Koltuğumda Oturuyor, Karşımda Bir Orman Görüyorum

$REAUFWX.JPG

Karşımda bir kişi mi oturuyor iki mi bilmiyorum, her halükarda bana benziyor.

Jestleriyle, mimikleriyle tam bir narinlik abidesi. Bir kişiyle mi konuşuyor kendiyle mi, her dilde ve renkte muhabbeti devam ediyor.

Her bir notanın köklerinden damlayan serin pınardan kana kana içmek isteyen kim, nereye doğru bakıyor?

Buraya ne zaman geldi, dikkatim üzerimde değildi galiba etrafımda olan bitenden bihaber bir şekilde, çayın hala 1 lira olduğu mekanlardaki gibi bir iskemlede oturuyorum.

Sağımdan ve solumdan geçen saydam ruhların çehrelerini yakalamakta zorlanıyorum. Karşımda bir ordu mu var, gözlerim kazanmanın önemsiz olduğu bir oyunda mı, tarihsel bir serüvenin yansıması gibi bir çerçevede yüzüyorum. Kafamın içinde mi yürüyorlar, bulunduğum odanın zemininden bu kadar sesin çıkması mümkün mü? Belki de fazlaca abartıyorum.

Bir hayalin yansıması bunlar. Daha önceden yaşanmış gibi hissediyorum. Galiba yine bir savaş başlattım, diplomatik sorunlarda soğukkanlılığımı koruyamadığımdan her seferinde yeniliyorum.

Göz Kapaklarımdan Başarısızlığımın Tahliyesi

Gfcggxxthvj.jpg

Zehri bir yaygarayla koparttı içinden,

düştü dilinden serzenişleri.

Bir kez daha küçük düşürdü beni.

Bunlara katlanmak için karşılığında hiçbir şey almıyorum.

Neden hala yanındayım diye binlerce kez

ayna karşısında derin sohbetlere giriştim,

fakat bir yansımayla sohbet pek derinleşemiyor ne yazık.

Her seferinde birkaç sudan sebep bulup geçiştirdim,

soru sormaya mecalim kalmayana dek yüzümü inceledim.

İnceledikçe kendimden, yüzümden, benliğimden tiksindim.

Aynaya belli bir süreden fazla bakınca

aynadaki yüzü tanıyamaz hale geliyor insan.

Bu da kim oluyor diye bir soru geliyor zihninin derinliklerinden.

 

Sen bensin, ben benim, biz beniz, her birimiz birer soluk beniz.

 

Kafam hafif dumanlıydı, nereden geldiğini bilmediğim bir ses,

belki bir hissiyat tarafından yönlendiriliyordum.

 

Bir kez vurdum kafamla aynaya,

tedirgindim, bilmediğim bir evin kapısını çalar gibi.

İkinci daha cüretkardı,

bir komşuydu kapının ardındaki,

yoğurt istiyordum, annem akşama ıspanak yaptı,

yoğurtsuz yiyemiyordu küçük kardeşim.

Üçüncü bir hınçtı sanki,

aldatılan bir erkeğin hesap sormak için yumrukladığı bir kapı,

kapının ardında arsız bir kadın vardı.

 

Tam o anda kırıldı ayna.

 

Ben acımadım nefsime, ayna acımadı yüzüme,

kesti göz kapaklarımı,

on dört dikiş yakıştırdı o hassas yere bir saniyede.

 

Şimdi herkes neden yaptın diye soruyor.

Cevap bekliyorlar, mantıklı bir açıklama istiyorlar,

sanki bana göre mantıklı olan şeyler

onlara  göre de mantıklıymış gibi.

 

Herkes gitsin, bir kişi kalsın yanımda,

o da eğilsin de kulağına söyleyeyim.

Kanımda keskin bir başarısızlık var,

aksın gitsin istedim,

bu kibri içimden

ancak böyle tahliye edebilirdim.

Dertlere Deva İşçiliği

IMG_5420.JPG

Bir dert sarmaşığı sardı etrafımızı ve nasıl kurtulacağımızı bilmiyorduk bu sıkışmışlıktan. Bir batakta çırpınıyor, çırpındıkça batıyor, battıkça bağırıp çağırıyorduk o meşru isimleri. Her birimiz dudaklarımızı akşamdan kalma küfürlerle kanatıp, gül diziyorduk dizelerimize ve kimse kimseyi tanımıyordu o meşhur olan meşru saatlerde. Kimsecikler yoktu, kimseler kimseleri sevmek için -tanımasa da sevmek için- çabalamıyordu.

O anda mı çıkagelmişti o meşru isimlerin sahibi bilemedik. Çekti bir tankerin küçücük deposuna koca bataklığı. Çığlıklarımız, haykırışlarımız hem öksüz hem yetim kaldı birden, annesi tarafından yetimhane kapılarına yahut cami avlularına terk edilmiş piçler gibi. Kimdi bu zamansız sahip? Fosforlu ceketiyle bir çöpçüyü andırıyordu, fakat bir ayağı topal. Belediyenin engelli kontenjanından girmiş işe belli dedi içimizden biri. “Ruhumuzun yolları önüne engel, örülen duvarlara düşmanlığından belli.” Ah şu meşhur tatlıcılar, viran kasaplar, devrin kaplumbağaları, kana susamış sivrisinekler. Şimdi kökü kurumuş bataklıkta hep birlikte bir çamur banyosundan medet umuyor gibi görünüyorduk, bedenimizin gayrimeşru ağrılarına.

Yarı tanrılara söz geçmiyor, volkanlar çağlamıyor, darağacı daha sevimli görünmüyor gözlerimize. Sevgi taşlandıkça (toplumun toplu günah çıkarma törenine dönüşmüş bir eylem) çığlıklara boğulan, fakat günahı çıkmayan, bir yosmaymış, şimdi ağlasak da, can çekişsek de, hatta ve hatta ölsek de çağlamıyor yarım kalmışlığımız.

Gündelik kepazeliklerimiz, ateşten gürzlerimizin altında ezilsin, bekliyoruz.

Peygamberler Arkadaşlarım İçin de Geldiler

Kaç dilek kurtarır beni bu dizlerimin ağrılarından, kaç gece yeter günahlarımın üzerine yorgan olmaya, kaç kişi sırtlar cenazemi, kaç mermiyle düşer beynimdeki bu başkaldırının sahibi?

Söyle bana Marki neden buradan kurtulmaya çalıştığımı kimse görmüyor? Neden kimse beni anlamak için en ufak bir çaba sarf etmiyor? Sen bilyorsun değil mi beni? En azından sen anlıyorsun.

Bu devrin adamı olmadığımı biliyorsun. İyiliğimi de, çirkinliğimi de… Zihnimde kurşuna dizilmiş onlarca masum insanı nerelere gömdüm, ne zamanlarda onlara dualar ediyorum, biliyorsun. Uzun zaman oldu, anlaşılmak için çabalarımı bir bir ağır aksak kaldırımlardaki parke taşlarının çatlaklarına bıraktığım. Bütün ruhumu süzdüm bedenimin ağrılarıyla. Kulak ağrılarıyla. Çok hakka girdim, bir demir kadar yoğundu fikrim, Allah’ın en sevmediği günahlarla seyreldim. Eğildim, doğruldum, yoruldum. Sen beni anlıyorsun.

Düzene küsene nereden bu hain saldırılar? Gecelikle molotof. Genellikle kundak. Gecelikle içilen bir şişe konyak.

Ama ben anlıyorum onları. Onlar da yorgunlar. Genlerindeki yorgunluk vücutlarında binlerce bende gizleniyor. Seviyor, sevmiyor.

Seviyor, sevmiyor.

Sevmiyor çıkıyor, dışarıda beni bekliyor.

Belki de beklediği kadar elzem görülmüyor. Olsun. Yine de onlar da yorgun biliyorum. Kafataslarında bir buçuk kiloluk bir yorgunluk var, göğüslerinde 250 gram.

Belki de putlarımız devriliyor.

İbrahim geldi belki de. Sadakat bekliyor.

Ev Sahibi Çıkın Dedi

Kalbimin ortasında yoğun bir sis bulutu, misafirdi, galiba yerleşti. Dört bir yanım sarıldı, kara günler üstüme geliyor.

Sıkıştım bu gecekonduya, belki elli yıl önce terk edilmiş. Sanıyorum sahibi bir anda zengin olmuş veya ölmüş. Dolaplarda bakır tencereler, içindekiler kurda kuşa yem olmuş.

Birgün buradan çıkacağım, kara günlerin içinden geçip gideceğim. Aydınlık günler değil hedefim, neden yaşadığımı bilmiyorum. Zamanla ilgili derdim. Yalnızca bir kaç yıl geriye gitmek istiyorum.

Gölgelerin Savaşında Maktül de Suçlu

Şehir yağmur altında. Göklerde binlerce savaş uçağı, yanyana dizilmişler, üzerimize bombalar değil, yağmur taneleri bırakıyorlar.

Bir tanenin ortalama hızı iki yüz kilometre bölü saniye. Her biri yeryüzüne düştükçe bir mermi gibi toprağı deliyor. Şehir düştü, düşecek.

Herkes şimdi ne olacak diye sığınaklarda bekliyor. Gözler din adamlarında, yağmuru durduracak bir dua bekliyorlar. Din adamları kıyamet bölümlerinden okuyorlar.

Kitapların sayfaları katlanıyor, origami ustalarının ellerinden uçaklar olup çıkıyorlar. Yeryüzünden bir karşı saldırı fikri doğuyor.

Doğumun çığlıkları göğün yedinci semasından duyuluyor. Herkes sığınaklardan çıkıyor.

Hepsinin şakağında bir delik beliriyor. Damla nereden geldi, herkes neden öldü, bilinmiyor. Mezar taşları bile ağlıyor.

İnsanlık bir gecede böyle yok oluyor.

Ağabeyim Bana Küstü Mü?

IMG_1111.JPG

Ben hep çok küçüktüm. Kendi gözümde, belki özümde, belki de hiç önemseyen o büyük adamların konuştuğu gibi olan sözümde ben hep çok küçüktüm. Bunun da er geç farkına varacak diye insanlar hep sustum. Ağabeyim dedi diye susmadım. Korkudan sustum.

Onun yanında hep bir rahatsızdı oturduğum koltuk, her zaman otururdum oysa o koltukta, en sevdiğim koltuk. Ne dertler devirdim o koltukta, ne aşkları yendim, ne fikirlerle evrildim. Adı belki de saygıydı, rahatsızlık güzel bir kelime değil.

Son konuşmamızdı adam gibi. O hep çok gerçekçiydi. Ben yalandım, hayalciydim. O beni kendisi gibi yapmaya çalışmadı. Ben olmamı sağlamaktı belki amacı. Galiba biraz ters davrandım.

Zamanı geldiğinde yanında olamadım.

Dertlerim bir deryaydı bana göre ona sadece bir su damlası anlattım. Hiç korkmadım düşüncelerinden, ama başını ağrıtmamaktı niyetim . Beni dinleyen zaten vardı. Hiç aklıma gelmedi mi acaba onu dinleyen var mıydı diye? Derdini anlatabileceği bir dostu, bir yakını, sevdiği.

Hep içinde yaşardı.

Zevkli adam zaten, hayat diye bir şey verseler aramızdan bir tanesine, en güzel o yaşardı.

Konuşmak istiyorum onunla. Arkadaşı olmak istiyorum. Beceremiyorum. Ben kimseyle arkadaş olamıyorum. Dert dinlemekten kaçıyorum belki de. Hayattan kaçıyorum.

Ağabeyim bana küstü mü? Anlamaya çalışıyorum.

Arıyorum, ama arada bir. Rahatsız etmekten korkuyorum. Benden de kaçsın istemiyorum.

Bekliyorum.

Geçecek bunlar galiba. Öyle hissediyorum.

Aklıma kötü şeyler de geliyor ama,

korkuyorum.

Her ne olursa olsun. Ağabeyimi seviyorum.

Kadife Koltuklara Düşen Kristal Gözyaşları

IMG_9313.JPG

Toplu taşıma araçlarında öğrendi yalnızlığının acısını. En azından öyle tahmin edilebilir bir hali vardı. Küçük bir kızla şakalaşmaktı niyeti, dünyanın bin bir türlü halinden payına hiç iyilik düşmemişti belki.

Bütün babalar tarafından zaten azarlanmıştı yetmişine gelene kadar. Zehirlendi azar yedikçe, öksürdü ağır ağır. Her nefeste düştü, dizleri kanadı. Kanayan dizlerine bir tane yara bandı bulamadı.

Acı bir kahve içmek istedi oturdu bir kahvehaneye. Her mekanda duvarlar üzerine devrildi. Ağlamadı, ağlayamazdı. İnsanlar ağlayan insanlara acırdı, böyle olsun istemedi.

Çocuklarından ayrılmasından epey vakit geçmişti. Bir kere bile aramamıştı, yılların yorgunluğundan dolayı. İçeri düşmüştü belki de dışarı itilmişti.

Devrimin acı tadı ağzında, kırbaçların izleri sırtında. Hiç mutlu değildi belli ki. Ya mutluluğun anlamını bile öğrenememişti. Neden diye bir kere bile soramadı, yanına oturduğu adam bile kokusundan şikayet etmişti. İnsanların ondan nefret ettiğini düşünmekte haksız mıydı? Bir anlığına bile tahammül kalmayan bir dünyada yaşadığının farkına ne zaman varacaktı? Belki de varmıştı da yaşamak için bir süre daha dayanmak istedi.

Bu zamana kadar istediği ek süreler için hiç olumlu geri dönüş alamamıştı belli ki. Aslında kokusunun sebebi ezilmişliğinin keskin kokusu olabilirdi.

İnsanlar hiç böyle düşünmedi. Gözleri yere düştü. Asfaltta ağır aksak bir çatlak belirdi. Yer yarıldı, insanlığımız içine düştü. Şimdi yazılanların hepsi anlamsız.

En derin yerimiz mezarlığımız oldu.

Bir Sessiz Çığlık, Adı: Doğa Ana

Buraya attı beni gökten. Etrafımda bodur ağaçlar. Yerde kafatasları, gözlerimde perdeler. Siyah bir zulmet çökmüş ormanın üzerine. Yalın ayak tekmelediğim ölü saçlar, oyduğum gözler belki de güzeller. Göremediğim her sahneye yazdığım bir eleştiri mektubu, aslında o kadar da eleştirilebilir bir film değil. Sahnenin tozu bir elimde, diğeriyle güller getirdim, ellerim dolu. En yakın mezar nerede?

Şimdi şuradan çıksam göklere kadar yürürüm, fakat ayaklarım bu eylemde tarafsız kalma kararında. Bir sürü kulu var, beni neden seçti acaba? Hükümlerinde ayrılık, zaman karanlık, dizlerim ağrıyor, sırtımda en az yüz kilo bir ağırlık.

Göremediğim her sahnede bir oyuncu, topluluğu azınlık, yalnızlığı yalınlık, üstü başı dağınık. Sesler var, çığlık! Kulaklarımla geldim buraya, arkam dağlık, önüm sığ bir derya. Ayaklarımda dövünen ıslaklık.

Her birimiz başka gemideyiz, halatlarından akıyor deniz, dağlara. Bir ton ağaç çekiliyor ağlara. Özür diliyoruz balıklar, yıllardır sağdık sizi, taziyemiz kalan sağlara.

