Elinde Sinema Makinası Olan Adam

dzigo-vertovdan-gercegin-belgeseli-film-kamerali-adam-7.jpg

Bir gözüm ben. Mekanik bir göz. Ben, makina, size ancak benim görebileceğim bir dünyayı açıyorum. Kendimi bugün de, bundan sonra da insana özgü o hareketsizlikten kurtarıyorum. Hiç durmadan hareket ediyorum. Nesnelere yaklaşıp onlardan uzaklaşıyorum. Süzülüp altına giriyorum onların. Koşan bir atın ağzı boyunca koşuyorum. Düşen, yükselen nesnelerle birlikte düşüp kalkıyorum ben de. Karmakarışık hareketler, en karmaşık biçimler içinde hareketleri sıraya kaydederek dönen benim: Makina.

Zaman ve yer sınırlamalarından kurtulmuşum; evrenin her bir noktasını, bütün noktalarını, nerede olmalarını istiyorsam ona göre düzenliyorum. Benim yolum, dünyanın yepyeni bir biçimde algılanmasına giden yoldur. Böylece size bilinmeyen bir dünyayı açıyorum.

Dziga Vertov

Göz Kapaklarımdan Başarısızlığımın Tahliyesi

Gfcggxxthvj.jpg

Zehri bir yaygarayla koparttı içinden,

düştü dilinden serzenişleri.

Bir kez daha küçük düşürdü beni.

Bunlara katlanmak için karşılığında hiçbir şey almıyorum.

Neden hala yanındayım diye binlerce kez

ayna karşısında derin sohbetlere giriştim,

fakat bir yansımayla sohbet pek derinleşemiyor ne yazık.

Her seferinde birkaç sudan sebep bulup geçiştirdim,

soru sormaya mecalim kalmayana dek yüzümü inceledim.

İnceledikçe kendimden, yüzümden, benliğimden tiksindim.

Aynaya belli bir süreden fazla bakınca

aynadaki yüzü tanıyamaz hale geliyor insan.

Bu da kim oluyor diye bir soru geliyor zihninin derinliklerinden.

 

Sen bensin, ben benim, biz beniz, her birimiz birer soluk beniz.

 

Kafam hafif dumanlıydı, nereden geldiğini bilmediğim bir ses,

belki bir hissiyat tarafından yönlendiriliyordum.

 

Bir kez vurdum kafamla aynaya,

tedirgindim, bilmediğim bir evin kapısını çalar gibi.

İkinci daha cüretkardı,

bir komşuydu kapının ardındaki,

yoğurt istiyordum, annem akşama ıspanak yaptı,

yoğurtsuz yiyemiyordu küçük kardeşim.

Üçüncü bir hınçtı sanki,

aldatılan bir erkeğin hesap sormak için yumrukladığı bir kapı,

kapının ardında arsız bir kadın vardı.

 

Tam o anda kırıldı ayna.

 

Ben acımadım nefsime, ayna acımadı yüzüme,

kesti göz kapaklarımı,

on dört dikiş yakıştırdı o hassas yere bir saniyede.

 

Şimdi herkes neden yaptın diye soruyor.

Cevap bekliyorlar, mantıklı bir açıklama istiyorlar,

sanki bana göre mantıklı olan şeyler

onlara  göre de mantıklıymış gibi.

 

Herkes gitsin, bir kişi kalsın yanımda,

o da eğilsin de kulağına söyleyeyim.

Kanımda keskin bir başarısızlık var,

aksın gitsin istedim,

bu kibri içimden

ancak böyle tahliye edebilirdim.

Dertlere Deva İşçiliği

IMG_5420.JPG

Bir dert sarmaşığı sardı etrafımızı ve nasıl kurtulacağımızı bilmiyorduk bu sıkışmışlıktan. Bir batakta çırpınıyor, çırpındıkça batıyor, battıkça bağırıp çağırıyorduk o meşru isimleri. Her birimiz dudaklarımızı akşamdan kalma küfürlerle kanatıp, gül diziyorduk dizelerimize ve kimse kimseyi tanımıyordu o meşhur olan meşru saatlerde. Kimsecikler yoktu, kimseler kimseleri sevmek için -tanımasa da sevmek için- çabalamıyordu.

