Kaç dilek kurtarır beni bu dizlerimin ağrılarından, kaç gece yeter günahlarımın üzerine yorgan olmaya, kaç kişi sırtlar cenazemi, kaç mermiyle düşer beynimdeki bu başkaldırının sahibi?
Söyle bana Marki neden buradan kurtulmaya çalıştığımı kimse görmüyor? Neden kimse beni anlamak için en ufak bir çaba sarf etmiyor? Sen bilyorsun değil mi beni? En azından sen anlıyorsun.
Bu devrin adamı olmadığımı biliyorsun. İyiliğimi de, çirkinliğimi de… Zihnimde kurşuna dizilmiş onlarca masum insanı nerelere gömdüm, ne zamanlarda onlara dualar ediyorum, biliyorsun. Uzun zaman oldu, anlaşılmak için çabalarımı bir bir ağır aksak kaldırımlardaki parke taşlarının çatlaklarına bıraktığım. Bütün ruhumu süzdüm bedenimin ağrılarıyla. Kulak ağrılarıyla. Çok hakka girdim, bir demir kadar yoğundu fikrim, Allah’ın en sevmediği günahlarla seyreldim. Eğildim, doğruldum, yoruldum. Sen beni anlıyorsun.
Düzene küsene nereden bu hain saldırılar? Gecelikle molotof. Genellikle kundak. Gecelikle içilen bir şişe konyak.
Ama ben anlıyorum onları. Onlar da yorgunlar. Genlerindeki yorgunluk vücutlarında binlerce bende gizleniyor. Seviyor, sevmiyor.
Seviyor, sevmiyor.
Sevmiyor çıkıyor, dışarıda beni bekliyor.
Belki de beklediği kadar elzem görülmüyor. Olsun. Yine de onlar da yorgun biliyorum. Kafataslarında bir buçuk kiloluk bir yorgunluk var, göğüslerinde 250 gram.
Belki de putlarımız devriliyor.
İbrahim geldi belki de. Sadakat bekliyor.