Kaçmalıyım buradan. Uzaklara, çok uzaklara! Çağdaşlarım çağlıyor, cehaletle, önlerinde gezdirdiği hastalıklı kurbanlara. Rol çalmada usta arkadaki, öndeki saf nasıl olsa.

Ölüm gerek yayalara. Evler önünde binlerce tonluk demir yığınlarına saygı hat safhada. Toprak alındı, göklere taşındı, bir kutu içinde oturan zavallılara saygınlık sağlandı. Kağıtlara karşılık bir deprem çağırıyor doğa ana.

“Gel de kurtar beni bu bağnazlıktan!”

Korku Tünellerinde Aniden Çıkan Şeyler Sevimliyse Dahi Korkuturlar

IMG_9741.JPG

Bodrum kat, biraz aşağısı cehennem. Sefil hastaya gün doğuyor, içerisi soğuk ama aşağısı sıcacık. Bir ameliyathane kapısı!

Yarısı karanlık, yarısı aydınlıktan bozma bir koltuk, karşımda iki adam, birinin elinde yalnızlık, birinin kulağında kulaklık. Ameliyathane önü kalabalık, gözlerim sadece iki kişide, diğerleri bulanık. Namaz kılanın önünden geçenle gelmiş bir kaç iblisle birlikte, üç beş çocuk. Etraf dağınık. Üzerinde kefenlerle içeriden çıkanlar var, bıçaklar bellerinde. Dışarısı karışık, ölüsü sağanak, dirisi karanlık.

Birinin elinde bir bardak, yerde yatıyor, bardağı yastık. Yerin altından, en sevdiği grubun konserini dinliyor. Ayaklarıyla ritim tutuyor, üç beş vuruş, sonra sıkılıyor.

Merdivenden bir adam iniyor, elinde bir makine, silaha benziyor. Etrafta bir denek arıyor. Ağlıyor, sızlıyor. Belki de tam şu anda o da bir şekilde kaybediyor.

Tabanca düşüyor, yerde patlıyor, grubun solisti kanlar içinde yere yığılıyor. Bir adam epey kilolu, sırtladığı gibi ameliyathaneyi, sahneye indiriyor. Kalabalığın yüzüne hastane kokusu siniyor.

Adam düşen yerden silahı alıyor, böyle olmasını istemiyor, senaryoyu değiştirmek için bir kaç kez gözlerini ovuşturuyor. Fayda etmez, gözlerini çıkarmayı deniyor, canı yanıyor, beceremiyor.

Madem ki ölüyor:

Elindeki kitaptan bir pasaj okumak için yüksek bir yerler arıyor. Koltuktaki adamlardan birinin yalnızlığına basarak yükseliyor, diğeri kulaklığının birini çıkarıyor.

Gür sesle, daha önce hiç yapmadığı gibi, kendinden emin bir şekilde, bağırarak okuyor!

“Tanrı, içindeki tahammülfersa boşluğu doldurmak için evreni yaratır. Evrenin içine gezegenleri, gezegenlerin içine dünyayı, dünyanın içine hayatı, hayatın içine insanı yerleştirir. Ve onun içine koyacak bir şey bulamaz. İşte insan denen tuhaf hayvanın, varlıkların en yücesi ve en anlamsızı kılınışının hikayesi. Evrenin orasını burasını felsefeyle, sanatla, aşkla, hatta ironik bir biçimde Tanrı’yla bezerken, ortak anlamsızların en küçüğünün elbette bir gerçeği unutması gerekmektedir: Hakikatte bütün kitaplar sayfaları doldurmak için yazılır.”

Kızların Yaratıcıları; İsmini Çalamadı

IMG_6598.JPG

Dünyayı geziyorum. Her kentte seni arıyorum. Bütün meydanlarda oturup alelade bir taşa senin ismini yazıyorum. Ödevim bu olsun, ölmeden bütün şehirlere senin ismini götürmeliyim. Şehirlerin o kirli taşlarını senin isminle yıkamalıyım.

Yıllardır nerede olduğunu bilmiyorum. Dahası, sormuyorum da. Belki doğru zamanı bekliyorsun. Belki beklediğini bile bilmiyorsun. Dert değil. Ben biliyorum. Eninde sonunda bütün geç kalmışlıklarından sıyrılıp geleceksin. Tam zamanında orada olmanı beklemiyorum. Ben seni olduğun gibi kabul ediyorum. Yine de fazla bekletme, yaralıyım, kan kaybediyorum.

Bir ara sokakta gasp etmeye çalıştılar beni. Dilimdeki en güzel kelimeye dikmişlerdi gözlerini, başka başka şeyler söyledim kurtulmak için. Gözlerimden anlamış olmalılar, inanmadılar. Bir isim sordular bana. Tek kelime edemedim. Korktum. Her isim dudaklarımdan seninle bezeli çıkar diye sustum. Seni alırlarsa neyim kalır benim? Milyonlarca sıfırım, solumda birsin. Sen gidersen biriktirdiğim sıfırları nereye sığdırırım? Ağzımı bıçak açmadı, onlarda biliyordu, konuşmayacağım, aralarından biri bağırdı, sesi çok gür, çok bağırdı. Akşamüstü doğan kızlara isim vermekmiş niyetleri, sonradan söylediler. Ama yerdeydim, ismini tozlu yerlerde zikretmedim, kirlenmedi.

Sonra gözlerimi istediler, meğer kızların yaratıcıları onlarmış. Herkesten en değerli şeyini gasp edip, meşru kızlar yaratacaklarmış. Vermek istemedim. İsteklerime kulak asmadılar. Belki kapatsaydım göz kapaklarımı işleri zorlaştıracaktım, belki kurtulacaktım. Ama malesef, gözümü bile kırpamadım. Yıllardır, seni herhangi bir yerde görürsem diye gözlerimi kapatmamıştım. Alışkanlıklarımdan beni kopardılar. Gözlerimi bir torbaya koydular, sirenleri duydum, ayrı taraflara koşuştular. Merhametin adresi değişti, bir damla kan düştü, dümenim oraya devrildi. Tek kelime etmedim inan bana. İsmini söylemedim. Ne geçmişi ne geleceği görmedim. Kördüm artık, yol kenarında dilendim. Duyguları sömürdüm, kendimden iğrendim. Yoruldum, bir kaldırımın kenarında, ulu çınarın altında durdum, dinlendim.

Artık şehirleri kulaklarımla gezeceğim. Bütün meydanlara oturup alelade bir taşa senin ismini fısıldayacağım. Caddelerde haykıracağım. Her sokağı sana çıkarıp, bütün dünyayı varlığınla tamamlayacağım.

Algılarımız Farklı, Alınma

 

IMG_6423.JPGBugünün tarihi farklı, her zamankinden farklı bir gün yaşıyoruz. Henüz ben hariç kimse bunun farkında olmayabilir, fakat farkında olmadığımız şeylerin var olmadığını da iddia edemeyiz. Tarih tereddütten ibarettir. Her tarihçinin kendine göre farklı olarak söylediği yalanlar vardır ve her insan farklı bir tarihçinin yalanını yaşar. Yazılı metinlerden çıkarılan trajedilerin maliyeti yitik sevgilileri yazarın. Yazmak da bir alfabeden türemiştir, yazan da. Aslında hepimizin binlerce ortak noktası var, ve bunun farkında değiliz. Bir kere aynı yazılı metinlerde geçiyoruz. Nereden geldiğimiz önemli olmasa bile neden geldiğimiz konusunda ortak bir fikre varmalıyız.

Saçma sapan konuşulan, yazılan her sözcük sarf edenden intikamını alacaktır. Bu yersiz intikam merakı değil, yazılmışların ve yazılacak olanların hakkıdır. Algıda seçiciyiz, ağrıda seçiciyiz, geçirgeniz. Ne zaman yanlış yerde durduğumuzu hissetsek, o kadar özgürüz işte. Bir bıçağın sırtını ovuyoruz. Ne de acı çekmiş bıçak olana kadar, en özgürümüz o, acı çekmek özgürlükse.

Bir Kardeş Doğurmak; Maçın Adı Yenilgi

CWPM6392 (1).JPG

Hemen her dakika çabalamakla ilgili düşüncelerimin değişimi huzursuzluğa yol açsa da, içimdeki o nevrotik piçin tüm rahatsız isteklerini uygulamaya koymaya çalışıyorum. Kendimle barışamadığımdan ötürü aynalarla da düşman oldum. Gördüğün gibi bir düşman onlarca düşmanlık doğuruyor. Karşılıklı aynalarda düşmanlık sonsuzluğa kadar erişiyor. Erimiyor, yok olmuyor. Işığın varlığını fırsat bilip, yüzüme bir buçuk ton yumruğunu indiriyor. Gölgelerim yerleri siliyor. Silinenle birlikte silinip gidiyor. Hoşça kalıyor.

İlgisiz düşmanlarım var, her bir hücremden davacıyım, biri bunu yetkililere bildirsin. Yetersizliklerimle yetinmeye çalışsa da aynadaki düşmanım, beni can evimden vuramayacak. Henüz beni tanımıyor. Ben onu çocukluğumdan anımsıyorum.  O da o zamanlar benim gibiydi, ne yazık! Bu zamana kadar az olanla yetinmeye alışmış. Dengesiz bir varlık, karşımda ağlıyor, amma da alınganmış.

Bizim savaşlarımızın zamanı da yeri de belli değil anlayacağın. En mahrem zamanlarda kaldırıp dizine vurulan tekmelerden sakın. Hayret, birbimize bu kadar ırak, bu kadar yakın. Hayallerinden korkuyorum dostum. Beni kendi dünyandan ayır. Zalimlik kanında var, yüzündeki o aptal gülümsemeye yakış da benimle konuşurken oradan tanın.

Tüm düşmanlarım, genetik bir devamlılık hatasından yüzlerini kaybetmiş. Şimdi hepsi yüzümü çalmak için aynada pusuda. Gençliğimden vuruyorlar beni, zaaflarımdan, aşklarımdan. Bir an olmalı artık, kaçmalıyım bu rüyadan.

Gözlerinden akan, timsahtan alınmış, beni en savunmasız olduğum zamanda vurmuş, göklere cesedimi yığmış. Gösterisi rolmüş, kendime fazlaca inanmıştım. Beni yanıltmış. Ben baygınken, ruhumu, rüyalarımı, yüzümü çalmış.

Yenildim işte. Görüyorsun. Ama son darbemi her zaman hatırla.

Sessizliğini sinirlendirdim, bana çığlıklarından bir tane yakıştır. Ardımdan tak, takıştır. En dingin zamanımda yaklaş, en savunmasızken. Yanıma otur, af dile.

Affediyorum. Bana benden iyi bak. Öyle hemen yenilme.

8 Dakikalık Yürüyüş Yolunda Yarım Saniye Yaşamak

IMG_6944.JPG

Umut dolu bir günün akşamında yediğim yumruklarla birlikte yerdeyim. Kalkmak için çok uğraştım.

Kaldırımlardan aldığım yardımlarla şimdi ayaktayım. Suratımda bir yumrukla yürüyorum. Hangi kaldırım beni nereye götürecek bilmiyorum. Buraya nasıl geldim hatırlamıyorum. Hızlı adımlarla, başım önde yürüyorum. Nereye gitmek istediğimi bilmiyorum. Yol boyu küçük ayrıntılarla oyalanıyorum. Taşları sayıyorum. Çizgilere basmamaya çalışıyorum. Hangi figürlerin hangi aralıklarla takip ettiğini tespit ediyorum. Bazı ayrıntılar beni delirdiğime inandırıyor, bazıları bana mutluluk veriyor. Ama yine de korkuyorum. Galiba nereye gitmek istediğimi bilmeyişim buna sebep oluyor. Çok net bir şekilde korkuyorum, fazla belli etmeden yürüyorum. Kaldırımlardan iniyorum, karşıdan karşıya geçiyorum. O kaldırımların arasında yürüdüğüm sığ asfalt yoldan nefret ediyorum.

Yolun karşısında taşlar değişiyor. Çizgiler sıklaşıyor. Basmak zorunda kalıyorum. Her çizgiye basışımda biraz daha acıyla başparmağıma yükleniyorum. Ayak ucunda yürümekten hiç hoşlanmıyorum. Ama yine de o kaldırımdan inmiyorum. Çünkü asfalttan nefret ediyorum.

Kendi kendime konuşuyorum. Ellerimle, yürüdüğüm yollara, köşe başlarına insanlar çiziyorum. Bu hareketlerim beni deli olduğuma inandıramıyor. Daha somut deliller bulmaya çalışıyorum. Kaldırımların arasından başkaldıran otlarda deliller arıyorum, çok küçükler, göremiyorum. Asfaltta da olabilir! Göz ucuyla bakıyorum. Bulsam da asfalta inemem, asfalttan nefret ediyorum.

Aklıma gelen düşüncelerden kaçamıyorum ne yazık. Suratımdaki yumruğu kırık parke taşlarının arasına saklıyorum, sabah buradan tekrar yürüyeceğim, oraya bırakıyorum dönerken alırım. Umarım çalınmaz. Devam ediyorum. O yumruğa bağlandım, beni kendimden uzaklaştırdı. Hep böyle bir şey bekliyordum. Şimdi onu eve götüremem. Annemden korkuyorum.

Ayrıntılar konuşmaya başlıyor. Nereden geliyor sesleri? Taşlar “Dışarı basma!” diye bağırıyor, başta biraz ürküyorum. Ayağımın altından kırmızı bir çizgi geçiyor, yüzüme bakıp, “Benden kaçamazsın!” diyor. Ona pek aldırmıyorum, o kırmızı çizgi asfalta düşüyor. Sararıp yok oluyor. Ben kırmızı çizgiye üzülüyorum. Hayatları karartan, insanları birbirinden ayıran, o hain asfalttan nefret ediyorum.

İçimden biri konuşuyor. Duyuyorum. “Asfalta in” diyor. Nefret ettiğim şeylerle yüzleşmem gerektiğini söylüyor. Bendeki bu gerçekçi, problem çözen yanı pek sevmiyorum. Bana çok didaktik geliyor, didaktiklikten nefret ediyorum.

Kafamı tekrar öne eğiliyor. Ama bu sefer duruyorum. Sokağın ortasında aniden önüme çıkan bir teyzeye bağırıyorum. Poşetleri çok doldurmuşsun!

Galiba onları sevdiğimi anlayabiliyorlar. Durduğum yerde kendime hareket etmem gerektiği emrini veriyorum, bir kere bu emrimi yerine getirmesem ömrümce iflah olmam. Biliyorum. Yerine getiriyor, ben ve iç organlarım harekete geçiyorum.

Bana garip gelen şeyler insanlara da gerçekten garip geliyor mu acaba, bunu yıllardır merak ediyorum, kimseye de soramıyorum. Bazen çok gergin oluyorlar, insanları pek sevmiyorum. Ben bazen bazı tartışmalarda sinirleniyorum. Birden bağırıyorum mesela. Kendime kızıyorum, sinirleniyorum. Kendimle küsüyorum. Ama fazla sürmüyor yine kendime geliyorum.

Sonunda yürüdüğüm kaldırım bitiyor. Mecburen o nefret ettiğim asfalta inmek zorundayım. Bir rögar kapağının üzerine basıyorum, özür diliyorum. “Rica ederim” diye karşılık veriyor. İçten bir gülümsemeyle bu ince davranışı taktir ettiğini belirtir gibi. Samimiyet gördüğüm herkese yaptığım gibi yanına oturup onunla konuşuyorum. Her gün üzerine basan binlerce insanın onun farkında olmayışından yakınmaya başlıyor. Muhabbetten hiç hoşlanmıyor, yanından kalkıyorum. Dün rögardan nefret ediyordum, bugün asfalttan nefret ediyorum. Hızlıca yürümeye devam ediyorum.

