sen masum değilsin. Sana kızmıyorum. Hiçbirimiz masum değiliz. Ben sözlerine kızıyorum. Daha doğrusu kızıyordum. Sözlerini unuttum. Unutkanlık var biraz sen de biliyorsun. Belki sen de unuttun. Unutulmuş bir çiçek salonda duruyor. Her bulduğu fırsatta saati soruyor. Bir saat ya da bileğindeki herhangi bir şey. Bak ve bana ne kadar zamanımız olduğunu söyle. Seninle ben akrep ve yelkovan gibiydik. Sen bir dönerdin ben etrafında fır dönerdim. Hep etrafındaydım. Hep yakında. Saatler ileri mi alındı yine. Dur hemen sözlerime alınma. Alındıkça satılır sözcükler. Benim yazılarımın müşterisi yok. Bağırma, ben bağırınca giderim. Uzaklardan seni seyrederim. Seninle ilgili değil konularım, konuşlarım ve dokunuşlarım. Son dokunuşlarım hep zarif olsun isterim. Sinematik bir gözle bazen seni izlerim. Bir film olsan en güzel detay olurdun. Ben detayları severim. Emin ol en çok seni severdim. Yanlış anlama seni etkilemeye çalışmıyorum. Etki her zaman tepki oluşturur. Ben seni tepkisiz de kabul ederim. Basit fizik kuralları, biraz yanlış anlayışlar, tutku taneleri, kalp yıkıntıları. Sıradan şeyler de konuşmalı insan. Seni her zamanki yerde her zamanki sadeliğimle terk ediyorum.

“Hervsey’de”

Karambol

IMG_0686.jpg

Etrafta çocuklar var, burası park değil. Yalnız kalmaya pek alışık değilim, dilimde bir kaç serzeniş var. İnsanların dudakları arasından çıkan her iki kelime söz veriş. Yalan söyleyiş. Şekli fark etmiyor, öylece söyleniyor. Her söylenişte şekilleri değişiyor. Kimse mutlu değil. Herkesin rolü üzerine “cuk” diye oturuyor. Karşımda bir adam var. Akşamdan kalmış, ama kendine kalmamış, belli. Belirsiz bir yüz ifadesi var, gülüyor mu yoksa normalde de böyle mi anlayamıyorum. Zaten çok az şeyi anlıyorum hayatta. Onlar da çok zor şeyler değil. Mesela sıfırı anlıyorum. Yok gibi bir şey ama yokluğunun ismi var. Benim o da yok. Kendimi pek anlayamıyorum. Mutsuz değilim, yalanları seviyorum. İnsan kendine dürüst olmalı. Sıfırları seviyorum. Ama senin yanında bir sıfır olabilir miyim, bilmiyorum. Bunun için kendini zorlamamalı insan. Ya olmalı tam karşısında bir pencere, çıkıp bağırmalı, ya da karanlık bir zindanda, içinden ölüsü bile çıkmamalı. İki seçenek arasında kalmak nedir bilir misin? İntihar etmek veya sinemaya gitmek gibi. ikincisini yapsan ilkine zararı yok ama ilkini yaparsan ikincisine hakkın yok. Yasak aşklara fırça atmak yok, yanlış resmi karalıyorsun. Artık yaşamak bir karambol.

“Hervsey’de”

Aldanış

IMG_0459.png

Dünün yarınla ilgili bir problemi yoktu, hiç de olmadı.

Dünü ortamlarda sevmezler, ondan konuşmak istemezlerdi. O bunları dert etmezdi. Üzerinde garip bir boş vermişlik vardı. Bazen onu düşünenlere de sitem ederdi. Sevmezdi kendinden konuşulmasını. Göz önünde bulunmak ona göre değildi. Farklı insanların farklı düşüncelerine her zaman saygı duyardı. Vakur duruşuyla hayatını düzene koymuştu. Her geçen gün, onu yaşlandırıyor, sevgisini ise gençleştiriyordu. Yalancı bahara kanmamak elinde değildi. Sonunu bildiği filmler izlerdi, sonları hep mutlu biterdi. Bitirdiği yaşı söyler, bitmemiş resimleri severdi. Geceler onu inandırmaya yeterdi. Sabah beş gibiydi, hiç yapmadığı bir şey yaptı. Hata dedi yaptığı şeye, ama pişman değildi. Çünkü aşk hatadır ama pişmanlık değildir.

Bir kovalamaca başladı, yeri geldiğinde yerine geldiğine yanıktı. Yanılmış ve yanlıştı. “Hayat istediğin şeyleri vermediğinde istediğin şeyleri değil hayatını değiştirmen gerekir.” O bu sözü hiç umursamadı. Umursamazlık onda bir hastalıktı, hiç tedavi olmadı. Günden güne eridi dün, zaman geçti ve oldu yarın. Sevginin yüceliği buydu aslında zaman geçtikçe sevdiğine dönüşmekti. O bu elmadan tattı, bir daha dün olamadı.

Elma bir yanılgıydı. Düzene baş kaldırıydı. Yalnızlığına bir darbe, yazgıya saldırıydı. Çok geçmeden hayatından arındı.

Hayatımız bir dün ve binlerce yarındı. Ve bir yasak elma bizi dünyaya baktırdı. Gözümüzü alamadık, yerimizde kalamadık. Koştuk… Yorulduk… Durduk. Dinleniyoruz. Dinlendiğimiz yetmedi, bir de dileniyoruz. Durduğumuz yerde yeniden diriliyoruz.

“Hervsey’de”

Yolcu Katli

4E9A1947.JPG

Bir koku beni yıllardır gitmediğim bir yere saniyeler içerisinde götürebilir. Aslında tamamen hayat bana renkler ve kokulardan ibaret olan ilginç bir dünya sunuyor. Farkındayım. Bu sunumun güzelliği ile ilgili bir problem yaşıyorsam bu hayatı nasıl algılamak istediğime bağlıdır. Ağaçların bir dakika için görev yerlerinden ayrılıp aylaklık etmek için bir yerlere gittiğini düşünsene. Her zaman görülen bir mevsim az sonra beni yolculuklara revan edebilir. Bavulumu iyi hazırlamalıyım. Çünkü yol, kıtlıkla dolu bir katildir.