O anda mı çıkagelmişti o meşru isimlerin sahibi bilemedik. Çekti bir tankerin küçücük deposuna koca bataklığı. Çığlıklarımız, haykırışlarımız hem öksüz hem yetim kaldı birden, annesi tarafından yetimhane kapılarına yahut cami avlularına terk edilmiş piçler gibi. Kimdi bu zamansız sahip? Fosforlu ceketiyle bir çöpçüyü andırıyordu, fakat bir ayağı topal. Belediyenin engelli kontenjanından girmiş işe belli dedi içimizden biri. “Ruhumuzun yolları önüne engel, örülen duvarlara düşmanlığından belli.” Ah şu meşhur tatlıcılar, viran kasaplar, devrin kaplumbağaları, kana susamış sivrisinekler. Şimdi kökü kurumuş bataklıkta hep birlikte bir çamur banyosundan medet umuyor gibi görünüyorduk, bedenimizin gayrimeşru ağrılarına.

Yarı tanrılara söz geçmiyor, volkanlar çağlamıyor, darağacı daha sevimli görünmüyor gözlerimize. Sevgi taşlandıkça (toplumun toplu günah çıkarma törenine dönüşmüş bir eylem) çığlıklara boğulan, fakat günahı çıkmayan, bir yosmaymış, şimdi ağlasak da, can çekişsek de, hatta ve hatta ölsek de çağlamıyor yarım kalmışlığımız.

Gündelik kepazeliklerimiz, ateşten gürzlerimizin altında ezilsin, bekliyoruz.

Yer Altında Ruh Sergisi

IMG_0256.JPG

Ben! Ben kimim? Nerede hiçliğim?

Yüzüm nerede? Nerede benliğim?

Karşında et, kemik, kandan bir kukla gibiyim

Ah şu düşünce iltihaplarım,

Dertlerim!

Binlerce deniz olsa şu sefil bedende,

Dolduracak…

Hiç yer bırakmayacak iniltilerim.

Gülüyorum, çünkü elimde değil,

Ben bir kişi değilim.

Tüm kadınlarda akşam yemeği

Erkeklerde sevgi gibi.

Maktul benim, ellerim!

Eriyen ellerim.

Güzel gözlerin.

Hepsi benim.

Böyle olsun istemedim.

Ölmek diye bir şey varmış,

Ben bunu istemedim.

Sadece az bir derdim vardı.

Gülmek istedim.

Ellerin boğazımda.

Ölümden güzel değilmiş sevgin,

Toprakta, artık belliyim.

Bitmemiş Bir Resme Teslim Oldum, Suçsuzum

Nerede çizildi bu yüzündeki çizgiler,

Ne ara yaşlandın bu kadar?

Aynaya bakmak gelmiyor içinden.

zemindeki desenleri inceledin bir süre.

İnceledikçe inceldin.

İplerin koptu belki de dağıldın.

Durdun sonra. Dünya durdu,

zaman durdu, kalbin durdu.

Ne oldu diye soruyorum sana,

ne oldu?

 

O düğmeye sen mi bastın?

Asansörü sen mi durdurdun?

Kabul, bütün yaptıklarını

ve dahi yapacaklarına sonsuz kere kabul

Yine de senden rica ediyorum

Beni tamamla.

 

Belki havalandırmadan çıkan

Düzensiz seslerden bir armoni beğendin de

Dile getiremedin.

Parti parti düştün zemine.

Güzel dizilsin diye

Kelimeler ses tellerine,

Hafifçe öksürdün.

Sonra bambaşka şeylerden

Renklerden, filmlerden,

Su kaplumbağalarından konuştun

 

Ki ben, utangaçlığıma

Bir isim bulmak için sözlüklerden

Yıllarca gözlerimi ayırmamıştım

 

Sen ise asansörü durdurdun.

Belki de yanlışlıkla yaptın.

Ama bir kere durdurdun.

Korkunu gizlemek için mi bunca zaman,

Bir kere bile yüzüne bakmadığın

Benimle konuşmak zorunda hissettin.

Bu zulme değmezdi ama olsun.

Ben gocunmadım, sen de gocunmazsın umarım.

 

Ben yine çöplerini toplayayım sabahları.

Uyanamazsan sorun değil,

Senin çöplerini akşamları da alırım.

Benim işim bu!

Bir de arada resim çizerim.

Öyle güzel yüzler çizemem ama.

Senin gibi ruhani tablolar çıkaramam

Eşantiyon tükenmezlerden.

 

Olsun ben yine de çizerim.

Sadece sen çiziyorsun diye çizerim.

Zaten hiç bitiremem resimlerimi.

Yarım diye ruhum,

Sevemem seni.

Ama yalnızca sen bitir diye

Yarım kalabilirim.

 

Sensiz yaşamak eskizliktir,

Beni mutluluğa boya!

Renk kullanımın önemsiz,

beni önemli hissettiğin bir anda

Pastel zamanlara boya.

Sokak Çocukları ve Eski Dostum Mermer

Ah şu memur düşünceler.