Karşıma merdivenler çıkıyor. Uzun aralıkları, bozuk yükseklikleri, rastgele merdivenler. Başta buradan çıkmak isteyip istemediğimi düşünüyorum. Merdivenlerin önünde kendimle savaşıyorum. Bir yanım çıkma derken diğer yanım da onu destekliyor. Desteklediği için o yanımı savaşa dahil etmiyorum. İçimde cihan harbi yaşanıyor, kimse aldırmıyor. Bir ateşkes yapıyorum, belli bir süreliğine, çıkmaya karar veriyorum.

İlk adımımda kırmızı çizgi bağırıyor. “Kaçamazsın demiştim!” diyor. Bu sefer ürküyorum. Mehmet Güreli şarkılarından birkaç kelime hatırlıyorum. Onları içimden yüksek sesle söylemeye başlıyorum.

Bir basamak daha! Bu sefer taş, “Tamam artık boşluklara basabilirsin burası serbest bölge.” diyor. Burası neden serbest bölge diye soruyorum. “Yükseldiğin her yer sana serbest bölge” diyor. Bir kaldırım taşı beni yükselmeye yönlendiriyor. Sözlerini ikiletmiyorum. Hızlı hızlı birkaç merdiven çıkıyorum.

Kırmızı çizgi arkamdan bağırıyor. “Yetişemiyorum bekle” diyor. Merdivenin ortasında durup onu bekliyorum. Beraber çıktık yola onu yarı yolda bırakmak istemiyorum.

Kafamı kaldırıp sokak lambasına bakıyorum. Ona sarılmak için içten bir hamle yapıyorum. Kollarımın yetmeyeceğini fark edince çaktırmadan elime bir kumaş parçası geçiriyorum. Isınsın diye sarılma faslını uzun tutuyorum. Benden sonra ona kimse sarılmayacağını bildiğim için kumaş parçasını etrafına sarıyorum.

Merdivenin sonu asfalta çıkıyor. Asfalt bu sefer konuşmaya başlıyor. Ne bu nefretin sebebi diyor. Ben nefret ettiğim şeylere açıklama yapmaktan da nefret ediyorum. Oyuncağına göz dikilmiş çocuklar gibi kafamı çeviriyorum.

Bazen neden nefret ettiğimi nasıl nefret ettiğimi bilmiyorum. Bazen ne yaptığımı ne yapmak istediğimi bilmiyorum. Bazı öğretiler hiçbir işime yaramayacak. Ama yine de öğrenmek istiyorum. Belki de gündüzdür yaşadığımız, ben gece yaşanan hiçbir şeyin sebebini bilmiyorum.

Öğrenmeye çalışıyorum.

Sokağın başında seni görüyorum. Seni tanımıyorum.

Henüz bazı duyguları yaşamadığım için neye benzediğini kestiremiyorum.

Sevmek nedir bilmiyorum. Ama seni seviyorum.

Bir Takım Sorunlar; Geçti Ama Etkisi Hala Üzerimde

$RL1ICJS.JPG

Çaresizlik her zaman en iyi çare oldu hayatımda. Neye karar veremediysem, neyden kaçmaya çalıştıysam, neyden sıkıldıysam çaresizliğimin arkasına saklanıp medet aradım yaşadıklarımdan ve yaşayamadıklarımdan. Keşkelerle dolu bir hayat yaşamadım, ama iyikilerim de fazla değildi. Ne kadar zıtlar birbirlerine değil mi, yaşamak ve yaşayamamak. Bunlar ne kadar zıtsa birbirlerine ben de o kadar zıttım yaşatamadıklarımla. Krizi fırsata çevirmeye fıtratım elvermedi. Yapamadım.

Hayat kelimesi her zaman en son bende hayat bulmuş gibi hissediyorum. Bazen sırf bu yüzden kendimden nefret ediyorum.

Bazen kendime bir mahkeme kuruyorum orada kendimi yargılayıp asıyorum. Suçlarım yenilir yutulur cinsten değil. Bazen mahkemede yargıcımın insafına kalıyorum ama kendime acımıyorum. İnsanın kendine acıması en büyük mutsuzluktur demişti birileri. Neden böyle demişlerdi ki. Belki de bir kalıba oturtmamak lazım kelimeleri. Bence ortada bir konu olmadan da konuşabilmeli insan.

İnsan konuşabilmeli ve koşmalı da aynı zamanda. Konuşabildiği kadar koşmalı yani. Yollar koşmak için var.

Bir yerden bir yere varabilmek kolay. Varamayacağına, yerini bilmediğine koşmak zor. Bu zor diye diğer diğer her şey de kolay değil ama. Mesela insanın babasını kaybetmesi kolay değil. Kendini kaybetmesi kolay değil. İnsanlığını, vicdanını kaybetmesi kolay değil.

Neden kolay olanların peşinde değiliz de zorlar bataklığında çırpınıyoruz. Zoru ilk kim sevmiş.

İlk kim sevmiş birbirini bir çıkarı olmadan. Kim yalanlamış ilk birbirini sevenleri.

Benim en büyük suçlarımdan biri yaşamak diğeri yaşatamamak. Ne yaptıysam o avucumun içinde çırpınan kuşları yaşatamadım. Oyuncaklarımı,denizleri ve köprüleri yaşatamadım.

Ben beni sevemedim. Sevemedim diye benimle bir şeyleri yaşatamadım. Kendim de yaşayamadım. Ben sevmedim diye yaşamadım. Ben yaşayamadım diye yaşatamadım.

Şanssız Kuş

Göç mevsimi geldiğini zannetmiş, kocaman bir ovada yankı, yalnız kuş çığlığı

saat, 3.25

Ben hala sensizliğin buruk gölgesiyle boğuşmaktayım. Gölgeleri yok etmenin bir kaç yönteminden birini deniyorum, ışıkları kapatıyorum. Aklı selim düşünceler içerisinde bir deli gibi dingin düşüncelere boş oltalar sallıyorum.

Sen yalnız kalıyorsun. Her günahından aklanmayı, üzerindeki siyahlardan kurtulmak sanıyorsun. Makyaj yakışıyor. Güzel görünüyorsun. Eninde sonunda kadınlığı öğreniyorsun. Yalnızlığınla yalınlığa saldırılar düzenliyor, yaralıyorsun. Beni kolay lokma sanıyor, yanılıyorsun.

Sensizlikten bitap düşen bir ben varken, kendini er ya da geç birine bırakabileceğini mi sanıyorsun. Sen bu kadar ben olmuşken, sadece kendine mi kalıyorsun, seni benden çalmaya mı çalışıyorsun?

Bana bunca eziyeti reva görürken, geceleri güzel rüyalara mı dalıyorsun? Merak etme. Her şey iyi olacak.

Uykularından kaçmaman için zihnine yardım edeceğim. Her kabustan seni hülyaya ben götüreceğim. Belki delireceğim. Ama bil ki seni en çok sen olduğum zamanlarda seveceğim.

Bütün Günahları Saklayın; Geleceğim

IMG_9633.JPG

Hangi köprülerin altından aktı acaba kimliğim? Ben nereden geldim? Nereye gitmekteyim?

Nezih düşünceler ırmağında bir sivrisineğim. Neden düşüncelerimin içine girmekten acizim?

Yalnız kalma fikrim bu kadar yüceyken neden plastik bir bedende sahte dürtülerin tuzağına gitmekteyim?

Ezgilerim seni söylemese de şarkı sözlerimin anlamlarını tamlama isteğin yersiz.

Düşüncelerin yere batsın. Ben bir köstebeğim.

Evvelden aciz bir gelecek kaygısından hallice varlığım.

Ben hangi iki bilinmeyenli denklemin sabitiyim? En derin düşüncelerimde nereden bu matematik hallerim?

Neden bir domates reçelinden alınan tadım var?

Ne zamanım ne takatim var. Ben artık zifiri karanlıkta bir yağma düşüncesiyim.

Işığın varlığını örttü tüm kötü düşüncelerim. Yakamı bırakın! Ben sizden değilim.

Ben kimsenin ezeli rakibi olmak istemedim. Neden artıyor düşmanlığın? Ben kimsenin önemsemediği bir benim.

Zerrelerimden yoruldum, hepsini yok edeceğim. Ben neden kanserim? Bildiklerimden kaçabilme yetisini gösteremeyen benliğim. Peşimi bırakın!

Erken kalkma düşüncesiyle savaşmakta rüyalarım.

Beynimin duraklarında beklenen otobüslerinde neden sarı taksi plakası?

Akranlarımın sadece öncesindeyim. Ben hiçbir şeyi olmayan normal bir beyinim. Yalnızlığımdan sıkıldığımı söylemeyeceğim. Her zaman duyulan klişelerden yoruldu devinim.

Ben artık rüzgarların en seriniyim. Beni uygarlığınızdan azad edin. Dayanamıyorum. Artık sorduğunuz hiçbir sorunun muhatabı değilim.

Yoruldum, yemin ederim, artık sadece tek bir isteğim var. Özgür olmak! Olmak, ya da yok olmak!

Mayın Tarlasında Korkuluk Meyvesi- Böğürtlen

$RYOWNSY.JPG

Bir atlı çıktı çalıların içinden. Çalılar her zamankinden daha dertli şakıdı o şarkıyı kulağımıza. Alelade bir hışırtı değildi o. Sabahın dinginliğini bozacak cinstendi. Acıklıydı, derindi. O atlının kim olduğu hakkında bir fikrimiz yoktu. Sanki çalılık adamı bize tarif ediyordu da dilini bilmediğimiz bir turist gibi karşısında donakalmıştık.

Bize gelince ayaklarımız taşlara basmasın istiyorduk, acıyordu. Dere kenarında yürümeyi aşk acısı sayıyorduk. Ovalarda koşup bahar melodilerinin tüm ezgilerinden faydalanmaya çalışıyorduk. O yeşil çimenleri en zengin villa bahçesinde bulamazsınız. Muhtemelen bir kaç büyükbaş çimenlerin bütünlüğünü bozmak için dertlerini dökmüştü ortaya, biz aldırmamıştık. Yürümüştük bir asır da acının bağrına gelmiştik sanki son nefes gibi, derenin karşısında böğürtlen toplamaya çalışan yalın ayak bir kaç başıbozuktuk.

Belki de hayvanlar bizden daha çok anlıyordu sanattan, savaştan, sindiremiyorduk. Simetriyle inatlaşan varlıklara asimetrik sınırlar çizmeye çalışıyorduk. Devletler kurup, devler yıkıyorduk. Belki biraz beceriyorduk. Yetinmeye çalışıyorduk.

Atlı adam durdu derenin başında, şanslıydı bizi görmedi. Biz de ne yalan söyleyeyim bizi görsün diye hiç uğraşmadık, ama sakınmadık da gürültümüzü. Ya kör dedik adama ya da sağır. Her ikisi de birdi bize göre. Hem bizi görse ne olurdu görmese ne? Belki, belki de o kadar rahat olamazdı, gökyüzünü seyrederken attığı çığlıklarında. Belki de çekingen biri değildi, sadece insanları önemsememeyi öğrenmişti.

Adam gittikten sonra serdik tişörtümüzün önüne yığdığımız böğürtlenleri, bağırırken ne dediğini tartışmaya başladık. Uzun sürmedi. İçimizden en sivri olanı, grubun lideri, bir yıldızın ismini söyledi dedi, kabul ettik. Etmesek de itiraz edemezdik. Sigara ticareti onda dönüyordu çünkü.

Elimiz yüzümüz mosmor oldu. Günlük dayağımızı yemek için evlere dağılacaktık. O günün son görüşmemiz olduğunu fark edememiştik. Bilseydik en azından kırılan tüm heveslerimizin intikamını alırdık da birbirimizden, öyle koşardık eve.

Ev diye döndüğümüz yerin evimiz olmadığını anlayamadık. Bir bomba parladı dibimizde. Her parçamız başka mezara dağıldı. Her birimizin parçalarını karışık birleştirdiler, ortak kullandık toprağımızı. Uyuduk, aylar geçti. En sevdiğimiz mevsime geldik. Tepeyi büsbütün kar kaplamıştı. Poşetlerimizi aldık, kaydık. Hangi yıldızdaydık şimdi? Bir türlü anlayamadık.

Soru Mu Soruyorum? Cevabı Bilmiyorum.

IMG_0905.JPG

Bir sürü soru soruyorum kendime. Hepsinin cevabı aynı, bilmiyorum. Zaten çok az şey biliyorum, konuştuğumdan öteye gidemiyorum. Düşündüğümden derine inemiyorum.

Bekliyorum, okuyorum, dinliyorum, sahipleniyorum.

Zamanla ilgili bütün meselelerden genel bir af talep ediyorum. Kıskançlıklarımı törpülememiş olduğum zamanları geri istiyorum. Bütün insani dürtülerimi bilgelere satmışım, şimdi fark ediyorum. Duygularımı geri istiyorum.

Bilincim bir ıslaklıkla ağırlaştı. Yarı zamanlı her iş görüşmesinde kağıtlara kendimi yazıyorum, çiziyorum. Gördüğüm insanlar beni görüyor mu, bilmiyorum. Aynalarla kahrediyorum kendimi.

Beğenmiyorum. Bu gidişatta sadece özlü sözler cehenneminden cezalar seçiyorum.

Seçilmiş her milletvekilinden kendi vekaletimi istiyorum. Onlara güvenmiyorum.

Önümden geçen her insandan sabun kokusu alıyorum. Sabundan insanlara yağmurlar diliyorum. Eriyen bütün fikirlerden, aşınan bütün dertlerden muntazam bir temizlik bekliyorum.

Gelmeyecek olanları beklemekle geçsede hayatım, hayır diye haykırıyor, kabul etmiyorum. Gelecekler biliyorum. O yüzden bekliyorum. Gelene kadar elimdekilerle yetinmeye çalışıyorum.

Bir Dakika Dur: Aksiyon

IMG_2100.JPG

Sabah saat 5.34

Yalnızlığımın arka sokaklarındayım. İçerdeyim. Bir ayakkabı eskimesi kadar süre geçirdim, su bardağı dibinde. Ordan oraya uçup durdum. Bir ara Galata’nın üzerinden geçtim. Flaşların patlaması için erken bir saatti. Ve ben en büyük ışığı seni bulmak için arıyordum. Seni aramak için öncelikle başka şeyleri aramam gerekiyordu ve bu bana acı vermiyordu. Acı çekmek anlamsızdı arka sokaklarda. Bir halta yaramazdı dizlerimdeki çiziklere homurdanmak. Dikenli tellerden aldığım yaraları boş verdim. Bir adam geçti önümden saat bir hayli geç olmuştu. Adamın elinde koca bir ayna vardı, ben her aynaya baktığımda bir kez daha intihar ederdim. Bileklerimi yalnızlığım keserdi. Bir neşter gerekmezdi bana. Damarlarımda narkoz gezinir dururdu. Geç saatlere kadar kaosta ilerlerdi. Bir polis durdurunca kaybolup giderdi. Beyaz bir çarşafa bin kilowatt ışık değmiş gibi uçup giderdi. Nereye diye sormazdım, sadece gidişini izlerdim.

