Cenaze Merasiminde Açık Unutulan Kayıt Cihazı

Cenaze törenini kendi düzenlemişti. Neden böyle bir şey yaptığını sormaya fırsat bırakmadan azarladı bizi kaşlarıyla.

Evin bahçesindeydik. Güzel bir kahvaltı masası, cennete benziyordu. Biz kahvaltımızı yaparken biraz daha bekledi merdivenlerin önünde, etrafta gezinirken yoldaki taşları birer birer düzelterek geldi.

Önceki gecenin fırtınası yeni dinmişti içinde. Düzen takıntısını o gece yenmiş olduğunu düşünüyordu. Merdivenlerden inerken fark etti, o kadar kolay değildi. Yerlerde birbiri üzerine rastgele dizilmiş taşları eline geçirdiği bir küçük keserle törpülüyor, tören için her şeyin nizami olması gerektiğini bize gözlerinden çıkan ateşlere şekiller vererek anlatıyordu.

Sustuk. Orada bir sürü arkadaş, aile, okuldan dostlar, hocalar, sevgililer.

Hepimiz bir sinema sessizliğinde onu izliyor, sonraki eyleminin nelere mal olacağını merakla bekliyor, ne zaman ara verecek de sigara molasına çıkacağız diye bekliyorduk. Malum tören alanında sigara içmek yasak. İzmaritlerin nizami dizilmiş ladinler arasındaki küçük göletleri kirletmesine katlanamıyordu. Bunu yıllardır evine gelen bütün cenazelere anlatmaya çalışmış, acılı yüzlerden anlayış beklemişti.

Kahvaltıyı kaldırmış, bütün masaları düzenlemiş, masa örtülerini masalara sermiş, içecekleri yardımcılarına son kez kontrol ettirmişti. Sonunda bitti. Her şey artık istediği gibiydi. Bu karanlık evden çıkacak son cenazenin kendisi olması gerektiğini düşünmüş, böyle bir organizasyona girişmişti.

Üst kattaki Neriman Teyze bir sürü kanepe yapmıştı, koltuksuz masalara dağıtılmak üzere. Bayram havasında geçsin istiyordu tören. “Şimdiki gibi değil… Eski bayramlar gibi olsun.” diyordu.

Kırdığı her bir parke taşından çıkan tozları kirpikleriyle temizliyor. Etrafa uçuşan taş parçalarını ağaçlardaki kuşlara fırlatıyordu. Kuşların etrafı kirletmesine dayanamıyordu. Son bir kaç yıldır kuşları sevmediğini herkes biliyordu. Halbuki evinin girişindeki tabelada iki tane birbiri üzerine ters yüz edilmiş kuş figürleri vardı. Herhalde ailesinden kalma bir saçma kuruntu olacak. Kurcalamadık. Bir dakika durmadı son hazırlıkları tamamlamaya çalışırken.

Bunları önceden yapması gerekmez miydi? Neden bizi bu aptal ayrıntıları düzenlemeye çalışmakla bekletiyordu ki? Ölseydi de gitseydik artık. Herkesin işi gücü vardı. Sevgililer, tekrar sevmek üzere, hocalar derslerine gitmek, arkadaşları barlarda dans etmek, bense ne yapacağımı bilmeden sokakları turlamak, yahut yas tutmak üzere bekliyorduk. Biraz daha beklersek her şey berbat olacak herkes dağılacak, bütün ladinler ateşe verilecekti.

Neden bu kadar hazırlığı önemsemiyormuş gibi davranıyordu. Anlamlandıramıyorduk. Kürsünün etrafındaki dolaşmış kabloları da düzenleyip son kez kürsüde konuşma yapacağını anlatmaya başlamıştı elleriyle.

Sesini duyamayacak kadar uzak, sarılıp öpebilecek kadar yakındık.

Sonunda etraftaki üç büyük hoparlörden bir sesle konuşması başlamıştı. Ses kontrollerini yaptıktan sonra bir kaç cümle anlatmasını ardından ölümünü bekliyorduk. Bizi buraya neden topladığını anlattığı bir kaç cümle zırvaladıktan sonra konu başka yerlere gitmeye başladı. Sevgililerinden biri konuşmanın onlara geleceği korkusuyla lafa atıldı. Naif bir hicivle onu susturduktan sonra konuşmasına devam etti. Konunun nereye gideceği hakkında kimsenin malumatı olmadığı belliydi.