Hatta Hata

IMG_7302.JPG

Gecenin hür kuşları vardır. Bilinmeyen saatlerde seferler düzenlenen tüm düşlere bir göz atarlar. Ayın karanlık tarafını gören herkes gibi onlar da aynı şarkıları yazarlar. Topluluk belirtisi hissedilmeli, insanlar da onlar gibi hep aynı kokuları duyarlar.

Kat edilen her bir metre insanlığın bir başka denize yelken açabilme potansiyeline sahiptir. İnsan, yapısı gereği unutandır. Oysa yola radikal arzuları ile çıkmıştır. Yol ne kadar dar ise o kadar derindir. Bu derinlikte usta yolcular bile vurgun yiyebilirler.

Ne kadar inandırıcı konuşuyor bazen balıkçılar. İnanmamak elde mi? İnsan inanandır. İnandıkları uğruna insanlıklarını bile kenara bırakabilirler.

Düşünce kalkmak ister insan. Aynı yerden düşmek istemez. Buna tecrübe der. Belki de alışmak lazım acıya. İnsan olmanın gereği düşünmektir. Gerektiği kadar düşünmez ama. Eğim eğilince olmaz. Eğilimin ne tarafaysa oradan kırmaya çalışır dalını hayat.

Denizin durağanlığı balıklarımı rahat ettirmeliydi. Onlar ölmeyi seçti. Tercih meselesi. Kızamıyorum yine de. Onları oraya bırakmak bir hataydı. Hatalı olduğunu kabul eden de insan olmalıydı.

Sevgiliyle Monolog

IMG_6931.JPG

Kötü insanlar öyle filmlerde dizilerde gösterilen gibi değiller biliyor musun? Kötü insanlar elinden tuttuğumuz, gözlerinin içine baktığımız, belki biraz belki çok sevdiğimiz insanlar. Gözlerimizin içine baka baka yalan söyleyenler, fark etmediğimizi düşünenler, bizi aldatanlar kötü insanlar. Tanıyamadıklarımız, ya da yanlış tanıdıklarımız, konduramadıklarımız onlar. Bizi en fazla ihtiyacımız olduğunda terk edenler kötü olanlar. Sence intikam mı almalıyım? Bilmem. Belki de hayır. Yüzlerine karşı kötü olduklarını söylemeli miyim? Ya da en az onlar kadar kötü mü olmalıyım? Bir şey söyleyecek gibisin. Ama gözlerin, onlardan korkuyorsun. Seni yine ele verirler diye için için titriyorsun. Kendini savunmak istiyorsun. Ama çaresiz gibi görünüyorsun. Bir kelime daha etsen devamını getirmek zorunda kalacakmışsın gibi değil mi? Bir yalan daha, bir yalan daha… acınacak haldesin. Tek bir söz getirdim sana heybemde. Bir cümleyle birlikte. Şimdi kötülüğün ve sen baş başasın, hoşça kal.

Alsancak

IMG_9217.JPG

Sevgiliden ayrılır gibi ayrıldığı semt

Bir ışık, gökyüzü, etraf kalabalık

Bir kalemin kağıdı araması gibi

Arıyor dilinde kelimelerle

Mahçup yıldızların

Ayağının dibine

Düşmesi gibi

Eğilmeli önünde

Saygılar toprak

Günahkar bir korkak

Biz kimiz ve neredeyiz

Kiminleyiz.

Es’enlik

IMG_9259.JPG

 

Duyduklarım

Doğru olabilir mi?

Sence o kadar yanlışı

Aynı anda farklı insanlar

Yapmış olabilir mi?