Sabah saat 5.35

 

Bir Adam, Belki de Terk Edilmiş

IMG_6209.JPG

Her şeye gülüyor. Ne güleç adam.

İçinde hiçbir fırtına kopmuyor.

Hikaye.

Hayat onun için anlaşılan küçük bir meşgale.

Kelime kökenlerinde yaşamak en büyük eğlence. Yanlış konuşurum diye hiç konuşmaması da kimine göre doğru kimine göre saplantılı bir düşünce.

Sadece gülüyor. Acaba aptallıklara mı yoksa komik bulduğu şeylere mi?

Bir kelime et be adam. Seninle mi uğraşacağız.

Çaycı Erol zıpkın. Tutulmuş buna. Yapışıyor yakasına. Konuş, yoksa elimde kalacaksın. Zar zor ağzını açıyor, tam konuşacak, yine gülüyor. Erol adamın gülmesine gülüyor. Bırakıyor adamı. Bir çay getiriyor. Bir de sigara ikramı. Gençliğinde en sevdiği filmden bir kare hatırlamış, Kemal Sunal’ın oynadığı bir filmden. Seviyor adamı hemencecik.

Dikkati üzerine topluyor adam. Yıllardır mahallede. Sesini duyan yok. Haşere çocuklar kendi aralarında konuşurlarken duyuyoruz, geceleri konuşurmuş, yalnız köpeklerle.

Ne dediği meçhul. Sessiz bir adam. Önceden zenginmiş falan.

Hikaye.

O aslında yolda olmalıymış. Nereye gittiği belli olmamalıymış. O aslında yol olmalıymış, nereden geçtiği belli olmamalıymış.

O aslında o hariç her şeyden biraz olmalıymış.

Yazık, o, o hariç her şey olmaya çalışırken, sadece o olabilmiş, ve o şekilde kalmış.

Kazı-Kazan

IMG_9587.JPG

Şiir yazmak için şair olmak yetmez, aynı zamanda tırnakların da olmalı. Kanamalı her bir hücren. Ne kadar beklersen o kadar yara almalısın. Nereden düş kursan en çok oradan kırılmalısın. İnsan, hayata kırılır. Hayatı olana, hayatta kalana, bir şansı olana, hiç var olmamışa, yalana…

En yalnız tarafından misafir olur dost kurşunu. Bir iki kelam etmeden, canını yakmaya çalışır da bir acı kahveyi çok görmek istemezsin, kalkar hemen hazırlamaya koyulursun.

Sen aynı hal üzerine olduğunuzu düşünürken, o aynı halde olduğunuzu düşünür. Alıcı beklemede yarışa koyulur. Canın yanar, üzülürsün. En beklemediğin yerde, en ihtiyacın olduğu zamanda kalkar masadan. Sanki tekrarı olmayan nefeslerden beklersin bir kaç cümleyi de şahadet getirmeye gönlü el vermez.

Ne acı hafızamın derinliklerinde edilen dans. Artık hatırlamak hikmetine eremeyen bir kaç donmuş sinirle kalmış baş başa. Mevsim yaz. Ama gariptir durum. Buzda dans.

Arama Kurtarma Çalışmasında Kurtarılmaya Değmeyen Ruhum

IMG_0205.JPG

Her dakika ölümlüdür. Zamanın olduğu gibi eşyaların da ruhu vardır. Yeni yapılmış bir koltukta, yeninin ruhu vardır. Eski de eski ruhlar.

Denizime kıyı bulamıyorum. Bana bir ruh gerek, arıyorum. Aradığım ruh eşyada mı, zamanda mı, merak ediyorum.

Bir dizi hayalim vardı, denizin cimriliğini fark etmeden önce. Malum teknem çok büyük değil. Vazgeçmek zorundaydım. Suyum bitmişti. İçtim.

Deniz suyu içme dedi birileri. Derken ellerinde bin bir şekil şarap bardakları belirdi. Denizin ortasındayım. Denizimin ruhu var, öyle hemencecik göremiyorum. Bulmak için batıyorum, çıkıyorum. Aradığım şey bir deniz kızı galiba. Yalnızca ıssız denizaltı bataklarında bulursun diyorlar. Kim söyledi anımsayamıyorum.

Sözcüklerimden çıkan sesler kulaklarımı tırmalıyor. Gecenin geç saati, kafamın içinde biri uyuyor hissedebiliyorum. Çigan havaları çalıyor midemde, açlıktan galiba. Gülüp geçiyorum. Geçiyorum. Geçemiyorum.

Yanıldım, bir kez daha düşündüm, daha iyi düşündüm, sağlıklı düşündüm. Yine yanıldım. Ben yeni bir ben yaratıyorum.

Korkuyorum.

Parmaklarımdan kanlar akıyor, acı veriyorum.

Sesler duyuyorum, hissetmeye çalışıyorum. Duruyorum, ışıkların nereden yansıdığına bakmak istiyorum.

Nefes almaya çalışıyorum. Boğuluyorum. Sanki bir ordu kadar insan yapışmış boğazıma benden bir şeyler istiyor. Biri gençliğimi, biri hayallerimi, biri bilmem neyimi. Sanki kaybeden herkes orada ve kaybettikleri şey bendeymiş gibi.

İçlerinden biri farklı, biliyorum. O vermek istiyor canını, bana doğru hamle yapmamasından anlıyorum. Ona doğru koşup yüzünü çeviriyorum. Aradığım ruh o. Ama yüz bin yaşında.

Yazıklar oluyor. Yine yanılıyorum.

Korkuluklar da sevebilir

Hafızamın derinliklerinde bir sessin. Bazen ıssız bir orman gibisin, bazen şen şakrak bir lunapark. En yakın arkadaşların uzun bakışları, en sevilenlerin o sıcak kucaklaşması.

Oralarda bir yerlerdesin ve ben sesini tanıyamıyorum. Belki de çok değiştin, hayat bu herkes git gide değişir. Yanlış yazılmış bir kaç kelimesin belki de. Seni tanıyamıyorum. Belki de hiç tanışmadık, ben seni tanımadan sevmiş olabilirim. Ama tanımadan nasıl sevilir diye bir soru cümlesiyle karşıma çıkmanı beklemiyorum. Aslında karşıma çıkmanı da beklemiyorum. Yanımda olsan yeterli, bir ekmek kuyruğunda, noter sırasında belki de bir sınav salonunda.

Yalnızlık bir soru cümlesi. Ne sorduğu belli, ne mimikleri. Hafif bir gülümseme olsa dudaklarında bilirim. Ben konuşan veya konuşamayan insanların dudaklarından seni sesini duymayı beklerim. Ama artık tanımadığım dudaklardan bir kaç kelimeyle kendime getirilmekteyim.

Hemşire nereden geldiğimi soruyor, ben yalnızlıktan diyorum. Doktor geliyor, kes lan edebiyatı diyor. Edebiyatım biterse sen de bitersin. Bitiremiyorum. Kalbimin derinliklerinde bir yerdesin. Göğüs kafesimin sol tarafına çok yakınsın. Yakınlık senin olduğun yerle ilişkilendirilince bir kaç tane fazladan anlam kazanıyor. Henüz insanlar bunu anlamıyor.

Anlaşılamama korkusunu küçükken tatmıştım. Biraz acı bir çığlığı var.

Geçenlerde biir uyuşturucuyla dertleştim. Tenime dokunması gerekiyormuş, ben tenime dokunulmasından hoşlanmadığımı söyledim, bir fiske vurdu. Bunun da dokunmak sınıfına girdiğini söyledim, şaşırdı. Hala kendimde olduğumdan emin değilmiş.

Karga tüyleri ağzımda, bir karganın en son geldiği yer, hiç gelmemesi gerektiği yerdir.

Ben hiç olmamam gereken bir yerde seni bekliyorum. Sen de olman gereken yerde değilsin, ama bırak hayat böyle devam etsin.

Unutulmaya Tutmuş Yüz

Gün ışıttı gökyüzünü. Sabah oldu, bir ton dün aniden kayboldu. Gitmek zorunda değilsin, aynı benim gibisin dedi. Ay gökyüzüne hiç yalan söylemedi. Dizinde durdu. Dinlendi. Benim gibisin dedi. Sen de çok sever misin benim gibi? Belki dedi gökyüzü. Başlarda biraz ürkekti. Sonra sevildikçe cesaretlendi. Ona hiç bilmediği şarkılar söyledi. Annem de söylerdi dedi.

Gece Gezmeleri Tren İstasyonlarında Olmalı

Belki de doğruydu bir köşe lambasıyla sabahladığımız iddiaları tüm kitap ayraçlarına inat.

Mürekkebimiz deniz olmuştu da biz bir deniz anası kadar olamamıştık.

Varoluşsal sancılarımız vardı, alegorik dertlerimizden sırtımızın ağrısına sıra gelmiyordu.

Bir kağıt, şu küçük ticarethanelerin eşantiyon olarak verdiği cinsten. Biz o kağıtlardan gemiler yapardık da yüzdürmeye gelgitlerimiz el vermezdi.

Bir köy okulunda soba yakmaya çalışırdık, pencereleri kırıp sobaya odun diye atardık. İşte o kadar fütursuzdu ısınmaya çalışmamız.

Bir heykeli devirmeyi bir insanı devirmeyle eş gördüğümüz zamanlar oldu. Heykel devrildi altında kaldık.

Büyük ve kalın kartonlardan kendimize evler yaptık. Hepsi birer bebek eviydi, içinde sıkıştık, kaldık.

Perdelerimizi bile seçmiştik gözlerimize inecek olan. Hangi şeritler geçecekti ölürken gözümüzün önünden, biliyorduk.

Biz seninle bu kadar bilginin ışığında karanlıktaydık. Sesimiz çıkmazdı.

Kemanın sesi alt kattan çok güzel gelirdi, gitarla, piyanoyla eşlik etmeye çalışırdık, bok ederdik parçayı. Özür için bir tabak taze aşure yeterdi ve bir kaç bayat espri, tabak boş geri verilmez ona göre.

Sarı ışıklara düşman olduk gökyüzünün en mavi saatlerinde. Bu saatler yer yer 5’i gösterirdi. Biz seninle nerede olsak, ne suç işlesek, kimi sevsek önce birbirimizi gösterirdik. Seninle kitapların en ücra köşelerinde sabahlara kadar gevezelik ederdik. Ne güzel günlerdi. O günler geçti, bir daha gelmedi. Beklemedik.

Raylara kulağımızı koyduk dinledik. Sessiz bir tren geçti boynumuzun üzerinden. Başımız bir taraftan gövdemiz diğer taraftan yardım istedi.

Yenilgi Sonrası Düşüşlerden Kanı Durmayan Yaralara Kabuk Beklentisi

Yine beklemek zulmüne göğüs germeye çalışmakta vücudumdaki her bir zerrem.

Deneme yanılma yöntemi ile savaşmakta beynim. Ben kimim diye sorduğum her kaldırım taşından ağır hakaretler işitmekte kulaklarım.

Beni mi bekliyorsun, kendini mi, karar vermeni bekliyorum.

Zamanın icadından önceydi.

Düştük binlerce metreden yeryüzüne, kırılmış bir tarafımız yok. Seninle ben kimseden taraf değiliz. Sadece geleceğe sahip çıkmaya çalışıyoruz. Kalemimize, defterimize, insanlığımıza rengimizi katmaya çalışıyoruz.  Biz aslında herkese biraz benziyoruz. Kimseden benzerlik beklemiyoruz. Gördüğümüz güzel gözlerden kahkahalar çalıyoruz. Biz seninle en güzel gecede, kayan yıldızların üzerinden bize koşan tane hesabı mutlulukları yakalamaya bile yeltenmiyoruz. Birbirimize yetiyoruz. Bir çıkma ekmek, bir bardak sütle yıllarımızı geçiriyoruz. Yeni yetme dert tüccarlarından ağır aksak övgüler duyuyoruz. Duyduklarımızla yetiniyoruz. Hikaye güzel devam ediyor. Ama artık unutuyorum.

Hah!

Şimdi hatırladım.

Sonra sen gidiyorsun. Ağlıyorum. En uzun geceden dakikalar çalıyorum. Zamanı ileri sarıyorum. Zamanım geçiyor, sararıyorum. Gel artık, seni bekliyorum.

Mesai Saatlerinde Gelen Düşünceler

Alkolün beyne saldırması gibi geliyorsun aklıma. Kim olduğunu bilmiyorum. Zar zor yüzünü ellerimle bir kağıda çizmeye çalışıyorum. Kaçıyorsun. Yalnız kaldığın zamanlarda acaba neler düşünüyorsun?

Göremiyorum. Seni en çok görmem gereken zamanlarda, göremiyorum.

Masadaki maket bıçağını şah damarıma dayıyorsun sanki. Aklıma gelmelerinin etkileri dünyaya yansımış olsaydı bence yörüngeden çıkardı. Yine de aklıma bir sigaranın ciğerlere hücum etmesi gibi gelmeni bekliyorum. Tozu dumana kat, ozon tabakasına olan kötü etkilerini de kabul ediyorum. Bekliyorum.

Issız gecelerde bir yudum su geçmiş gibi boğazımdan, ferahlamak istiyorum.

Herhangi bir problem olmadığını ifade ederken bile endişeli görünüyorsun. Belki de seni fazlasıyla tanımıyorum.

Bana hissettirdiklerin için seni sorumlu tutmuyorum. Bu yargılamak olur. Ben en adaletli yargıçların bile masaya vurdukları o çekicin sesinden ölesiye korkuyorum. Şimdi o yargıçların idama mahkum ettiği zavallıya son arzusunu sorması gibi fütursuzca konuşuyorum. Her neyse, en azından seni düşünüyorum, senden konuşuyorum.

Bazı kelimelerle aramda garip bir bağ olduğu inancına nereden kapıldım hatırlamıyorum. İçimden geçenleri sadece o kelimelerle anlatabileceğim kanısına nereden vardım? Belki de sana göre saçma. Bilmiyorum.

Bildiğim birkaç şeyden ibaret olan küçük bir dünyadayım, savruluyorum.

Sözlüklerden kelimeler seçiyor, anlamlarına karışıyorum. Sen kelimesinin anlamında senden bir şeyler arıyorum.

Bir mermi ateşlendi, gözlerinden anlıyorum. Namlusu bana doğrulmuş yargılardan barut kokusu sarıyor etrafı.

Savaş iki sektörde patlama yaratır. Birincisi silah diğeri inşaat. Benimle savaşma, ne müteahhitler para kazansın ne de silah tüccarları.

Kelime Kuyruklu Uçurtma

Sana en çok ihtiyacım olduğu zamanda neredeydin? Ben günler, hatta aylar boyunca seni aradım; bir kaldırım taşında, kalem kutumda,  yarında ve notalarımda. Masamın üzerinde onlarca kağıt. Her birinde seni aramışım, çizdiklerimden belli.

Her dün daha fazla kaptırıyordum sana, şimdi yoksun. En önemlisi de tadın yok.

Yani bir uyurgezer olsan bile kalkıp yanıma gelebilirsin. İhtimaller denizi işte. Ama sen bir heykel gibi soğuk kalma tarafındasın.

Kitaplarımın arasından çıkmalısın. Sana göre değiller. Aşktan, tutkudan, hırstan ve iftiradan bahsederler, sen bunlardan çok daha fazlasın.