Son sözlerini söylerken takınılan bir edayla “Rıfat seni severim, bu malikane ne cenazeler ağırladı, her birinde ev sahibesiydim. Şimdi ilk ve son kez burada misafirim. Sen benim hiçbir şeyimsin. Hep öyle oldun. Bundan sonra da öyle kalacaksın. Bu bir aile mirası.

Hiçlikler ailesi.

Burayı bana devreden kişinin hiçbir şeyiydim. Şimdi de sen benim hiçbir şeyimsin. O yüzden bu malikaneyi sana devrediyorum” dedi.

Son bir kez, en sevdiği şarkının nakaratını söyledi.

Masanın altından çıkardığı barettayı şakağına dayadı ve kafatasını merdivenin girişine doğru patlattı.

Alkışlar eşliğinde kalabalık dağıldı. Ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Öylece kalakaldım. İnsanlar etrafımdan ışık hızıyla taziyelerini sunarak dağılıyorlar, bense hiçbir şey söyleyemiyordum.

Cenaze işlemlerini tamamladıktan sonra hiçimin, hazır bulunan banyoda kanları temizleyip, tabutuna koydum. Bana böyle ilginç bir görev bıraktığı için mutlu olmadığımı söyleyemem, ama…

Hayatımda ilk defa biri bana güvenmiş ve bir görev vermişti, ama…

Şimdi ladin ormanlarında yürürken elimdeki ses kayıt cihazı düşüncelerimin elektronlarına tecavüz ediyor ama…

Bunları anlatmak zorunda kalmış olmam belki beni güçsüz hissettirecek ama…

Yine de anlatmalıyım. Ben hiçbir şeyim ve ilk defa hiçbir şey olduğum için umutluyum.

Mezar Taşında Tanıdık Yüz

Kömür sürdüm yüzüme

Çatlaklarını doldurdum.

Devrimi yaktım, leş kokuları

Kahrı kahrettim, duvarlarımda sarı

Evet, zaten sarı olan duvarlarıma

Biraz daha sarı, çünkü sarılar çağlamalı

Bedenimdeki dikişler çoğalmalı

Algı yağmaları, yalın ağrıları

Sanrılarım kalbimde doğrulmalı.

 

Sonra yağmur sesinde belki

Belki beş metre bir bezin

-ki desensiz olmalı, beyaz olmalı-

Dikişsiz çehresiyle sevgilim

Zamandan kurtulmalı

Kırıp zincirlerini, tek gözlü gardiyanlara

Kızgın teşekkürlerden dökme

Bir gürzle katillerini taklit ettiğini

Göstermeli, gösterilerin sahibesi

 

Güzel yüzün ve kehribar gözlerin

Çarşaf teninde ruhlar alemi

Koyu macenta akınları

Bizi ve duvarlarımızı mahvetti.

Oysa sarı sanrı

Çok sarı, daha çok sarı

Sokakta kuşlar hakikaten sarı

Mevsimden diyorum herhalde mevsimden

Önümde hazal, uzakta Geyik dağları.

Bizim Mahallenin Şairi Bendim, Önce Sevgilim Sonra Küçük İskender Öldü

Ben, yok oluşların şairi, nasıl öldüm

İnanmadım da ondan devrildim

Sevdim de hakkı nedir diye

-bir ırgatın sırtında yüklü

saatleri gibi horlandım,

zorlandım, tökezimi sevmedim

diye düşündüm, diye düştüm-

Hakkını veremedim.

Ben bir çok ringde

Binlerce zihinle cebelleşip

Devrimi daimi sahiplendim.

 

Barınaklardan saklanır

Bas partilerinden demlenir

Ben yok oluşların şairi

Ne zaman, nasıl öldüm?

İnanamadım diye gözlerimi

Sürme diye taşlarına sürdüm.

Kör oldum diye kendime

Evvel zaman içinden,

Şiirlerden ve filmlerinden

Sahne süzdüm yüzünden

Aklımı çevirdim, belki de kaybettim.

Ben ölü şairlerin yok oluşu

Nasıl, ne zaman değil

Niye öldüm?

Bilmem dedim, cevap verdim

 

-kuru gürültüler yarattım

Tanrı gibi değil, hayır! Yoktan gelmedim.-

 

Öldüm diye hemen

Urgan sarıldı boynuma

Sıkışıyor boynum, kuru gürültülerim ıslak

Gözlerim kızarık

Ben şairlerin ölü yokuşu

Tamam yeter dedim,

Diye öldüm.