Yalan diye sokaklarda

Bağırsak haykırsak da

Ağzından çıkanları

Yüzüne vurdu tanrı

En çok korktuğun yerden

Yaklaşır zaman birden

Ve bunların hepsinden

Sen sorumlusun

Yaşamak ağrısı

Tanrı yanılgısı

Can sıkıntısı

Kulak ağrısı

Ve bir isim sanrısı

Seni yanıldığın yerden

Dize getirir belki geç

Belki erken

Bir şiirin iskeleti

Bir kelimenin sefaleti

Güzelliğin azameti

Seni böyle mi

Terbiye etti

Bu kadar anne

Ve bir o kadar baba

Pişman mıdır acaba

O gün için

Ve gece

Beynimde yankı

Silah sesleri

Yanıldım belki

Seçerken akı

Bir tütsü

Tutuşturduk sana

Sana yandığına

Yemin edebilir

Belki hiç

Sevmeyebilir

Kaç

Seni bulacaklar

Ve hiç ummadığın anda

Senden konuşacaklar

Bir iğrenç kahkaha

Ağardı kulağımda

Kalırsan burada

Seni korurum

Ummadığın anda

Senin olurum

Bir kaç ses

Kulağımda yarım es

Yanılmak belki de

Düzensiz heves

Korkularım ve sen

Bir barınağın içinde

Herkesten

Kaçsanız bile

Bir kaç ağız

Sövecek size

Dilin önemi yok

Hepsi aynı bok

Hayat Kufesi

IMG_6811.JPG

İstesem didaktik olabilirdim

Ya da bundan hoşlanmayan bir cahil

Boyumdan büyük kelimeler dökebilirdim

Kağıtlara ve hayat dolu çocuklara

Kirlenirdik beraber

Sokağa çıkıp satardık gençliğimizi

Ne gelir elden

Seçtik bir kere üstün olmayı

Düşmeyi düşünmeden

Düşleyebilmeyi, teslim olmadan

Ne gelir elden

Doğduk bir kere bataklığa

Kaldık sırtımızda yükle

Hamallığa

Bir Adın Kalmalı Geriye

IMG_8293.JPG

Bir adın kalmalı geriye

Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde

Aynaların ardında sır

Yalnızlığın peşinde kuvvet

Evet nihayet

Bir adın kalmalı geriye

Bir de o kahreden gurbet

Sen say ki

Ben hiç ağlamadım

Hiç ateşe tutmadım yüreğimi

Geceleri, koynuma almadım ihaneti

Ve say ki

Bütün şiirler gözlerini

Bütün şarkılar saçlarını söylemedi

Hele nihavent

Hele buselik hiç geçmedi fikrimden

Ve hiç gitmedi

Bir topak kan gibi adın

İçimin nehirlerinden

Evet yangın

Evet salaş yalvarmanın korkusunda talan

Evet kaybetmenin o zehirli buğusu

Evet nisyan

Evet kahrolmuş sayfaların arasında adın

Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı

Bu sevda biraz nadan

Biraz da hıçkırık tadı

Pencere önü menekşelerinde her akşam

Dağlar sonra oynadı yerinden

Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca

Sen say ki

Yerin dibine geçti

Geçmeyesi sevdam

Ve ben seni sevdiğim zaman

Bu şehre yağmurlar yağdı

Yani ben seni sevdiğim zaman

Ayrılık kurşun kadar ağır

Gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın

Yine de bir adın kalmalı geriye

Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde

Aynaların ardında sır

Yalnızlığın peşinde kuvvet

Evet nihayet

Bir adın kalmalı geriye

Bir de o kahreden gurbet

Beni affet

Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç

Ahmet Hamdi Tanpınar

Sancı Devridaimi

SAM_2229.jpg

Umursamaz bir adam vardı. Önce kendini bulmaya çalıştı. Olmadı. Kendini bulduğunu sandığı insanlardan kaçtı. “Bu nesil benim neslim değil. Yanlış zamanda yanlış yerdeyim” dedi. Dediği kadar vardı. Var olduğu kadar yoktu. Kaçtığı yerde bir ağaç kovuğu buldu, saklandı. Bir asır geçti, uyudu, uyudu, uyandı, kovuktan çıktı. Şanslıydı. Hala kesmemişlerdi saklandığı ağacı. Bir orman iş merkezi olmamıştı, şanslıydı. Ama sadece bu kadar şanslıydı. Yalın ayak koşup sahile indi. İndiği yer sahil değildi, beton istilası, ağaçlar üzerine oturulabilecek şekilde kesik. Seyyar satıcıdan bir çay aldı. Ayaklarını binadan aşağı sarkıttı. Aşağısı denizdi. Düşünmeye başlasa düşünmeden edemezdi. Bu yüzden erteledi. Yanında bir kız belirdi. Yaşlı gözleriyle bir mendil istedi. Adam cebinden bin yıllık mendilini çıkardı. Kıza uzattı. Eli mendil gibi bembeyaz oldu. Kadının eli kirliydi, değdi, elinin kirlendiğini düşünüp çayı eline döktü. Bir mendil gibi eridi gitti eli. Çaya kızıp denize döktü. Deniz çayın rengine büründü, kız üzüldü. Üzgün hali buharlaştı, yağmura dönüştü, bin yıllık hayat sağanak oldu, dünya üzerine düştü, düştüğü yerden yerildi. Akşamına yenildi, içildi. Kelimeler dağıldı, sözler azaldı, kadehler kalktı, sağlığına içildi.

İnsan Budalası

6tag_210615-033031.jpg

İnsanların karşısındakini aptal zannetme huyları var oldukça hiç bir insan ilişkisi olması gerektiği gibi sade ve kusursuz olmayacaktır.

İnsanlar konuşma esnasında size net olduklarını söyleseler bile onların içlerinde kokusunu aldığınız şeyin adı o bağnaz istek silsilesinin bozulmuşluğu. Bu hislerinizde yanılmadınız. Aslında size karşı savunmada olduğunu düşündüğü zaman başlatılan o fikir bombardımanı savaşın görünmeyen karanlık tarafıydı. O ilginç istekleri yanıtsız bırakmak sizi ona karşı istek savaşında bir sıfır öne geçirebilir. Lakin sonraki kozun tam yerinde olmalı. Karşı tarafta elin açıklığından faydalanan bir fikir budalasının gözlerindeki edepsiz blöfü iyi okumalısınız. Çünkü verilen her koz zeki olduğunu düşünen bir beynin rezil isteklerinden doğan o kanamalı dürtülerini size karşı kullanması isteğini barındıracaktır. Dizginsiz fikirlerini kendinden başkasıyla paylaşamayan bir sefille karşı karşıyaysanız ve size hayatınız, dünyanız hakkında fikirlerde bulunma yetkisine nail olduğunu hissettiriyorsanız, bu da verilmiş olan başka bir kozdur. Ona değerli olduğunu hissettirmek kendinizi değerli görmediğinize dair yanlış bir izlenim oluşturacaktır. Aldırmayın, sadece biraz daha zeki hissetmesini sağlamak içindir bu davranış. İnsan kestirilemeyen davranışlardan daha çok yara alır.

Yandaş olarak gördüğünüz insanların zamanla aslında rakibiniz olabileceği duygusu çok uzak olmamalı. Çünkü insan savaşan ve savaştığını unutan bir varlıktır bazı kitaplara göre. Oysa tüm evrenden sıyrılmış dikensiz bir gül olmalıydı insan, sıyrılan diken olmayı yeğleyenlere söz yok tabi. İnsan dışardan haklı, içerden de bir söz duyduğu garip iniltisi “ne kadar hain çalışıyor aklı.”

Zaman zaman bir daha hata yapmamaya söz vermiş bir rahibe gibi hür-i pak hissediyor olsa da bedenim akıl akılalmaz günahlar denizinde kaybolmuş küçük bir balık gibi kalakalıyor olduğu yerde. Yenilmesi an meselesi, yenerse akıl meselesi. Serzenişlerim boşuna, anlaşılmak için değil bu sözler. İçimde bir yangının küllerini biriktirmek hoşuma gitmediğinden. On dakikada yerle bir edilen düşünceler yerini bozarmış küllerle dolu bir harabeye bıraktı. Küllerini Nil’e salmazsam, haksızım. Kendime karşı, hislerim zavallıca olarak kalır ki bu beni güçsüz olduğuma inandırır. Zaman dediğimiz tik taklı kuzey rüzgarlarında insanın hali ne denli çelimsiz kalmıştır. Bilinmezlik devinimi isanın insandan çıkarı dolu. Bu yavan zulmü insan nasıl kendi aleyhine çevirebilir ki.

