Gölgelerin Savaşında Maktül de Suçlu

Şehir yağmur altında. Göklerde binlerce savaş uçağı, yanyana dizilmişler, üzerimize bombalar değil, yağmur taneleri bırakıyorlar.

Bir tanenin ortalama hızı iki yüz kilometre bölü saniye. Her biri yeryüzüne düştükçe bir mermi gibi toprağı deliyor. Şehir düştü, düşecek.

Herkes şimdi ne olacak diye sığınaklarda bekliyor. Gözler din adamlarında, yağmuru durduracak bir dua bekliyorlar. Din adamları kıyamet bölümlerinden okuyorlar.

Kitapların sayfaları katlanıyor, origami ustalarının ellerinden uçaklar olup çıkıyorlar. Yeryüzünden bir karşı saldırı fikri doğuyor.

Doğumun çığlıkları göğün yedinci semasından duyuluyor. Herkes sığınaklardan çıkıyor.

Hepsinin şakağında bir delik beliriyor. Damla nereden geldi, herkes neden öldü, bilinmiyor. Mezar taşları bile ağlıyor.

İnsanlık bir gecede böyle yok oluyor.

Ağabeyim Bana Küstü Mü?

IMG_1111.JPG

Ben hep çok küçüktüm. Kendi gözümde, belki özümde, belki de hiç önemseyen o büyük adamların konuştuğu gibi olan sözümde ben hep çok küçüktüm. Bunun da er geç farkına varacak diye insanlar hep sustum. Ağabeyim dedi diye susmadım. Korkudan sustum.

Onun yanında hep bir rahatsızdı oturduğum koltuk, her zaman otururdum oysa o koltukta, en sevdiğim koltuk. Ne dertler devirdim o koltukta, ne aşkları yendim, ne fikirlerle evrildim. Adı belki de saygıydı, rahatsızlık güzel bir kelime değil.

Son konuşmamızdı adam gibi. O hep çok gerçekçiydi. Ben yalandım, hayalciydim. O beni kendisi gibi yapmaya çalışmadı. Ben olmamı sağlamaktı belki amacı. Galiba biraz ters davrandım.

Zamanı geldiğinde yanında olamadım.

Dertlerim bir deryaydı bana göre ona sadece bir su damlası anlattım. Hiç korkmadım düşüncelerinden, ama başını ağrıtmamaktı niyetim . Beni dinleyen zaten vardı. Hiç aklıma gelmedi mi acaba onu dinleyen var mıydı diye? Derdini anlatabileceği bir dostu, bir yakını, sevdiği.

Hep içinde yaşardı.

Zevkli adam zaten, hayat diye bir şey verseler aramızdan bir tanesine, en güzel o yaşardı.

Konuşmak istiyorum onunla. Arkadaşı olmak istiyorum. Beceremiyorum. Ben kimseyle arkadaş olamıyorum. Dert dinlemekten kaçıyorum belki de. Hayattan kaçıyorum.

Ağabeyim bana küstü mü? Anlamaya çalışıyorum.

Arıyorum, ama arada bir. Rahatsız etmekten korkuyorum. Benden de kaçsın istemiyorum.

Bekliyorum.

Geçecek bunlar galiba. Öyle hissediyorum.

Aklıma kötü şeyler de geliyor ama,

korkuyorum.

Her ne olursa olsun. Ağabeyimi seviyorum.

Hayaletim, Son İsteğim

IMG_9778.JPG

Tavanların çatlaklarında yüzüyorum.

Belki de hiç ayak basılmamış bir sokakta yürüyorum.

Bu çarpık binaların girişlerinden ötürü arka bahçelere düşüyorum.

Sıkışıp kalıyorum.

Yalnız kalmak istemiyorum.

Yapacaklarım vardı benim daha.

Kahrımdan ölüyorum.

Tek kelime edemiyor, çabalıyor, yoruluyorum.

Bin yaşında bir çınar gibiyim, gövdem hamurdan, yapraklarımdan oksijen kusuyorum.

Boğazım yırtılıyor. Kalbim patlayacak gibi. Ritmim bozuk.

Belki de boşuna deviniyorum.

On beş bin peygamberden bir tanesi gelsin.

Yardım bekliyorum.

Cenazemi sen yıka. Yalvarıyorum.

Yaşarken yardımım olmadı insana.

Şimdi zulüm onlara, mezara koyacakları bedenim.

Son görev belki bu, son eziyet eşime, dostuma.

Ne olur beni onlarla ya da onlara bırakma!

Kadife Koltuklara Düşen Kristal Gözyaşları

IMG_9313.JPG

Toplu taşıma araçlarında öğrendi yalnızlığının acısını. En azından öyle tahmin edilebilir bir hali vardı. Küçük bir kızla şakalaşmaktı niyeti, dünyanın bin bir türlü halinden payına hiç iyilik düşmemişti belki.

Bütün babalar tarafından zaten azarlanmıştı yetmişine gelene kadar. Zehirlendi azar yedikçe, öksürdü ağır ağır. Her nefeste düştü, dizleri kanadı. Kanayan dizlerine bir tane yara bandı bulamadı.

Acı bir kahve içmek istedi oturdu bir kahvehaneye. Her mekanda duvarlar üzerine devrildi. Ağlamadı, ağlayamazdı. İnsanlar ağlayan insanlara acırdı, böyle olsun istemedi.

Çocuklarından ayrılmasından epey vakit geçmişti. Bir kere bile aramamıştı, yılların yorgunluğundan dolayı. İçeri düşmüştü belki de dışarı itilmişti.

Devrimin acı tadı ağzında, kırbaçların izleri sırtında. Hiç mutlu değildi belli ki. Ya mutluluğun anlamını bile öğrenememişti. Neden diye bir kere bile soramadı, yanına oturduğu adam bile kokusundan şikayet etmişti. İnsanların ondan nefret ettiğini düşünmekte haksız mıydı? Bir anlığına bile tahammül kalmayan bir dünyada yaşadığının farkına ne zaman varacaktı? Belki de varmıştı da yaşamak için bir süre daha dayanmak istedi.

Bu zamana kadar istediği ek süreler için hiç olumlu geri dönüş alamamıştı belli ki. Aslında kokusunun sebebi ezilmişliğinin keskin kokusu olabilirdi.

İnsanlar hiç böyle düşünmedi. Gözleri yere düştü. Asfaltta ağır aksak bir çatlak belirdi. Yer yarıldı, insanlığımız içine düştü. Şimdi yazılanların hepsi anlamsız.

En derin yerimiz mezarlığımız oldu.