Sen kalemime kağıt, dilimde ağıtsın. Beni ağzındaki herhangi bir sözden farklı kılma. Çünkü yalnız kaldığımda minör ezgilerime majör mutluluklar vermen için totemler yapıyorum.

Beni bu kuluçkadan kaldırma, gel beraber uyuyalım, sokak lambasının altında, yazılmaya değer görülmeyen yazgımızla.

İstanbul Gibi Aşk

Saat sensizliği yaklaşık üç buçuk saat geçiyor. Ve zaman akmaya devam ediyor. Kalbimin dışında, kapıların önünde metro çalışması sürüyor.

Uzaklık kavramı varlığınla bütünleşti.

Senin zamanla ilgili problemlerin vardı. Ve ben bu saatlerde her şeyi görmezden gelebilirdim. Yalın kalan her şeyden seni sorumlu tutabilirdim. Yapmadım. Bazen yapmam. Bazen de seni düşünürüm, beni düşünürüm, yalnızlığı düşünürüm.

Yazmayalı bir hayli vakit geçti. Beni yazmaya iten sebepler vardı, biraz bekledim. Beklemek… Yanılmaktan türüyor. Nasıl diye sorma, ben de bilmiyorum. Bazen bazı şeylere körü körüne inanırsın, benim gibi. Sana inandığım gibi.

Yalnızlık… Geçenlerde yalnızlığımı ayakkabı çekeceğiyle giydim. Eğreti durmadı inan bana. Bazen inanamazsın.

Bir bakmışsın otuzundasın. Sen ve ben ayrı mekanlarda ayrı kollarda başkalarına sevinç gözyaşları döküyoruz falan. Belki de umutsuz olmamalıyız.

Bazen etrafımı gece görüşü ile izliyorum. Bazen termal bir kamerayla. Belki de gülünecek şeyler hala vardır diye. Buluyorum da. Geçenlerde sevdiği adamın evlenme teklifine evet diye bağıran bir kadının vücut sıcaklığından heyecanını izledim. Galiba biraz ayıp ettim, seni aldattım. Kimsenin vücuduna teknolojiyle temas etmek istemezdim.

Yine sahilde kayıklar sirtaki yapıyor. Ve senin ismin benim ismimi her zaman sevdi, biliyorum. Bu yüzdendir ki yan yanalar iplerin elinde. İlerleyen zamanda neler görürüm bilemiyorum.

Bazen bilmeyişlerimin beni hayatta tuttuğuna inanıyorum. Bazen yalanlar söylüyorum. Bir şekilde devam ediyorum işte, önemli olan bu.

Detayları seviyorsun, seni hissetmenin buruk yalvarışlarını tanıyorum.

Her tarafım ikinci derece yanıklarla çevrili ve ben seni ambulans sirenlerinin en tiz çıktığı saatlerde de seviyorum.

Soru Sağlamaları

Bir deli çığlığı saatler. Bir deli kalksa şimdi gelse yanımıza dese ki ben deli değilim. Kaçımız inanır? Zaman dursa saatlerimiz konuşsa dese ki ben zaman değil miyim? İşlemiyorum artık. Kaçımız delirir? Biz bu zamana kadar hep istediğimiz şekilde yaşadık. Kalksa biri dese ki bundan sonra benim istediğim gibi yaşayacaksınız? Hangimiz onun istediği gibi yaşarız. Hangimiz ölümü tercih ederiz. Bunlar tercih meselesi. Biz sevmeden ne kadar yaşayabiliriz. Kalbinden bir ruh çıksa, dikilse karşına ben bunu sevmek istiyorum dese. Onu yine de engellemeye mi çalışırız yoksa tamam senin istediğin olsun bakalım mı deriz? Biz bilmeyişlerimizin kurbanıyız. Biz sevmeyi sevmekten ibaret sayanlarız. Biz yazamayanlarız. Biz yaşayamayanlarız. Biz ulaşamayanlarız. Biz kavuşamayanlarız. Bir cam kırığı kalksa kırıldığı yerden dikilse karşımıza dese ki konuşma artık sen konuştuğun için biz kırılıyoruz. Ben konuşmaktan vazgeçerim. Benim vazgeçişlerim mucizelere bağlı. Bir mucize nereye bağlı? Soruların çok cevapların az olduğu yerlerden geliyorum. Bana bir cevap ver. Bütün sorularıma cevap olsun. Bana bir soru sor aklımda başka soru kalmasın.

6. Duygu

Güneş gibisin, aydınlatırsın, ısıtırsın belki de yakarsın. Ve ben bir buzul gibiyim. Sıcaklığın ulaşmıyor bana. Kalbim erimiyor teninin sıcaklığında. Seni hissetmenin güzel yanları vardı. Sonra soruşturduk yalnızlıkları ve sözlüklerden aradık aydınlıkları. Bize yetemediğimiz zamanlar oldu. Bir cam şişenin içindeki mektuplar gibi umutsuzca yazıldık yeryüzüne. Seni sevmiyorum değil. ama bilmiyorum işte. Belki de bir karga önyargısı üzerimizde. Bilmiyorum. Yalnızım ve bunu sen gittiğinden beri bana verdiğin bir hediye olarak kabul ediyorum. Bir taş kesildi bedenim, ve ben artık en garip senim. Serinim. Bir rüzgar gibiyim. En çok yağmurun altındayken şahlanırdı hislerim. Ve ben artık histeriğim. Deneme yanılma yöntemini pek sevmezdim. Denemeden yanıldığımı farkettiğimde yenilmiştim. Yenilendim, ayağa kalktım. Dur, yüzüne bakmak istiyorum. Seni bir aynada yok etmeliyim. Ben en çok dizginlediğin çizginim. Duygularımın mahut kaderisin. Kesinsin ve ataletimin tesirisin. Yüzün yok olmalı, sesin yok olmalı, bedenin çürüyüp toprağa karışmalı. Ölüme alışmalısın, yokluğuna alışmalıyım. Beni tanımıyorsun, çünkü ben senin bile bilmediğin o iyi yanınım.

Hakiki Yalnızlık

Karanlığın etrafından sessizce doğdu güneş, etrafını sarıp sanki bir suçluymuş gibi kıskaçlarla yok etti ışığın yokluğunu. Dümdüz bir adamdı, doğruldu, etrafına bakıp hazırlanmaya koyuldu. Amacı işe gitmekti, ama biraz dikkati dağınıktı, kravatı da öyle. Sabahları toplu taşımaya binmeyi severdi. Her sabah kalkıp nefret ettiği insanlığa bir şans daha verirdi. Her gün binlerce şans heba edilirdi. Her gün binlerce mahkemede binlerce suçlu affedilirdi. Yanlış bir notadan girmişti hayata, hayat zirveye doğrulurken, detone olmaktan korkardı. Bu yüzdendir ki minimal yaşardı. Kendine ait eşyası yoktu. Kitaplarını kütüphaneden alırdı. Kütüphaneci Ali ile araları da pek sıkı fıkıydı. Tabakları çatal, kaşık, bıçağı plastik kullanırdı. Arada bir kafasına esti mi köşedeki esnaf lokantasında adam gibi yemek yerdi. En büyük eğlencesi yalnız kalmaya çalışmaktı. Bir türlü beceremedi. Her yalnız kalmak istediğinde binlerce insan olsun istedi etrafında. Gerçekten bir gün ne istediğini bilecek miydi, bilinmez.

Öğlen vakti gelmişti, ağaçlar kendinden başka kimseye gölge vermez olmuştu. Asfalt parlamaya, billboardlar sararmaya başlamıştı. O öğlen diğerlerinden farklıydı. Zordu bir kere. Engebeli arazileri sevdiğinden sanıyoruz, çıktı bir gökdelenin tepesine. Dur dediler, yapma, etme dediler dinletemediler. Attı kendini aşağı. Cebinde bir notla göç etti buradan;

“Belki bu sefer hakiki yalnızlığı bulabilirim”

Bok bulursun…

Af Faaliyetlerinde Yetersizlik Dramı

Duydum ki büsbütün göç ediyorsun bu evrenden. Sana az kalmıştım, şimdi fazlalığım ve yalnızım. Etrafım kalabalık, üç tane hüner insanlarda, üç adımda babalık, arkadaşlık, düşmanlık.

Seni duydum. Bu evrendeydin son saatlerinde. Bir fotoğraftın, çıktın o mezardan ve aynaya baktın sonra, sonra bana baktın. Beni yargıladın, yalnızlıkla astın.

Kelimeler çıkmıyor ağzımdan, isyan ediyor yazgıma. Konuşmalıyım, son sözlerimi söylemeliyim, çünkü benim evrenimden kaybolduğunda artık tanışmıyor olacağız. Gözyaşlarım kelimelerimi ıslatıyor şimdi.

Çıkmamalı şemsiyesiz diyorlar, etrafı arıyorlar, bu fırtınaya şemsiye kar etmez diyip çıkmıyorlar.

Dudaklarım kurudu. Ben senin ellerini bir kere tuttum. Şimdi tüm eller yabancı bana. Yüzüme bir kere dokundun, şimdi bütün yüzler aşina bana. Gittin mi, ses tellerimi titreştiremediğim için mi terk ettin beni. Oysa gitme diyecektim. Kalbimdeki bir kan pıhtısının suçu, diyemedim. Seni metruk bir evin avlusunda terk ettim. Oysa ben cennettim. Cenneti senden esirgedim.

Affetmek ne garip kelime, çıksa dudaklarından geri dönüşü yok. Ben geri dönüşü olmayan her şeyden korkuyorum. En yakıcı gün ışığımda bir ağaç olmaktan seni azlediyorum. Issızımda sesini kısıyorum. Son çığlığını bir yıldıza armağan ediyorum.

Kutup yıldızıma sesleniyorum, biraz yana kay. Sabah oluyor. Haydi şimdi beraber kaybolalım.

Mücadele

Kendi askerleri tarafından derdest edilmiş bir komutan gibi çaresizim şu sıra. Kelimeler seçiyorum. En sevdiğin kelimelerden bir roman yazıyorum. Ne çok uzun ne çok kısa, tam ayarında. İnsanlar bilgi arıyor ansiklopedilerde. Bense tüm yazılmışlarda seni arıyorum. Koparıyorum içinde sen olan kağıtları. Ellerimde tonlarca kağıt, hangisini nereye yapıştırsam diye düşünüp duruyorum.

Algılarla savaşıyorum, kimseye aldırmadan. Kapılara vuruyorum, canlarını acıtmadan. Kağıtları asamıyorum. Hepsi masamda. Elime bir çakmak geçiyor. Bir sigara sarıyorum. İçine sen koyuyorum. İçmeye kıyamıyorum. Nerde olsan aklımdasın biraz diyor şarkıda. Biraz mı diye çıkışıyorum. Hep.

Her fotoğrafın ayrı düşmanım. Her fotoğraf makinesini ayrı kıskanırım. Yüzündeki tebessümü onlar yerine bir kere bana bağışlasan şimdi tüm duvarlar dostum olacaktı. Oysa beni sevmiyorlar şimdi. Onlardan korkuyorum. Korkularının üzerine gitmen gerek diyordu birileri, oysa korkularım benim üzerime geliyor. Bunalıyorum, kalkıp üzerine doğru koşuyorum. Duvar kayboluyor. Binlerce metreden aşağı doğru düşüyorum. Belki bir paraşütle gezmeliydim. Kuşlar uçuyor yardımıma. Biri cebinden bir harf çıkarıyor, bu seni yere indirir diyor. İnanıyorum, inancım beni yere indiriyor. Yer, yüzüme bir yumruk indiriyor.

Kanıyorum.

Asfalt Yarığında Hayat Yanılgısı

Gün neyi beklerse beklesin, biz geceyiz. Işık kime vurursa vursun, biz karanlığız. Sevabı onlar kazansın, biz günahız. Eğilip yerden bir avuç çakıl taşı al. Biz o kadar yıldızlarız. Uzun yazılar yazarken terleyen eller, uyuşan parmaklarız. Sevgiliden ayrılma sancısıyız. Belki de birer sanrıyız.

Gerçek misin diye soruyorum yağmura, şakaklarıma bir cevap indiriyor, susuyorum. Durmadan, hiç durmadan çağlayan o pınardan sanki seni içiyorum.

Geç kalmışız gibi görünüyor mutluluğa. Olsun, bir taksiye binip öndeki mutluluğu takip etmesini söyleriz. Son sürat yakalamaya çalışırız. Tam yakalayacakken yavaşlarız belki. Belki sadece içimizdeki buluşma arzusudur bizi yollara düşüren. Bu arzuyu da yok etmeyelim şimdi. Yol kenarındayız biz. Hep yoldayız. Biz yoluz. O üşüten, o terleten, o bilinmeyen asfaltız. Çiçeğiz belki, asfaltın küçük yarıklarından fırlayan.

Ciddiyetin batağından kaçmışız. Her kuruntu karnındaki gürültüyü er ya da geç doğurur. Bizden, biz hariç her şey çok güzel olur.

Major Revolver

Bilmediğim şarkılara eşliğimsin. Neredesin? Yıllardır bu soruyu sordum gördüğüm her notaya. Notalar görünmez deme dikkatli bak. Biraz kır şu zincirlerini. Lütfen biraz anlamaya çalış beni. Ben deli değilim! Bakma bana öyle, ben çaresiz değilim!

Tamam şimdi sakinim. Biraz yaklaş. Uzakta olman beni mutsuz ediyor. Bir kere sarıl şu silahlarına ve beraber dolduralım mermilerini. Ortak bir karara varmadan sıkalım etrafa. Biraz duy beni, kulaklarımdan çığlıklar atıyorum biraz gör beni.

Dostlarımızı bilmeliyiz. Yoksa helak olup gideceğiz. Sevme beni, sevdiğinde ikimiz de yok olacağız. Korkma yaklaş ama tüm dokunuşların dostça olsun yüreğime. Ve tam her şey yerli yerindeyken kaybol kağıdımdan. Bunun için bir silgi lazımsa sana ben sana silgi de olurum. Ayrılık ve vuslatın birleşimiyim. Beni bulunduğum durumdan kurtarmaya çalışma.

Yakınlaş insanlığıma ve vur beni gövdemin tam ortasından. Uzanayım tüm yalnızlığıma..

İnsan Üstü Sanat Eseri

Büyük bir engelle karşılaştı, kimliğim.

O kadar derinde hissediyorum ki yokluğu,

varlıkla mutlu olamıyorum.

Ben anladım,

senden başka hiçbir şey için güzelliği

yazılarıma sığdıramıyorum.

Taş kesildi bedenim,

ara ara içerden yokluyorum.

Bağırıyorum;

“Sesimi duyan yok mu?”

Kimsecikler yok.

Yine aldandım.

Son kalan gücümü de

bu cümle için heba ettim.

Çürüyorum.

O taşın içini sadece sen görüyorsun.

Sen de görmezden geliyorsun.

Ne kadar ayıp. Yaptığından değil,

yapmaya tenezzül etmediklerinden yakınıyorum,

ne acayip.

Bir sürü obje var etrafımda

kalkıp birine uzansam,

yaptığın sanat eserinden eser kalmaz,

şimdilik duruyorum. Sadece bekliyorum.

Hava kararıyor,

sana sevgilim dahi diyemiyorum.

Ses tellerimi akort ettikten sonraya güzel bir şarkı saklıyorum.

Işık yokluğa teslim oluyor.

Sana bir şey itiraf etmem gerekiyor.