Bazen hatalar insanın kendisinden kaynaklanmaz. Karşı taraftan kaynaklanırsa da yaralamaz. Belki de biraz iç burukluğu bırakır hücrelerimizin derinliklerine. Kalbin boğazı düğümleniyor. Ne yazsam, nasıl yazsam da ne hissettiğimi karşılamıyor. Ne acı. İnsan budalası…

Ormanlıkta Sis Perdesi

IMG_0354.JPGİstediğin kadar canımı yak. Şimdi buradasın. Sen buradayken seni hissetmiyorsam, gittiğin zaman da sensizliği hissetmem. El alem ne der korkusuyla kahkahalar at. Gülüşünü kıskanmıyorum artık. Çok bunaldım, kaçıp bir ağaç kovuğuna saklanmayı düşünüyorum. Önceden olsam burada, uzanır çimenlere gökyüzünü seyrederdim. Kutup yıldızından karınca yuvalarından seni bulmaya çalışırdım. Soğuktun, kayan yıldızlarımı yakalamaya çalıştım. Belki başıma ekşiyen bir delinin her söylediğine inandım. Yorgun memur dertleri dinledim. Şimdi o kadar korkuyorum ki yaşamak sancısından. Kağıtlara bir kaç yalın kelime bırakıyorum. Dünyayı toplasan bir cümle etmez şimdi, kendimi terk ediyorum…

Kara Tahta Yazıları-5

Dkdndjdbskdb.jpg

Geçenlerde kadim bir dostum aradı beni, abi çok kötüyüm gel dedi. Atladım dolmuşa vardım yanına, oturmuş sahilde kukumov kuşu gibi karşı yakaya bakıyor. Ne oldu oğlum dedim, insanlar dedi, insanlar kafayı yemiş olduğumu düşünüyorlar. Bu muydu dedim derdin. Daha ne olsun der gibi baktı yüzüme. Aman be dedim ne olmuş delirdiysen, suç mu? Kalksın o zaman hamsiler halaya, koşsun tüm boyalar fırçalara, fırçalar da duvarlara, şahlansın demlikler poşet çaylara karşı tavuklar damlara uçsun, kargalar okusun marşımızı, atlar kulaç atsın boğazda, kişnesin trenler, sussun sirenler, ağlasın timsahlar ve şen olsun şu koca dünyaya başkaldırımız. Kutlu olsun deliliğimiz!

İç Sıkıntısı- Yayılmamalı

IMG_6513.JPGAnlamını kavramak için uğraştığımız her şey için daha önce herhangi biri tarafından açıklanma ihtiyacı duyulmuşsa eğer, anlamını kavramak için uğraşılan şeylerin gerçekten anlamlı olduğuna inanmalı mıyız?

Belki de yokluğu ile gündeme gelmemek için varlık yalanı söyleyen bir kaç muzip yüzünden bugün saçma sapan inançlar uydurduk kendimize, kim bilir.

Zaten kim bu kadar şeyi anlamlandırmak istemiş ki? Kim bu anlam tüccarı? Kimin ürünü bu dünya üzerine kurulmuş rahatsız fantezi?

Kavga etmek yerine küfür etmeyi bulan diyorlar medeniyetin kurucusuna, kavga etmek için kullanmayan küfürbaz oluyor da kendini dizginlemek için kullanan haklı mı?

Ne komik bir dünya düzeni, seviye arayan bir ahlak bekçisi değilim. Ama yine de yazmalıyım içimden geleni. Yayınlanmayacak olsa da nasıl ölündüğünü bilmeliyim. En güzel ölümün nereden kiminle geldiğini bulmalıyım. Galiba aklımı toplayamıyorum. Kişilerin ve olayların bana neler hissettirdiği hakkında henüz bir fikre sahip değilim. Galiba bunun tam teşekküllü eğitimini almadan da böyle bir yargıya varamayacağım, farkındayım.

Sessizlik istediğim bütün varlıklardan yokluk beklemem mantıklı değil. Sessizlik, yokluğun yemeğidir. Bugün insanların bu gereksiz orucu bozmaması ne kadar anlamsız. Bu yanıltıcı rezil uğraşları ne zaman anlayacak gösterme tanrısı olmaya çalışan, mitolojilerden roller çalan rahatsızlar? Bu bir değer karmaşası, ağrı aksı, haz ağrısı.

İçki masasında verilmiş sözlerden daha ağır söylediğin sözlerin kokusu. Her neyse konuştuğumuz şeylerin konusu. Algı operasyonları her dilde ve çevrede. Bugün siyasetten daha aptalca bir şey varsa o da yarın da var olma çabası. Belki de hemen yok olmalı, bir yolunu bulup bir gezegeni kendi toprağı ilan edip bu aptallıktan kaçmalı. Hemen burada, yok olmalı. Okumadan, dinlemeden, anlamadan, söylemek istediğini söylemeden şu an yok olmalı.

Ben de göstermeye çalışıyorum. Görülmemiş olanı. Ne farkım var onlardan, onların da varlığı buna bağlı. Gördüklerini görmemiş olana göstermek ne derece anlamlı? Ben gösterdiklerimle yok olmaya çalışıyorum bence bu anlamlı. Belki de insanlara göre tavrım, yanlı. Umrumda değil. Kelimeler arasında durdum ve etrafımda yüklem yağmurları. Bunların yarısı belki de tamamı yayılmamalı. Sezgi dediğimiz kuruntu belki de. Belki de anlamadığımız şeyleri gerçekten anlamamız gerekiyor. Bu ağdalı anlatımlar, bağnaz takıntılar, batıllar…

Kahveni yudumla, rahat bırak dünyayı.