Nerede kaldı yalnızlığımızın orta kahveleri?

Üç kuruş denkleştirip satın alamadık

şu üzerinde yattığımız kaldırımları.

Bilirkişiler gezdi buralarda,

yağmur vardı,

şemsiyeler vardı.

Bir de battaniyeler ıslandıkça

cesetlik iddiaları çağlardı.

-Etrafını çizelim.

Çabuk olun, bir tebeşir bulun.-

İnsan küçükken

ölmekten korkmuyor anlaşılan

ya da bunu bir rolden ibaret zannediyor.

Ayaklarımız acıyor,

kuru yerlerde yağmurun hükmü hiçe sayılıyor.

Fırtına bastırıyor,

bulutlar inancımızı çürütmeye çalışıyor,

sanki bir küf denizinde

ekmek içinden bir sandala binmişiz,

bu derin koku

yavaş yavaş üzerimize siniyor.

Kelimelerimiz bitiyor ne acı.

Tazelemek için gönderilen bardaklardan

haber alamıyoruz.

Nerede kaldı kahveler?

Biz iki orta türk kahvesi söylemiştik.

Korkuların varacağı son liman

Camların üretildiği ortam.

Neden bu bardaklar yarım?

Sana çok alıştım, artık yapamıyorum.

Neredesin sevgili yalınlığım?

Görüntü Devriyesinde Bir Zatın Kimlik Kargaşası

Evvel zaman içinde bir bilmece, sesin kesik,

dikiş gerekli; iğne, iplik, dert ve hiciv.

Aynası kibir, vitrini tahmin, terzisi tenkit

Durma öyle belirsiz, söz ver, şehri ruhsuzlardan özgür

Bir mısra haline getir, tükettiğin heybeden!

Ezil, edebiyatın ruhundan da fakir.

Ruhun devrik, zehrin çiçek bezeli şiir,

dikiş gerekli; iğne, iplik, şan ve kibir.

Cebri kesir, ziyneti teşhir, zihni taksir

Söz ver, şehri şairlerden özgür

Bir kale düzenine getir, azmin haybeden!

Dik dur, ibadetin de başka alengir.

Hastane Koridorlarında Cehennem Kokuları

Kalıp üretmeye muktedir kalıplar

Üzerimdeki; yüzlerce yıllık bir koku

Kemiklere düşman bir ağırlık

Varlık düşmanı yoksulluklarım

Orman dini, kuralları katı

Çıralar ve ruhum arasında

Perçinlenmiş bir bağlantı elemanı var.

Çağdaş yapılar dizilmiş,

Çatıların üzeri bulutlarla çevrili

Bir yağmur bekliyorum beni kendime getirecek

Nereden, nasıl geldin diye sormadan

İçeri buyur edecek

Ağrılarla dizlerim arasında

Kaybedeni değişen daimi bir savaş var.

Bu bir hücre istilası karaciğerimin üzerinde

Doktorların hepsi hemfikir

-Moralini yüksek tut, içinde kalan bir şey varsa yap.-

Hatıralara düşman kalemler

Yara kabuğu gibi düştü ziynet eşyalarım

Nasıl olduğunu bilmeden

Zamanını kestiremeden

İnsan zihni, sınırları değişken

Tarihle, eylemim arasında

Haklı değil ama gerekli bir sürgün var.

Arama Kurtarma Ekiplerine Çağrı; Dostum Bir Masalda Mahsur Kaldı

Devren satılık kafalarda taş devri,

Zırhı delindi, bir kurşun bile değmemişti,

Keman seslerini susturun,

Bir renk daha teninde erimemeli

Dün yeşil, yarın şimdilik çizgi,

Gün dönümü, duvarlarında ruhlar alemi.

Hepsi birlikte bir demet oldu,

Hem de ucuzdu bağları

Şu sirtakileri kimin üzerinde yapıldı

Ses çıkarmadı zavallı, yarım kalmış özü

Bir kez daha, aşağılandı

Hem de ne aşağılanmaydı.

Hayat pahalı artık, yaş aldı başını

Göğsü parçalandı, ne kadar taşlanmıştı

Kurşun seslerini dindirin ne olur

Bir beden daha bu gürültüden irkilmemeli

Ölüsü budandı, parmaksız elleri delil

Tan ağardı, kanı şimdilik kurudu belki

Kül grisi, yavan isteklerin hepsi

Bir buz perisinin bedenindeydi, çizilmişti

Pervanelerin hepsi ateşte

Beni bu bedenden kurtar ey yaradan! dedi.

-Bunca acım yaradan değil,

Ben diye bir bedende sıkıştığımdan.-