Ben karanlıktan korkuyorum.

Beni bu hale getirdiğin için sana kızmıyorum.

Sadece ufak bir ricam olacak.

Işıkları yaksan da, uyuyamasam olur mu?

En azından yaptığın bir şeyden şikayet etme hakkım olur diye düşünmüştüm.

Sana karşı mahcubum.

Seni görünebilir kılmaya çalışıyordum.

Oysa ben kimim ki?

Hak etmediğin gibi davrandım.

Ufacık bir özür yetecekti,

ama o zaman doğru yaptığımdan emindim.

Şimdiyse artık hiçbir şey yapmaya mecalim yok.

Sadece son yakın olsun diye umuyorum.

Yanlışlıkla hareket ettim sanırım,

hoşça kal gün doğumu,

dağılıyorum.

İgloda Misafirlik

IMG_9809.JPG

Ana hatlarında beliren büyük bir urun tanımıyla beynimin derisinde kalitesiz benler bulundu. Değer verdikçe gördüğüm azaldı. Metabolizmam ruhani dengemin veremediği refahın intikamını almakta kararlı. Zamanı varken en azından bir şeyler yapmalı. Onlardan uzaklaşmalı. Zeminin yerini derinim almalı, en zeki beyinlerden sürekli irin mi akmalı? Zamanı varken bu evi yakmalı. Yüksek katlı apartmanda aranan dünya düzeninin yağlı urganı asansör boşluklarında bulundu. Gülüşleri duydukça, kalbim yaralandı. Dizlerinden alınan her bir hareketin sorumluluğunda bu sefil insan hakkı. Buralardan buzullara kaçmalı. Yanında olmayacaklardan zamanı saklamalı. Yalnız bir filozof öğüdünden iyidir dost kazığı.

Denge Denklemi

IMG_20150708_195820.jpg

Yanlış yazılmış üç yüz otuz üç harf ile yalnız kalmak, yaratıcı bir düşünce mahsulü elde etme olanağı getiriyor olsa da reddediyorum şiir yazma isteğini. Düne şiir yazmak, güne şiir yazmak, yanmak veya yanılmak, kalitesiz istekler silsilesi. Bana göre üretmek en büyük cahillik demişti. Keşke dünya kalem ve kağıttan ibaret olsaydı, dünyevi dertlerimizi ekranlar yerine başka bir nesneye aktarabiliyor olsaydık. Yalnız kalmasaydık mesela, düşünce yolculuklarında tepinirken, ayaklarımız yere değseydi uzak yerlere giderken. İşimle evimin arası kronometrelerce uzak olmasaydı. Belki de uzak kelimesinin harfleri arasına bir yanlışlık olup yerleşmeli insan. Sonuçta yanlış yazılan uzak, yakındır. Bu aralar ters düşüyorum düşüncelerimle.  Tezatlık ahraz bir istek beynimin derinliklerinde. İlginçtir ki uzun zamandır senli benli rüyalar görmüyordum, olacak ya dün gece gördüm.  Beynimle barıştığım zannedilmesin hemen. Hesabını verecek hain, göremediğim rüyaların, duyamadığım şarkıların, anımsayamadığım ruhların. Zaten bunlar olmadan nefes alış verişlerim biyolojik bir devamlılık mecburiyetinden ileri gidemiyor. Rüyalarımdan çıkarım yapabilirsiniz. Aksiyon eksenlerimiz tutmuyor. Dengemi bozmayınız. Bilirkişilere göre en devamlı görünmezlik yoklukla meydana gelir. Kadehlerimizi görünmezliğimin devamlılık hatasına kaldıralım..

“Hervsey’de”

İntiharı İntizar

IMG_4692.JPG

Bu bir intihar mektubu değildir. Belki de mektup bile değildir. Zaten mektupların amacını yanlış anladı insanlık. Mektuplar birine yazılmamalıydı. Öylesine yazılıp öylesine bir yere gönderilmeliydi. Tanıdık insanlara mektup göndermek ayıp sayılmalıydı, olmadı. En güzel mektup, sahipsiz, yersiz, yurtsuz, renksiz, kokusuzdur. Bir bildiri değildir. Ben intihara benzetiyorum biraz. Yan yana gelince belki bu yüzden kulağa hoş geliyorlar. Yalnızlığın sonu intihar mektubudur.

Düşüncelerin derininden yıldızlar yerine, el ele bir mağaza vitrini önünde en sevdiği elbiseyi izlemek gerekiyordu birlikte. İlk adımı intiharın, ölüme en uzak olduğun zaman atılır. Duygularının değişebileceğine inanmalısın. İnanmak kaybolmakla kardeş sayılır. Kesin konuşmak cehaletin tavla arkadaşı, önemsiz insanların “El alem ne der?” en büyük merakı. Sahi, bırakalım bunları, nasılsın? İyiyim demen için sorulan sorulardan biri olduğumu düşünüyorum. Hep beklediğim cevapları alıyorum. Seni gördüğüm o kaldırım kenarı, bir yanlış anlayıştı, belki de hayatımdaki en büyüğü. Her bir uzvun benden kaçar gibi. Dur artık! Yeter kaçtığın. Seni bulacağım ve bir sonraki intihar mektubunu senin için yazacağım…

Uydu Sorunu

uydu.jpg

Yalnızlığın tam ortasından yazıyorum. Akşam olunca anlıyor insan biraz yalnızlığını. Bütün tantana bitince, ışıklar sönünce ve söyleyecek bir kelime dahi kalmayınca anlıyor. Beni de biraz anlamanı isterdim. Ben seni yalnızken bir poker masasında da severdim. Kaybedecek tek kuruşum kalmadığında geleceğime bahse girerdim. Bir viski daha söylerdim sensizliğe. Sigaramı bir küllüğe iliştirirdim, alelacele. Sigaram da küllükte yalnızlık çekerdi. Ve diğerlerine kavuşma arzusuyla sık sık sönerdi. Yakmaya kıyamazdım bırakırdım. Sahi insan beklemek olmasaydı ne yapardı. En güzel sanat eserlerini öylece kaderine mi terk ederdi, bilemiyorum. En güzel kahverengilerimi en güzel kahvehanelerden çalmak gibi bir huyum var. Beni ehlileştirmene ihtiyacım var. Beni dünyadan uzaklaştır. Ben sana az kendime fazlayım. Fazlalığım. Güneşin aydınlatamadığı kuytu, yolunu kaybetmiş başıboş bir uyduyum. Etrafındaydım, artık yarınındayım. Uzaklaşmalıydım, şimdi çok uzaktayım.

“Hervsey’de”

 

Çöl Vakti

IMG_1024.jpg

Yanlış kararları doğru zamanlarda almak gibi bir huyu vardı şafak vaktinin. Hep bir umut beklerdik karşısında, bize güzel günler getireceğini umardık. Umut bizi hayattan koparan tek şeydi. Bekledikçe bekledik. Taşa döndük ve ekledik; bize yanlış tanıtmışsın dışarıyı. Sorun değil. yalnız kaldığımız her an birlikteydik, birdik. Mahremimi dökerdim sana, mahmur ederdin bakışlarınla. Bir sarhoşluktu doğruluk bize. Hiç yayınlanmayacak bir yazıydı ilkelliğimiz. İlkemiz daima günahlar işlemekti. Ama birbirimizden uzakta. Eğlenirdik günle, güneşle, ayla ve geceyle. Dünyayı bir deniz zannederdik, balık olmak isterdik. Sahillere inerdik seninle. Hatta birlikte kumpir yemişliğimiz bile vardı, vasat bir günün akşamında. Biraz tebessüm istemiştik dolunaydan. Esirgemedi. Bizi, biz olduğumuz zamanlarda o da severdi. Sevilmeye muhtaçtık ikimiz de. Birbirimizi seçtik. Seçilmiş kişiler olduğumuzu dünyaya ilan ettik. Armonilere bizi dizdik. İki notadan ileri gidemedik. Şimdi çaresiz kaldık işte, sen başka fa anahtarında mibemolsün. Ben kendi adımı çoktan unuttum. Yüzün kaldı kağıdımda. İncelikle dokundu kumaşıma. Seni atsam atamam. Ama affet beni, sen bir yağmur olsan, ben çölde bile olsam, seni artık arayamam.

“Hervsey’de”

Karşımda Kendim ve Dertlerim

IMG_8487.JPG

O kadar korkuyorum ki düşüncelerimden sarhoş olamıyorum. Bilincim dahilinde olmayan bir kelime çıkar da dudaklarımdan utandırır beni düşünce dünyam diye diğer insanlar gibi eğlenemiyorum bile. Buna kontrol manyaklığı diyebilirsin. Bunu kontrol manyaklığı hakkında bilimsel pek fazla bir şey bilmemene bağlarım. Benimle yargılarını kenara bırakıp yürümen gerekir. Bunca zaman nerede olduğunu sormak için gözlerin duygusal yaptırımını kullanmamaya kararlıyım. Zaman işte, herkes bir yerlerde. Denk gelmiyor olmamız aynı şeyleri düşünmediğimiz anlamına gelmiyor. Uzun süre uzun konular üzerinde yazamıyorum. Malum biraz dikkat dağınıklığımdan yakınıyorum bu sıralar. Bir asır gibi yaşıyorum her anı, bir saniye gibi geçiriyorum asırları. Asrın da hatrı vardır. En az senin üzerimde olduğu kadar. Her neyse konularımdan etkilenmen hoşuma gitmiyor. Ne kadar ilginç bulutları hiç düşünmemiş olman. Öylece gökyüzünde asılı kalan bir kaç toz veya buhar parçalarından ibaret olmadıklarını düşünüyorum. Belki de yanlış. Yine de bunu her fırsatta düşünmüyorum nasıl olsa. Anlık gelip giden düşünceleri yakalayıp ayaklarına taş bağlayıp egenin derinliklerine bir balıkçı teknesinden atmak gibi planlar yapıyorum aslında boş zamanlarımda. Herhangi bir şeyle uğraşmak biraz kaslarımı zayıflatıyor diye düşünüyorum. Suyun kaldırma kuvveti varsa aklımın da unutma gücü var. Sevmediğim duyguları yaşamamak için bu gücü kullanmam ne kadar normal bilemiyorum ama bu bedenime fazla müdahale ediyormuşum gibi hissettirebilir. Bu beni kötü hissettirmeyecektir.

İnsanın nasıl oluştuğu hakkında bilimsel verilerin inandırıcılığı ne kadar zayıf. Oysa o verilere takılıp kalsak herkesin aslında aynı şeyleri düşünmek, yaşamak gibi zayıf noktaları olabilir. Oysa herkes ne kadar farklı. Hiçbir şeyden emin olamamak ne kadar muazzam bir duygu. Egoyu bastırıyor aslında. Ne kadar küçük olduğunu insana tekrar tekrar hatırlatıyor. Bazı meseleleri çok fazla abartıyor gibi düşünüyorum Adem’in. Sessiz sessiz otururken bir anda ortaya bir tartışma konusu atıp insanları birbirine düşürmesinin bir içsel deney olduğunu tahmin ediyorum. İnsanı anlamış bu çocuk. Ama emin değil. Olması gerektiği gibi.

Sanat, felsefe, edebiyat burjuva işi uğraşlar mı cidden. Bazen rahat ettiğimi fark edebiliyor ve bunun için bir hayli yakınıyorum. Bilgeler çok fazla şey söylüyorlar.

Bilge de fazla şey biliyor diye bilge değil bu arada. Sadece bilmesi gereken konularda öğrenmeye meraklı ve hatırlama kabiliyeti benden biraz daha fazla.

Aslında hatırlamak gücü benden bi tık fazla her insan benden daha bilgedir desem pek de yalan olmaz. Sana kendimi anlatmaya çalışmıyorum. SAdece biraz konuşmaya ihtiyacım vardı. Seni gördüm ve seninle konuşmaya karar verdim. Beni dinlediğin ama anlamaya çalışmadığın için teşekkür ederim. Çünkü bu kelimelerin yerleri değişip daha farklı cümleler oluşturacak şekilde dizilseydi, hiç olmayacak insanlara anlamlı şeyler ifade edebilirdi. Optimizmin yarım uyak tahammülleri dillendirip gerçeğe dönüştürme çabası anlamsız. Düğümlerimiz sıkı, karanlıklarımız zifiri olsun.

Başka Bir Dünyaya İltica

IMG_9104.JPG

Başında beklerken biraz beceriksiz olduğumu hissediyorum. Oysa yazmalıyım başıma gelecekleri, kahinlik iddiasında bulunmuyorum. Sadece geleceği sezebiliyorum. Merak duygusu yenilmeli. Bir savaş bu epey kanlı, Galibi de katil, mağlubu da. Yanlış! Dünyamda işler pek yolunda gitmiyor. Beni kaçıracağın bir uzay gemin varsa seninle o yıldızda yaşayabileceğimi düşünüyorum. Ama pek emin değilim. Yerimi yadırgayabilirim. En azından bir koltuğum olsaydı diye başının etini yiyebilirim. Kitaplarımı da burada bırakabilecek kadar vicdansız mıyım? Belki de, bilemiyorum. Yanlış işte! Kendimle çelişmekten hiç hoşlanmıyorum. Değişim beni düzensiz bir ruh haline sokuyor. Kapitalizme sövüp yuvalarına harç taşıyorum. Bu beni dengesiz biri olduğuma inandırmaya yetecek bir kaç davranışımdan birisi. Akşamları ne kadar sevsem de gündüzleri mutlu oluyorum. Galiba ben mutsuz olmayı seviyorum. Mutluyken yazamıyorum. Belki de mutluyken daha mutsuzum, ihtimal dahilinde. Vazgeçtim, o yıldızda yaşayamam ben, sen benim yanlışlarımla dolu dünyama gel, hadi, bekliyorum.

İz Bırakma Fiziği

geçmişkik.jpg

Geçmiş ne kadar hızlı geçmiş, oysa yaşanmamışlıklar vardı. Beklesen biraz ne olurdu? Ben geç kaldım tamam, ama belki de hata senin. Neden tam zamanında oradaydın. Belki de sen de geç kalmalıydın. İkimizde geç kalsaydık bence geç kalmış olmazdık. Bana öyle bakma. Yapabileceğim bir şey yok. Olsa yapar mıydım? Elimden ne geliyorsa sana gelsin diye uğraşırdım galiba. Ama sen masum değilsin. Sana kızmıyorum. Hiçbirimiz masum değiliz. Ben sözlerine kızıyorum. Daha doğrusu kızıyordum. Sözlerini unuttum. Unutkanlık var biraz sen de biliyorsun. Belki sen de unuttun. Unutulmuş bir çiçek salonda duruyor. Her bulduğu fırsatta saati soruyor. Bir saat ya da bileğindeki herhangi bir şey. Bak ve bana ne kadar zamanımız olduğunu söyle. Seninle ben akrep ve yelkovan gibiydik. Sen bir dönerdin ben etrafında fır dönerdim. Hep etrafındaydım. Hep yakında. Saatler ileri mi alındı yine. Dur hemen sözlerime alınma. Alındıkça satılır sözcükler. Benim yazılarımın müşterisi yok. Bağırma, ben bağırınca giderim. Uzaklardan seni seyrederim. Seninle ilgili değil konularım, konuşlarım ve dokunuşlarım. Son dokunuşlarım hep zarif olsun isterim. Sinematik bir gözle bazen seni izlerim. Bir film olsan en güzel detay olurdun. Ben detayları severim. Emin ol en çok seni severdim. Yanlış anlama seni etkilemeye çalışmıyorum. Etki her zaman tepki oluşturur. Ben seni tepkisiz de kabul ederim. Basit fizik kuralları, biraz yanlış anlayışlar, tutku taneleri, kalp yıkıntıları. Sıradan şeyler de konuşmalı insan. Seni her zamanki yerde her zamanki sadeliğimle terk ediyorum.