Yersiz Uyku

FullSizeRender (1).jpg

Bir gece uyumaya çalışıyor, bir hece bir hevesle bir cümleye koşuyor, kendine yakışan kelimenin yanında duruyor, durduğu yerden konuşmak hoşuna gitmez. Ayağa kalkıp uzun uzun adımlıyor odanın içinde. Odada bir anda karpuz kabukları ayaklarının altına seriliyor. Karpuz kabukları kendini iyi hissetmediğin anlarda ayaklarının altına serilir. Belki de güvenilir bir yere doğru havalanır. Yanındaki kelimeye dönüp, biraz su ister misin diyor. Kelime susuyor, suyu cami bahçesindeki lalelerin dibine döküyor. Lalelerin rengi suyla uçup gidiyor. Uçuşan renklere bakıp dileğini diliyor ve yalnızlığın katlanılmaz şey olduğunu aklından geçiriyor. Beyninden geçen her kelimeyi gözleri haykırıyor. Mesela geçenlerde birine gözleriyle ilanı aşk etmişti. Yanıt bulamadı, ama olsun. Galiba insanlar gözlerindeki kelimelere bakmayı tercih etmiyor. Kolay lokma zannettiği çiçeklerim var, onları koparmaya çalışıyor, çiçeklerim olağan gücüyle karşı koyuyor. Aralarında savaş çıkacak diye ürküyor meşe, çiçeğe bir fiske vuruyor, çiçek adama, adam bana küsüyor. Yalnızlık bir küskünlükle başlıyor. Yalnızlık başladıktan sonra her harf arasına boşluk giriyor. Boşlukta kaybolmak istiyor bir zenci. Zencinin tek istediği biraz sevgi. İlgisizlik batağına düşmüş bir kaç ezgi. Ayakları geri gitsin diye düşünüyor, bir bemole takılıp yere kapaklanıyor. Yer duygu, yersiz duygu, duygu, tüm istediğim buydu…

“Hervsey’de”

Bir Sinema Dehası

011220142138348315131.jpg

Ahmet Uluçay’a…

Onu anlamadan, sinemayı anlayamaz sinema uğruna hayatını harcayan insan. Öyle bir kaç kitap yazmayla, onu bunu eleştirmeyle, bilmem kaç cilt mürekkep yalamayla Ahmet Uluçay’ı anlayamaz sinemacı, anlayamamalı! Ahmet olmak için, aşk gerek. Mesela “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filminin ödül törenindeki konuşmasını dinlemek gerek Ahmet Uluçay’ı anlamak için. Büyük yönetmenlerin ödül törenlerinde smokinlerle, grand tuvaletlerle verdikleri pozlardan sıyrılmalı. Sade, normal bir vatandaş olmalı belki. Bir kot pantolon, bir siyah tişörtle çıkmalı en büyüklerin gözü önüne. Belki de her şeyine sinemanın; yoksulluğuna, baskılarına katlanmalı aşk için. Onlarca kösteğine göğüs germeli, “Sen köylüsün, ne anlarsın sanattan, sinemadan!” diyenlere bir cevap olmalı. Sanat dediğimiz şeylerin aslında insanın doğasında var olduğu gerçeğini unutmamalı. Çocuksu duyguları, hevesleri kapital dünyanın zincirlerine vurmadan yarışmalı. Yapışmalı yakasına insan olmanın haklı gururunun. Sanatın aidiyetinin yalnızca sanatkara oluşunun paçasına bir makas atmalı. Ne didaktik, ne lirik olmalı. Şair olmalı, dahi olmalı, aşık olmalı ve yok olmalı.

Onu anlamak da yetmemeli sinema yoluna baş koymuş insana. Yönetmen olmak için onlarca film çekmek yetmezmiş, bir de en büyüğünden aşk gerekmiş, o bunu tüm Türkiye’ye gösterdi. İşine duyduğu, eşine duyduğu, arkadaşlarına, yurduna duyduğu aşkı hissetmeli insan. Meselemiz Ahmet Uluçay’ı hissetmek olmalı. Ve Her ne gerekiyorsa yapmalı, Ahmet Uluçay olmalı. Bunun için küçük bir köyde yaşamak gerekse en küçük köyü bulmalı, mitolojiden Çarşamba karıları beğenmeli kabuslarına. Sanatta rahat olmaz der bir hocam, ne kadar haklı. Belki de en rahatsız iskemlelerde uyumalı. Ya da yapıtını birine anlatmadan gözlerine uyku sokmamalı. Yalnız kalmalı, sokaklarda kalmalı, yapımcı yapımcı dolaşmalı. Kendine inanan temiz bir yürek bulmadan can vermemeye çalışmalı. Ahmet Uluçay’ın “Sinemayı Lumiere kardeşler bulmasaydı, vallahi ben bulurdum.” demesindeki gibi bir inançla yoğrulmalı. Bir arkadaş bulmalı, öncelik sıralamasında değerli olan her nesneyi birinci sıraya koymalı. Birincilik paylaşılır ona göre, ikinci olanı yapmaya değmez çünkü. Yapmışsa da geçim sıkıntısı, ne yapsın. Muavinlik de yapar insan çıraklık da. Ama bir gün yapmak istediği yapıta muhakkak ulaşmalı.

Bir tane uzun metraj, bir kaç tane kısa filmle yönetmen olunur. Sinema dehası da olunur. Buna Ahmet Uluçay denir. Ruhu şad olsun.

Kara Tahta Yazıları-4

IMG_8930.JPG

Verilen en büyük yetkiydi bana bilmiyorum kelimesi. Belki de artık büyüklerim bana inanmıyorlar. Ama ne kadar umrumda gerçekten bilemiyorum. Ben olmayı ben seçmedim. Bilgiye nasıl ulaşacağımı dişlerimle toprağı kazıyarak öğrendim. Mühim değil artık kimliğim. Ben bilinmezliği kirlettim. Artık her şey bir öncekinden daha zor dostum. Ama sana bir sır vereyim. Yalnız kalmanın sırrı nedir çözdüm. Yalnızlığın yanlışlıklarla ilgisi var. Yanlışa yanlış dersen yalnız kalırsın. Eğer bir yanlış görürsen oradan hemen uzaklaşmalısın.

Bir Kara Kuyu

53767.jpg

Arkadaşlarla aramızda uzun uzadıya  tartıştık. Kimi uçmamız taraftarıydı kimi değil. Hepimiz kayak yapabiliyorduk. Ama bu bizim için artık bir spor değildi.

Bir kaçımız evlenmişti bile. Ama sorun değildi bekarlar olarak yeterli sayıdaydık.

Uzaktan bir adam geldi. Sorduk nerelisin dedik, dünyalıyım dedi. Aramızda tartışıp karar verdik, adamı kesip yedik. Tadı damağımızda kaldı, dünyalı eti güzelmiş. Etrafta gençten bir kaç penguen vardı, etten onlara da verdik sevinçten havalara uçtular.

Uçup gittiler. Meğer uçamadıkları için yanımızdalarmış. Alındık penguenlere.

Bu kadar sevme dedik bir tanesine. En çok o sevdi. Diğerine gitme dedik, kaldı. Penguenler tutarsız yaratıklar, insanlar gibi. Birden sinirlendi Venüs, ne o dedik. Ben insanları seviyorum dedi. Oysa bundan bize neydi?

Ne zaman çıkıp gidecektik? Ne zaman buradan kurtulacaktık? Her şeyi kontrol edebiliyorduk ama bilinçli olarak değil. Sanki bizden üstün bir şeyler vardı. Sorduk baş piskoposa “düşünme siktir et“ dedi. haklıydı, hiç düşünmedik. Düşünmedik diye bir kaç kere düştük, dizlerimiz kanadı, yaramızı yine onlar sardı, penguen kanatları düşünüldüğünden de genişti…

“Hervsey’de”

Başarı Miyopluğu

HYQO5908.jpg

Bu arada başarının fazlasıyla iğrenç bir şey olduğunu belirtmeliyiz. Meziyete olan sahte benzerliği insanları yanılgıya düşürüyor. İnsanların çoğu için başarı neredeyse üstünlükle aynı anlama geliyor. Yeteneğe çok benzeyen başarıya inanan bir enayi vardır: Tarih. Sadece Juvenalis ve Tacitus ona karşı homurdanırdı. Günümüzde, neredeyse resmi bir düşünce sistemi onun evine uşaklık etmek için girdi ve bekleme salonunda hizmet vermeye başladı. Başarınız: Kuram. Zenginlik kapasite gerektiriyor. Piyangoda kazanana becerikli, kurnaz bir adam deniyor. Kazanan saygıdeğer oluyor. Dünyaya üstün vasıflarla gelin! Hepsi bu. Şanslı olun, arkası gelir; mutlu görünün sizi soylu sansınlar. Bir yüzyıl boyunca ses getiren beş altı önemli istisna dışında, çağdaş beğeni anlayışı miyopluktan ibarettir. Yaldız altındır. Sıradan biri olmak hiçbir şeyi değiştirmez, sonradan görme olmalı. Sıradanlık kendine hayran olan ve sıradanlığı alkışlayan yaşlı bir Narkissos’tur. Kişiyi Musa, Eshillos, Dante, Michelangelo ya da Napoleon yapan o büyük yetenek halk yığınları tarafından hemen ödüllendirilir ve hangi alanda olursa olsun hedefine ulaşan alkışlanır. İnsanlar, bir noterin milletvekili olmasını, sahte bir Corneille’in Tiridate’ı yazmasını, bir hadımın hareminin olmasını, asker Prudhomme’un tesadüfen dönemin en önemli savaşını kazanmasını, bir kimyacının Sambre-et-Meuse ordusu için kartondan ayakkabı tabanları icat etmesini ve der yerine satılan bu kartondan dört yüz bin frank kazanmasını, bir işportacının tefecilikle evlenip ona hem annesi hem babası olacağı yedi sekiz milyonu doğurtmasını, bir vaizin genizden gelen sesi nedeniyle piskopos olmasını, zengin bir evin kahyasının işinden ayrıldığında Maliye Bakanlığı’na atanacak kadar zenginleşmesini, tıpkı Mousqueton’un yüzünü güzellik , İmparator Claude’un yakalığını ihtişam diye adlandırdıkları gibi deha olarak adlandırıyorlar. Gökyüzünün derinliklerinde takımyıldızlarla, ördeklerin bataklık çamurunda ayaklarıyla yaptıkları yıldızları birbirine karıştırıyorlar.

Sefiller

Victor Hugo

Derin Temizlik

IMG_0439.JPG

Kelime kökenleri araştırmaya giriştim. Her neredeysem ve kiminleysem o yerde kimliğimi neden yitirdiysem bilmek istiyorum. İstemsizce elim yazılmışlara gidiyor, oysa istediğim, henüz yazılmamış olanın ruhundan çığlıklar atıyor. “Beni buradan çıkar!” Kolaysa sen yap. Sese doğru yöneliyorum, yöneldiğim yeri karanlıklar basıyor, bir karabasan rüyalarımı ziyaret ediyor. Münzevi birisi, onu sevmiyorum değil. Ama ziyaret yersiz, misafirliği istemsiz. Uyandığım gibi bir koşuşturma, zorluyorum zihnimi, bulmalıyım hayallerimin yerini. Yazılmamış olandan, çizilmemiş olandan, akla gelmemiş ve gelmeyecek olandan geçmeli yolum, her ne pahasına olursa olsun, bulmalıyım onu. Bir uğramak değil amacım, oraya bedenimi adamalıyım. Dağ, taş, gök, toprak… Yardım etmeli bir kaç sağanak. Herhangi bir kasırganın peşinden gitmeliyim. Katmalı girdabına beni de. Nerede duracağımı bilmeden indi bindi pahası ile gideceğim yere götürmeli beni. Belki de buluşmamız hiç bilmediğimiz bir köyün kahvehanesinde olmalı. Mütevazi. Birer çay söyleyip dalmalıyız derdimizin sanatına. İnsan ne olduğunu bilmeli, nereden geldiği önemsiz, nereye gideceği belirsiz. İzbelerde bulmalı kendini, zamansız, yerin değeri değersiz.

Emir Değil İbadet

IMG_0776.JPG

Felsefenin ekmeği burjuvanın fırınlarında pişer. Zavallıya düşünmek düşmez. Zavallı olan hep düşer, sıfatını karıştırır düş görmeye çalışırsa düşünmeye fırsat vermeyenle çatışır. Hayallerin için fırsatları kovalamayı bırak. Seni senden çalan nesnenin sonuna bir “izm” koy, haykır, küfret, kavga et. Neslin besini ekmek değil, et. Kes bir parçanı ortaya koy ve ziyafet! Tabakları kuralına göre diz, saçmalıkların adı zarafet. Amacından sapmış medet umduğumuz şeylerin adı her neyse. Rezalet. Adın bir harften ibaret. Yalan yanlış düşüncelerinle insanları kepaze et. Belki de olduğun gibi olmalısın. Sıfatından yararlandığın her cümleden özür dilemeden dünyadan göç et(me). Parantez içi tavsiyelerinden yararlan ve bütün hayatını yokluğun pahasına hibe et.