“Hervsey’de”

Karambol

IMG_0686.jpg

Etrafta çocuklar var, burası park değil. Yalnız kalmaya pek alışık değilim, dilimde bir kaç serzeniş var. İnsanların dudakları arasından çıkan her iki kelime söz veriş. Yalan söyleyiş. Şekli fark etmiyor, öylece söyleniyor. Her söylenişte şekilleri değişiyor. Kimse mutlu değil. Herkesin rolü üzerine “cuk” diye oturuyor. Karşımda bir adam var. Akşamdan kalmış, ama kendine kalmamış, belli. Belirsiz bir yüz ifadesi var, gülüyor mu yoksa normalde de böyle mi anlayamıyorum. Zaten çok az şeyi anlıyorum hayatta. Onlar da çok zor şeyler değil. Mesela sıfırı anlıyorum. Yok gibi bir şey ama yokluğunun ismi var. Benim o da yok. Kendimi pek anlayamıyorum. Mutsuz değilim, yalanları seviyorum. İnsan kendine dürüst olmalı. Sıfırları seviyorum. Ama senin yanında bir sıfır olabilir miyim, bilmiyorum. Bunun için kendini zorlamamalı insan. Ya olmalı tam karşısında bir pencere, çıkıp bağırmalı, ya da karanlık bir zindanda, içinden ölüsü bile çıkmamalı. İki seçenek arasında kalmak nedir bilir misin? İntihar etmek veya sinemaya gitmek gibi. ikincisini yapsan ilkine zararı yok ama ilkini yaparsan ikincisine hakkın yok. Yasak aşklara fırça atmak yok, yanlış resmi karalıyorsun. Artık yaşamak bir karambol.

“Hervsey’de”

Aldanış

IMG_0459.png

Dünün yarınla ilgili bir problemi yoktu, hiç de olmadı.

Dünü ortamlarda sevmezler, ondan konuşmak istemezlerdi. O bunları dert etmezdi. Üzerinde garip bir boş vermişlik vardı. Bazen onu düşünenlere de sitem ederdi. Sevmezdi kendinden konuşulmasını. Göz önünde bulunmak ona göre değildi. Farklı insanların farklı düşüncelerine her zaman saygı duyardı. Vakur duruşuyla hayatını düzene koymuştu. Her geçen gün, onu yaşlandırıyor, sevgisini ise gençleştiriyordu. Yalancı bahara kanmamak elinde değildi. Sonunu bildiği filmler izlerdi, sonları hep mutlu biterdi. Bitirdiği yaşı söyler, bitmemiş resimleri severdi. Geceler onu inandırmaya yeterdi. Sabah beş gibiydi, hiç yapmadığı bir şey yaptı. Hata dedi yaptığı şeye, ama pişman değildi. Çünkü aşk hatadır ama pişmanlık değildir.

Bir kovalamaca başladı, yeri geldiğinde yerine geldiğine yanıktı. Yanılmış ve yanlıştı. “Hayat istediğin şeyleri vermediğinde istediğin şeyleri değil hayatını değiştirmen gerekir.” O bu sözü hiç umursamadı. Umursamazlık onda bir hastalıktı, hiç tedavi olmadı. Günden güne eridi dün, zaman geçti ve oldu yarın. Sevginin yüceliği buydu aslında zaman geçtikçe sevdiğine dönüşmekti. O bu elmadan tattı, bir daha dün olamadı.

Elma bir yanılgıydı. Düzene baş kaldırıydı. Yalnızlığına bir darbe, yazgıya saldırıydı. Çok geçmeden hayatından arındı.

Hayatımız bir dün ve binlerce yarındı. Ve bir yasak elma bizi dünyaya baktırdı. Gözümüzü alamadık, yerimizde kalamadık. Koştuk… Yorulduk… Durduk. Dinleniyoruz. Dinlendiğimiz yetmedi, bir de dileniyoruz. Durduğumuz yerde yeniden diriliyoruz.

“Hervsey’de”

Yolcu Katli

4E9A1947.JPG

Bir koku beni yıllardır gitmediğim bir yere saniyeler içerisinde götürebilir. Aslında tamamen hayat bana renkler ve kokulardan ibaret olan ilginç bir dünya sunuyor. Farkındayım. Bu sunumun güzelliği ile ilgili bir problem yaşıyorsam bu hayatı nasıl algılamak istediğime bağlıdır. Ağaçların bir dakika için görev yerlerinden ayrılıp aylaklık etmek için bir yerlere gittiğini düşünsene. Her zaman görülen bir mevsim az sonra beni yolculuklara revan edebilir. Bavulumu iyi hazırlamalıyım. Çünkü yol, kıtlıkla dolu bir katildir.

Hatta Hata

IMG_7302.JPG

Gecenin hür kuşları vardır. Bilinmeyen saatlerde seferler düzenlenen tüm düşlere bir göz atarlar. Ayın karanlık tarafını gören herkes gibi onlar da aynı şarkıları yazarlar. Topluluk belirtisi hissedilmeli, insanlar da onlar gibi hep aynı kokuları duyarlar.

Kat edilen her bir metre insanlığın bir başka denize yelken açabilme potansiyeline sahiptir. İnsan, yapısı gereği unutandır. Oysa yola radikal arzuları ile çıkmıştır. Yol ne kadar dar ise o kadar derindir. Bu derinlikte usta yolcular bile vurgun yiyebilirler.

Ne kadar inandırıcı konuşuyor bazen balıkçılar. İnanmamak elde mi? İnsan inanandır. İnandıkları uğruna insanlıklarını bile kenara bırakabilirler.

Düşünce kalkmak ister insan. Aynı yerden düşmek istemez. Buna tecrübe der. Belki de alışmak lazım acıya. İnsan olmanın gereği düşünmektir. Gerektiği kadar düşünmez ama. Eğim eğilince olmaz. Eğilimin ne tarafaysa oradan kırmaya çalışır dalını hayat.

Denizin durağanlığı balıklarımı rahat ettirmeliydi. Onlar ölmeyi seçti. Tercih meselesi. Kızamıyorum yine de. Onları oraya bırakmak bir hataydı. Hatalı olduğunu kabul eden de insan olmalıydı.

Sevgiliyle Monolog

IMG_6931.JPG

Kötü insanlar öyle filmlerde dizilerde gösterilen gibi değiller biliyor musun? Kötü insanlar elinden tuttuğumuz, gözlerinin içine baktığımız, belki biraz belki çok sevdiğimiz insanlar. Gözlerimizin içine baka baka yalan söyleyenler, fark etmediğimizi düşünenler, bizi aldatanlar kötü insanlar. Tanıyamadıklarımız, ya da yanlış tanıdıklarımız, konduramadıklarımız onlar. Bizi en fazla ihtiyacımız olduğunda terk edenler kötü olanlar. Sence intikam mı almalıyım? Bilmem. Belki de hayır. Yüzlerine karşı kötü olduklarını söylemeli miyim? Ya da en az onlar kadar kötü mü olmalıyım? Bir şey söyleyecek gibisin. Ama gözlerin, onlardan korkuyorsun. Seni yine ele verirler diye için için titriyorsun. Kendini savunmak istiyorsun. Ama çaresiz gibi görünüyorsun. Bir kelime daha etsen devamını getirmek zorunda kalacakmışsın gibi değil mi? Bir yalan daha, bir yalan daha… acınacak haldesin. Tek bir söz getirdim sana heybemde. Bir cümleyle birlikte. Şimdi kötülüğün ve sen baş başasın, hoşça kal.

Sancı Devridaimi

SAM_2229.jpg

Umursamaz bir adam vardı. Önce kendini bulmaya çalıştı. Olmadı. Kendini bulduğunu sandığı insanlardan kaçtı. “Bu nesil benim neslim değil. Yanlış zamanda yanlış yerdeyim” dedi. Dediği kadar vardı. Var olduğu kadar yoktu. Kaçtığı yerde bir ağaç kovuğu buldu, saklandı. Bir asır geçti, uyudu, uyudu, uyandı, kovuktan çıktı. Şanslıydı. Hala kesmemişlerdi saklandığı ağacı. Bir orman iş merkezi olmamıştı, şanslıydı. Ama sadece bu kadar şanslıydı. Yalın ayak koşup sahile indi. İndiği yer sahil değildi, beton istilası, ağaçlar üzerine oturulabilecek şekilde kesik. Seyyar satıcıdan bir çay aldı. Ayaklarını binadan aşağı sarkıttı. Aşağısı denizdi. Düşünmeye başlasa düşünmeden edemezdi. Bu yüzden erteledi. Yanında bir kız belirdi. Yaşlı gözleriyle bir mendil istedi. Adam cebinden bin yıllık mendilini çıkardı. Kıza uzattı. Eli mendil gibi bembeyaz oldu. Kadının eli kirliydi, değdi, elinin kirlendiğini düşünüp çayı eline döktü. Bir mendil gibi eridi gitti eli. Çaya kızıp denize döktü. Deniz çayın rengine büründü, kız üzüldü. Üzgün hali buharlaştı, yağmura dönüştü, bin yıllık hayat sağanak oldu, dünya üzerine düştü, düştüğü yerden yerildi. Akşamına yenildi, içildi. Kelimeler dağıldı, sözler azaldı, kadehler kalktı, sağlığına içildi.

İnsan Budalası

6tag_210615-033031.jpg

İnsanların karşısındakini aptal zannetme huyları var oldukça hiç bir insan ilişkisi olması gerektiği gibi sade ve kusursuz olmayacaktır.

İnsanlar konuşma esnasında size net olduklarını söyleseler bile onların içlerinde kokusunu aldığınız şeyin adı o bağnaz istek silsilesinin bozulmuşluğu. Bu hislerinizde yanılmadınız. Aslında size karşı savunmada olduğunu düşündüğü zaman başlatılan o fikir bombardımanı savaşın görünmeyen karanlık tarafıydı. O ilginç istekleri yanıtsız bırakmak sizi ona karşı istek savaşında bir sıfır öne geçirebilir. Lakin sonraki kozun tam yerinde olmalı. Karşı tarafta elin açıklığından faydalanan bir fikir budalasının gözlerindeki edepsiz blöfü iyi okumalısınız. Çünkü verilen her koz zeki olduğunu düşünen bir beynin rezil isteklerinden doğan o kanamalı dürtülerini size karşı kullanması isteğini barındıracaktır. Dizginsiz fikirlerini kendinden başkasıyla paylaşamayan bir sefille karşı karşıyaysanız ve size hayatınız, dünyanız hakkında fikirlerde bulunma yetkisine nail olduğunu hissettiriyorsanız, bu da verilmiş olan başka bir kozdur. Ona değerli olduğunu hissettirmek kendinizi değerli görmediğinize dair yanlış bir izlenim oluşturacaktır. Aldırmayın, sadece biraz daha zeki hissetmesini sağlamak içindir bu davranış. İnsan kestirilemeyen davranışlardan daha çok yara alır.

Yandaş olarak gördüğünüz insanların zamanla aslında rakibiniz olabileceği duygusu çok uzak olmamalı. Çünkü insan savaşan ve savaştığını unutan bir varlıktır bazı kitaplara göre. Oysa tüm evrenden sıyrılmış dikensiz bir gül olmalıydı insan, sıyrılan diken olmayı yeğleyenlere söz yok tabi. İnsan dışardan haklı, içerden de bir söz duyduğu garip iniltisi “ne kadar hain çalışıyor aklı.”

Zaman zaman bir daha hata yapmamaya söz vermiş bir rahibe gibi hür-i pak hissediyor olsa da bedenim akıl akılalmaz günahlar denizinde kaybolmuş küçük bir balık gibi kalakalıyor olduğu yerde. Yenilmesi an meselesi, yenerse akıl meselesi. Serzenişlerim boşuna, anlaşılmak için değil bu sözler. İçimde bir yangının küllerini biriktirmek hoşuma gitmediğinden. On dakikada yerle bir edilen düşünceler yerini bozarmış küllerle dolu bir harabeye bıraktı. Küllerini Nil’e salmazsam, haksızım. Kendime karşı, hislerim zavallıca olarak kalır ki bu beni güçsüz olduğuma inandırır. Zaman dediğimiz tik taklı kuzey rüzgarlarında insanın hali ne denli çelimsiz kalmıştır. Bilinmezlik devinimi isanın insandan çıkarı dolu. Bu yavan zulmü insan nasıl kendi aleyhine çevirebilir ki.

Bazen hatalar insanın kendisinden kaynaklanmaz. Karşı taraftan kaynaklanırsa da yaralamaz. Belki de biraz iç burukluğu bırakır hücrelerimizin derinliklerine. Kalbin boğazı düğümleniyor. Ne yazsam, nasıl yazsam da ne hissettiğimi karşılamıyor. Ne acı. İnsan budalası…

Ormanlıkta Sis Perdesi

IMG_0354.JPGİstediğin kadar canımı yak. Şimdi buradasın. Sen buradayken seni hissetmiyorsam, gittiğin zaman da sensizliği hissetmem. El alem ne der korkusuyla kahkahalar at. Gülüşünü kıskanmıyorum artık. Çok bunaldım, kaçıp bir ağaç kovuğuna saklanmayı düşünüyorum. Önceden olsam burada, uzanır çimenlere gökyüzünü seyrederdim. Kutup yıldızından karınca yuvalarından seni bulmaya çalışırdım. Soğuktun, kayan yıldızlarımı yakalamaya çalıştım. Belki başıma ekşiyen bir delinin her söylediğine inandım. Yorgun memur dertleri dinledim. Şimdi o kadar korkuyorum ki yaşamak sancısından. Kağıtlara bir kaç yalın kelime bırakıyorum. Dünyayı toplasan bir cümle etmez şimdi, kendimi terk ediyorum…

İç Sıkıntısı- Yayılmamalı

IMG_6513.JPGAnlamını kavramak için uğraştığımız her şey için daha önce herhangi biri tarafından açıklanma ihtiyacı duyulmuşsa eğer, anlamını kavramak için uğraşılan şeylerin gerçekten anlamlı olduğuna inanmalı mıyız?

Belki de yokluğu ile gündeme gelmemek için varlık yalanı söyleyen bir kaç muzip yüzünden bugün saçma sapan inançlar uydurduk kendimize, kim bilir.

Zaten kim bu kadar şeyi anlamlandırmak istemiş ki? Kim bu anlam tüccarı? Kimin ürünü bu dünya üzerine kurulmuş rahatsız fantezi?

Kavga etmek yerine küfür etmeyi bulan diyorlar medeniyetin kurucusuna, kavga etmek için kullanmayan küfürbaz oluyor da kendini dizginlemek için kullanan haklı mı?

Ne komik bir dünya düzeni, seviye arayan bir ahlak bekçisi değilim. Ama yine de yazmalıyım içimden geleni. Yayınlanmayacak olsa da nasıl ölündüğünü bilmeliyim. En güzel ölümün nereden kiminle geldiğini bulmalıyım. Galiba aklımı toplayamıyorum. Kişilerin ve olayların bana neler hissettirdiği hakkında henüz bir fikre sahip değilim. Galiba bunun tam teşekküllü eğitimini almadan da böyle bir yargıya varamayacağım, farkındayım.