Piskoposun Satılık Öğütleri

IMG_0768.JPG

İnsan üzerinde hep bir yük oluşturan ve suça meylettiren bir ten taşır ve ona boyun eğer.

İnsan onu gözlemeli, bastırmalı, durdurmalı, ancak son raddede boyun eğmelidir. Bu itaat halinde günah işlenebilse de, bu, büyük bir günah sayılmaz. Bu bir düşüştür, ama dizlerin üzerine düşme duayla telafi edilebilir.

Bir ermiş olmak istisnadır, dürüst bir insan olmak kuraldır. Yanılın, gücünüzü kaybedin, günah işleyin, ama dürüst olun.

Mümkün olduğunca az günah işlemek insanın yasasıdır. Hiç günah işlememek meleğin düşüdür. Dünyevi olan her şey günaha boyun eğer. Günah yerçekimine benzer.

Monsenyör Bienvenue

Sefiller

Victor Hugo

İyelik Eklerinde Durum Draması

IMG_6441.JPG

Ait olma hissinin kaynağını bulduğumda ilk suçumu işleyeceğim duygularıma karşı. Cebimdeki son kibriti onun için saklıyorum zira. Kısa ömürleri olan aciz varlıkların tanrısal iddialarını sürdürme biçimleri bir kaç farklı iyelik ekine bağlı. Ya bunlar hiç olmasaydı?

Hissedilecek çok şey var, yazmak o kadar güçlü değil.

Değirmende Düz Koşu

IMG_3067.JPG

Ne bu bekleyiş? Beklediği şeyin nesnesinden bile habersizken tekliğini çoklaştırma çabası yersiz. Ellerinin adı var, bana ellerinle seslen. Seni duyamıyorum. Delirmek eylemi elde var birken, diğer eylemlerin varlığı arafta? Ne tarafta? Soru, soru, soru. Hayat; çok fazla soru. Oku, öğren, anla. Hayat; çok bilinmeyenli iki denklemin birlikteliklerinden doğmuş ikiz çocuk. Her yer, yerde. Deniz, gök; yerde. Yerin dibi bir yerde. Ben bir yerde. Gözlerim yerde. Yaşamak istiyorum. Ama bu ten uyuşmazlığı zararlı. Utanıyorum. Her uyku yarı ölüm, uyanış ölüm. Ben hep uykunun en güzel yerinde uyandırılıyorum. Bir serçe mezarı; küçük, önemsiz, belki de gereksiz. Ben o mezarın dondurma çubuğundan taşıyım. Yazılacak yerim yok. Üzerime basılıyor, toprağa karışıyorum. Uykunun en güzel yerinden sınavdayım, soru, soru, soru. Yüzüm yerde, artık bildiğim soruları da cevaplamak istemiyorum.

Belki de kendiliğimden;

Uyanıyorum,

Toprak oluyorum,

Batıyorum.

İçimdeki Chopin

IMG_0101.jpgBeynimde ölü  bir adamın kalıntıları var. Nerede ölmüş ne uğruna ölmüş bilmiyorum, aslında umrumda da değil. Kafatası soruyor. Naziktir genelde. Neredensiniz siz? Cevap veriyorum, gökyüzünden. Sus diyor, inanmıyorum! Biraz gergin galiba bu aralar. Nasıl davranacağını bilmiyor, tutarsız. Benim gibi. Onunla aramıza kalitesiz kumaşlar giriyor. Bizi yataktan bu kumaşlar ayırıyor. Belki onlar olmasa yatağa gömülecektik. Dert değil. Ayrılmak acı çekmekten iyi diyor elmacık kemiği, ona pek güvenmiyorum. Bazen kalitesiz şakalar yapıyor. Kemik tozu savuruyor yüzüme. Burnum kaşınıyor. Hapşıracak gibi oluyorum, burnumu tutuyorum ama faydası yok o burnun bir kere kaşınmışsa hapşırsan bir dert hapşırmasan bir dert. Saçmalamayı bırakıp hapşırıyorum. Bir saniyeliğine de olsa kalbim duruyor, rahatlıyorum. Hiç durmayacak diye endişeleniyordum. Bu aralar biraz değişikliğe ihtiyacım var.

Yaşamanın bir tatili olmalı, belli saatlerde insanlar yaşamamalı. Bu önermeyi kalça kemiği yapıyor. Sanki tatil yapsa rahat edebilecekmiş gibi. Susturuyorlar onu. Onu galiba sevmiyorlar. Ne acı, onlar arasında da hiyerarşi var sanırım.

Yıllarca insanların yükünü taşıyan bütün kemikler ayaklanıyor. Kendimiz yetmezmiş gibi başkalarının yüklerini de taşıyoruz diyorlar. İnsanlar onlara karşı biraz acımasız davranıyorlar. Belki de haklılar, onların da bir sendikaları olmalı bence. Yatacak yerleri olmalı. Birleşip tekrar dirilmeliler.

Dirilmek de ölmek gibi acılı olur mu acaba? Hiç ölmediğim için bilmiyorum.

“Hervsey’de”

Hırsız Marşı

IMG_9674.JPGHava sıcak.

Asfaltta sahra edası.

Görgü kuralları uzakta olmalı.

Her kural bir başka bacadan akan kurumun sebebi olmalı.

Hırsızlık yapma!

Çaldıklarınız kurumun malı.

Bir saygı belirtisi olarak sizli bizli konuşma çabası.

Ne ala benzer kanın ne yola.

Dökülse bir yeşile olmamalı katran karası.

Ayağında 42 numara rugan ayakkabısı.

Şeriat zahire hükmeder.

Ama ne olacak içindeki belası.

Adamın hali içler acısı.

Bir saati var sanırsın zamanın bakıcısı.

Kendi halinde olmalı iç dünyası.

Bir de kolalı gömlek yakası.

Gözleri bir cenaze sonrası, yerde kalmış ekmek kırıntısı.

Emin olmalıydı insan, sonuçta onun yası.

Çaldı çırptı, çocuğuna bıraktı mirası.

Anası, danası yedi lokmayı

Şimdi çıkar çıkarabilirsen kursağından haramı.

Ne hamam paklar seni ne bir başkası

Aklı kira, zamanında var yarası

Ne ası, ne aşağısı

Gözü yükseklerde, ruhu gördü batağı

Ayrıldı birbirinden öksüz kaldı şerefi, hayası

İşte buydu onun arkası

Yanıldı, yandı, daha çok yanar ayağı

Kazak abdal söyledi hasını

“Ölüsüne bir tas suyu dökenin de avradını”

Yol-Mekan-Zaman Mekanizması

IMG_0221.JPG2 Eylül

Bugün 27. Gün dilsiz bir deniz kıyısında

Kalabalıklar içinde bir konuşma etkinliği sürüyor. Gidilmemiş yerlere giden insanlar arasında bir çok tatsız çatışma. Yazılmamış kelimelerin kırgınlığı var dünya üzerinde. Kelimelerin özgün birleşimi, bir sahip arıyor. Yıldızlar arasından kendilerine oksijensiz bir dünya seçiyor. Şüpheye yer veremediği inançları yüzünden olsa gerek kalbi sorgulanıyor. “O” denen her şeyin organizasyonunda bir boş vermişlik hali. Hazır olmayan birikimleri yere sermede başarısız bir meczup hali üzerindeki. Sessiz ol! Gürültüyü gücendir. Dünün içinde olduğu her zamanı yeniden yerinden oynat. Bakalım başındaki sezgileri ne kadar algılayabileceksin. Zamanla ilgili saatlerden başka yetkili olmaması dengesiz bir tezat. Ya buna kudreti olan birisi herkes uyurken saatleri yıllar öncesine almış da bundan dolayı yaşlanmışsak? Bir yergi halinde etrafta kolluk kuvvetleri, zincirleme isim tamlamaları. Yaz ne kadar hızlı geçti değil mi?

Bunların hepsi teferruat derinimde.

Galiba ıssız ovaları geçerken, bilmem kaç tekerlek üzerinde belli bir hızla zamanda süzülürken aklımda yarına dair umutlarımın doğum şarkısı çalıyor. Bir deli bütün gün bunun için çalışıyor.

Hiç kimse bilmiyor. Ben biliyorum.

Her anımda, seni özlüyorum. Göremesem de, sesinin tonundan dahi, umulmadık anlarda, seni hissedebiliyorum.

Umutla, umarım…

Hanede İşgal Durumu

IMG_4647Bugün üçüncü gün. Bir takım yıldızı beliriyor gözlerimin önünde. Önceden gördüklerimin hazin bir hatırası olarak sadece bunlar beliriyor zifiri karanlıkta. Daha önce hiç bu kadar endişelenmemiştim göremeyeceğim için. Oysa basit bir toz zerresi sanıyordum gözlerimde misafir ettiğim zerreleri. Meğer onlar bir işgalci edasında misafir oldukları haneyi ele geçirmek için planlar yapmışlar. Perdeleri kapatmalarını buna bağlıyorum. Zannediyorum ki iyi huylu değil beynimdeki bu sefilliğinden habersiz ur. Belki de kendine yüklediği sıfat; Uğur. Yenemeyeceğimi düşünmüyordum son günah çıkarmama kadar bu şaşkın günahımı. Ama rahiplerdeki umutsuz gülümseme varlığımı aşıp büyük bir savaşma ruhuyla da doldurmuyor yorgun bedenimi. Yıkıcı. Bugün gözlerim seni göremeyecek. Belki bir sonraki görüşmemiz aylar sonra değil. Bir kaç saat sonra yanıma gelip her şeyin iyi olduğunu söyleyeceksin. Varlığını hissetmem için tenine ihtiyaç duymuyordum oysa. Şimdi o güzel fotoğraflarına bakamayacağım. Güzel yüzünü unutmamak için hayallerime saklanacağım ne acı. Belki bununla başa çıkamayacağım. Son kez gördüğümü anlamış olsaydım doya doya bakardım yüzüne diye düşünüyorum. Gerçi yakınmayı, pişman olmayı, kaderimi sorgulamayı sevmem ama. Ama, ama, ama…

Düzen takıntımı bırakmam için yardımcı olacak iyi tarafı. Göremediğim şeylerin düzensiz olduğunu hissedemem sonuçta. Başka iyi tarafları da olacaktır eminim. “Her şerde bir hayır vardır.”derdi babaannem. Onun ölümünden beri hiç bu kadar onu özlemle anamamıştım. Belki de onu sevmeyi bile bilmiyordum. Artık bazı konularda ne demek istediğini anlayabiliyorum galiba.

Hayvan sahiplenmek istiyordum. Uzun zamandır bununla ilgili araştırma yapıyordum. Bir kaç yerde kılavuz köpeklere rastlamıştım sahiplenmeyi bekleyen. O zamanlar hiç ihtimal vermediğim bu olgu, şimdi gırtlağıma çökmüş durumda. Sadece gözlerimi kaybetmem değil olay. Ölebilirim de. Bu da çok uzak geliyordu bir zamanlar. Ölüm denen insanüstü yoklukla tanışmam çok küçükken olmuştu, Annem. Belki de bundan dolayı çok sahiplenmiştim o yokluğu. Ama başına gelince insan daha garip hissediyormuş. Bir arkadaşımı da lisede kaybetmiştim. Benimkine benzerdi yolculuğu. Umarım demem gerekiyor galiba, umarım yolculuğumuzun sonu aynı yere gitmez demem gerekiyor. Galiba umarım demek istemiyorum. Onları özledim. Ama yanlarına gidip onlara anlatabileceğim kadar fazla ilim, irfana sahip miyim, gerçekten bilemiyorum. Hem yeniden dirilmemiz ne zaman olacak ki? Daha o zamanın bilgisine bile ulaşamadık. İyi şeyler düşünüyordum hayat için. Belki de hayatın yoruculuğundan bıktım. İyimserliğin kara mutluluğu düştü gözlerime. Göremiyorum. Yıldızlar biriktiriyorum gözlerimdeki perdelerde. Her birinden bir istekte bulunuyorum. Seni unutmak istemiyorum. Ölmek istemiyorum. Ölürsem de sakın ağlama, gözlerim, gözlerindir. Bir damla yaş, bilmem kaç dakika daha yaşlandırır seni. Ağlama, istemiyorum.