Sessizlik istediğim bütün varlıklardan yokluk beklemem mantıklı değil. Sessizlik, yokluğun yemeğidir. Bugün insanların bu gereksiz orucu bozmaması ne kadar anlamsız. Bu yanıltıcı rezil uğraşları ne zaman anlayacak gösterme tanrısı olmaya çalışan, mitolojilerden roller çalan rahatsızlar? Bu bir değer karmaşası, ağrı aksı, haz ağrısı.

İçki masasında verilmiş sözlerden daha ağır söylediğin sözlerin kokusu. Her neyse konuştuğumuz şeylerin konusu. Algı operasyonları her dilde ve çevrede. Bugün siyasetten daha aptalca bir şey varsa o da yarın da var olma çabası. Belki de hemen yok olmalı, bir yolunu bulup bir gezegeni kendi toprağı ilan edip bu aptallıktan kaçmalı. Hemen burada, yok olmalı. Okumadan, dinlemeden, anlamadan, söylemek istediğini söylemeden şu an yok olmalı.

Ben de göstermeye çalışıyorum. Görülmemiş olanı. Ne farkım var onlardan, onların da varlığı buna bağlı. Gördüklerini görmemiş olana göstermek ne derece anlamlı? Ben gösterdiklerimle yok olmaya çalışıyorum bence bu anlamlı. Belki de insanlara göre tavrım, yanlı. Umrumda değil. Kelimeler arasında durdum ve etrafımda yüklem yağmurları. Bunların yarısı belki de tamamı yayılmamalı. Sezgi dediğimiz kuruntu belki de. Belki de anlamadığımız şeyleri gerçekten anlamamız gerekiyor. Bu ağdalı anlatımlar, bağnaz takıntılar, batıllar…

Kahveni yudumla, rahat bırak dünyayı.

Yersiz Uyku

FullSizeRender (1).jpg

Bir gece uyumaya çalışıyor, bir hece bir hevesle bir cümleye koşuyor, kendine yakışan kelimenin yanında duruyor, durduğu yerden konuşmak hoşuna gitmez. Ayağa kalkıp uzun uzun adımlıyor odanın içinde. Odada bir anda karpuz kabukları ayaklarının altına seriliyor. Karpuz kabukları kendini iyi hissetmediğin anlarda ayaklarının altına serilir. Belki de güvenilir bir yere doğru havalanır. Yanındaki kelimeye dönüp, biraz su ister misin diyor. Kelime susuyor, suyu cami bahçesindeki lalelerin dibine döküyor. Lalelerin rengi suyla uçup gidiyor. Uçuşan renklere bakıp dileğini diliyor ve yalnızlığın katlanılmaz şey olduğunu aklından geçiriyor. Beyninden geçen her kelimeyi gözleri haykırıyor. Mesela geçenlerde birine gözleriyle ilanı aşk etmişti. Yanıt bulamadı, ama olsun. Galiba insanlar gözlerindeki kelimelere bakmayı tercih etmiyor. Kolay lokma zannettiği çiçeklerim var, onları koparmaya çalışıyor, çiçeklerim olağan gücüyle karşı koyuyor. Aralarında savaş çıkacak diye ürküyor meşe, çiçeğe bir fiske vuruyor, çiçek adama, adam bana küsüyor. Yalnızlık bir küskünlükle başlıyor. Yalnızlık başladıktan sonra her harf arasına boşluk giriyor. Boşlukta kaybolmak istiyor bir zenci. Zencinin tek istediği biraz sevgi. İlgisizlik batağına düşmüş bir kaç ezgi. Ayakları geri gitsin diye düşünüyor, bir bemole takılıp yere kapaklanıyor. Yer duygu, yersiz duygu, duygu, tüm istediğim buydu…

“Hervsey’de”

Bir Kara Kuyu

53767.jpg

Arkadaşlarla aramızda uzun uzadıya  tartıştık. Kimi uçmamız taraftarıydı kimi değil. Hepimiz kayak yapabiliyorduk. Ama bu bizim için artık bir spor değildi.

Bir kaçımız evlenmişti bile. Ama sorun değildi bekarlar olarak yeterli sayıdaydık.

Uzaktan bir adam geldi. Sorduk nerelisin dedik, dünyalıyım dedi. Aramızda tartışıp karar verdik, adamı kesip yedik. Tadı damağımızda kaldı, dünyalı eti güzelmiş. Etrafta gençten bir kaç penguen vardı, etten onlara da verdik sevinçten havalara uçtular.

Uçup gittiler. Meğer uçamadıkları için yanımızdalarmış. Alındık penguenlere.

Bu kadar sevme dedik bir tanesine. En çok o sevdi. Diğerine gitme dedik, kaldı. Penguenler tutarsız yaratıklar, insanlar gibi. Birden sinirlendi Venüs, ne o dedik. Ben insanları seviyorum dedi. Oysa bundan bize neydi?

Ne zaman çıkıp gidecektik? Ne zaman buradan kurtulacaktık? Her şeyi kontrol edebiliyorduk ama bilinçli olarak değil. Sanki bizden üstün bir şeyler vardı. Sorduk baş piskoposa “düşünme siktir et“ dedi. haklıydı, hiç düşünmedik. Düşünmedik diye bir kaç kere düştük, dizlerimiz kanadı, yaramızı yine onlar sardı, penguen kanatları düşünüldüğünden de genişti…

“Hervsey’de”

Derin Temizlik

IMG_0439.JPG

Kelime kökenleri araştırmaya giriştim. Her neredeysem ve kiminleysem o yerde kimliğimi neden yitirdiysem bilmek istiyorum. İstemsizce elim yazılmışlara gidiyor, oysa istediğim, henüz yazılmamış olanın ruhundan çığlıklar atıyor. “Beni buradan çıkar!” Kolaysa sen yap. Sese doğru yöneliyorum, yöneldiğim yeri karanlıklar basıyor, bir karabasan rüyalarımı ziyaret ediyor. Münzevi birisi, onu sevmiyorum değil. Ama ziyaret yersiz, misafirliği istemsiz. Uyandığım gibi bir koşuşturma, zorluyorum zihnimi, bulmalıyım hayallerimin yerini. Yazılmamış olandan, çizilmemiş olandan, akla gelmemiş ve gelmeyecek olandan geçmeli yolum, her ne pahasına olursa olsun, bulmalıyım onu. Bir uğramak değil amacım, oraya bedenimi adamalıyım. Dağ, taş, gök, toprak… Yardım etmeli bir kaç sağanak. Herhangi bir kasırganın peşinden gitmeliyim. Katmalı girdabına beni de. Nerede duracağımı bilmeden indi bindi pahası ile gideceğim yere götürmeli beni. Belki de buluşmamız hiç bilmediğimiz bir köyün kahvehanesinde olmalı. Mütevazi. Birer çay söyleyip dalmalıyız derdimizin sanatına. İnsan ne olduğunu bilmeli, nereden geldiği önemsiz, nereye gideceği belirsiz. İzbelerde bulmalı kendini, zamansız, yerin değeri değersiz.

Emir Değil İbadet

IMG_0776.JPG

Felsefenin ekmeği burjuvanın fırınlarında pişer. Zavallıya düşünmek düşmez. Zavallı olan hep düşer, sıfatını karıştırır düş görmeye çalışırsa düşünmeye fırsat vermeyenle çatışır. Hayallerin için fırsatları kovalamayı bırak. Seni senden çalan nesnenin sonuna bir “izm” koy, haykır, küfret, kavga et. Neslin besini ekmek değil, et. Kes bir parçanı ortaya koy ve ziyafet! Tabakları kuralına göre diz, saçmalıkların adı zarafet. Amacından sapmış medet umduğumuz şeylerin adı her neyse. Rezalet. Adın bir harften ibaret. Yalan yanlış düşüncelerinle insanları kepaze et. Belki de olduğun gibi olmalısın. Sıfatından yararlandığın her cümleden özür dilemeden dünyadan göç et(me). Parantez içi tavsiyelerinden yararlan ve bütün hayatını yokluğun pahasına hibe et.

Değirmende Düz Koşu

IMG_3067.JPG

Ne bu bekleyiş? Beklediği şeyin nesnesinden bile habersizken tekliğini çoklaştırma çabası yersiz. Ellerinin adı var, bana ellerinle seslen. Seni duyamıyorum. Delirmek eylemi elde var birken, diğer eylemlerin varlığı arafta? Ne tarafta? Soru, soru, soru. Hayat; çok fazla soru. Oku, öğren, anla. Hayat; çok bilinmeyenli iki denklemin birlikteliklerinden doğmuş ikiz çocuk. Her yer, yerde. Deniz, gök; yerde. Yerin dibi bir yerde. Ben bir yerde. Gözlerim yerde. Yaşamak istiyorum. Ama bu ten uyuşmazlığı zararlı. Utanıyorum. Her uyku yarı ölüm, uyanış ölüm. Ben hep uykunun en güzel yerinde uyandırılıyorum. Bir serçe mezarı; küçük, önemsiz, belki de gereksiz. Ben o mezarın dondurma çubuğundan taşıyım. Yazılacak yerim yok. Üzerime basılıyor, toprağa karışıyorum. Uykunun en güzel yerinden sınavdayım, soru, soru, soru. Yüzüm yerde, artık bildiğim soruları da cevaplamak istemiyorum.

Belki de kendiliğimden;

Uyanıyorum,

Toprak oluyorum,

Batıyorum.

İçimdeki Chopin

IMG_0101.jpgBeynimde ölü  bir adamın kalıntıları var. Nerede ölmüş ne uğruna ölmüş bilmiyorum, aslında umrumda da değil. Kafatası soruyor. Naziktir genelde. Neredensiniz siz? Cevap veriyorum, gökyüzünden. Sus diyor, inanmıyorum! Biraz gergin galiba bu aralar. Nasıl davranacağını bilmiyor, tutarsız. Benim gibi. Onunla aramıza kalitesiz kumaşlar giriyor. Bizi yataktan bu kumaşlar ayırıyor. Belki onlar olmasa yatağa gömülecektik. Dert değil. Ayrılmak acı çekmekten iyi diyor elmacık kemiği, ona pek güvenmiyorum. Bazen kalitesiz şakalar yapıyor. Kemik tozu savuruyor yüzüme. Burnum kaşınıyor. Hapşıracak gibi oluyorum, burnumu tutuyorum ama faydası yok o burnun bir kere kaşınmışsa hapşırsan bir dert hapşırmasan bir dert. Saçmalamayı bırakıp hapşırıyorum. Bir saniyeliğine de olsa kalbim duruyor, rahatlıyorum. Hiç durmayacak diye endişeleniyordum. Bu aralar biraz değişikliğe ihtiyacım var.

Yaşamanın bir tatili olmalı, belli saatlerde insanlar yaşamamalı. Bu önermeyi kalça kemiği yapıyor. Sanki tatil yapsa rahat edebilecekmiş gibi. Susturuyorlar onu. Onu galiba sevmiyorlar. Ne acı, onlar arasında da hiyerarşi var sanırım.

Yıllarca insanların yükünü taşıyan bütün kemikler ayaklanıyor. Kendimiz yetmezmiş gibi başkalarının yüklerini de taşıyoruz diyorlar. İnsanlar onlara karşı biraz acımasız davranıyorlar. Belki de haklılar, onların da bir sendikaları olmalı bence. Yatacak yerleri olmalı. Birleşip tekrar dirilmeliler.

Dirilmek de ölmek gibi acılı olur mu acaba? Hiç ölmediğim için bilmiyorum.

“Hervsey’de”

Yol-Mekan-Zaman Mekanizması

IMG_0221.JPG2 Eylül

Bugün 27. Gün dilsiz bir deniz kıyısında

Kalabalıklar içinde bir konuşma etkinliği sürüyor. Gidilmemiş yerlere giden insanlar arasında bir çok tatsız çatışma. Yazılmamış kelimelerin kırgınlığı var dünya üzerinde. Kelimelerin özgün birleşimi, bir sahip arıyor. Yıldızlar arasından kendilerine oksijensiz bir dünya seçiyor. Şüpheye yer veremediği inançları yüzünden olsa gerek kalbi sorgulanıyor. “O” denen her şeyin organizasyonunda bir boş vermişlik hali. Hazır olmayan birikimleri yere sermede başarısız bir meczup hali üzerindeki. Sessiz ol! Gürültüyü gücendir. Dünün içinde olduğu her zamanı yeniden yerinden oynat. Bakalım başındaki sezgileri ne kadar algılayabileceksin. Zamanla ilgili saatlerden başka yetkili olmaması dengesiz bir tezat. Ya buna kudreti olan birisi herkes uyurken saatleri yıllar öncesine almış da bundan dolayı yaşlanmışsak? Bir yergi halinde etrafta kolluk kuvvetleri, zincirleme isim tamlamaları. Yaz ne kadar hızlı geçti değil mi?

Bunların hepsi teferruat derinimde.

Galiba ıssız ovaları geçerken, bilmem kaç tekerlek üzerinde belli bir hızla zamanda süzülürken aklımda yarına dair umutlarımın doğum şarkısı çalıyor. Bir deli bütün gün bunun için çalışıyor.

Hiç kimse bilmiyor. Ben biliyorum.

Her anımda, seni özlüyorum. Göremesem de, sesinin tonundan dahi, umulmadık anlarda, seni hissedebiliyorum.

Umutla, umarım…

Hanede İşgal Durumu

IMG_4647Bugün üçüncü gün. Bir takım yıldızı beliriyor gözlerimin önünde. Önceden gördüklerimin hazin bir hatırası olarak sadece bunlar beliriyor zifiri karanlıkta. Daha önce hiç bu kadar endişelenmemiştim göremeyeceğim için. Oysa basit bir toz zerresi sanıyordum gözlerimde misafir ettiğim zerreleri. Meğer onlar bir işgalci edasında misafir oldukları haneyi ele geçirmek için planlar yapmışlar. Perdeleri kapatmalarını buna bağlıyorum. Zannediyorum ki iyi huylu değil beynimdeki bu sefilliğinden habersiz ur. Belki de kendine yüklediği sıfat; Uğur. Yenemeyeceğimi düşünmüyordum son günah çıkarmama kadar bu şaşkın günahımı. Ama rahiplerdeki umutsuz gülümseme varlığımı aşıp büyük bir savaşma ruhuyla da doldurmuyor yorgun bedenimi. Yıkıcı. Bugün gözlerim seni göremeyecek. Belki bir sonraki görüşmemiz aylar sonra değil. Bir kaç saat sonra yanıma gelip her şeyin iyi olduğunu söyleyeceksin. Varlığını hissetmem için tenine ihtiyaç duymuyordum oysa. Şimdi o güzel fotoğraflarına bakamayacağım. Güzel yüzünü unutmamak için hayallerime saklanacağım ne acı. Belki bununla başa çıkamayacağım. Son kez gördüğümü anlamış olsaydım doya doya bakardım yüzüne diye düşünüyorum. Gerçi yakınmayı, pişman olmayı, kaderimi sorgulamayı sevmem ama. Ama, ama, ama…

Düzen takıntımı bırakmam için yardımcı olacak iyi tarafı. Göremediğim şeylerin düzensiz olduğunu hissedemem sonuçta. Başka iyi tarafları da olacaktır eminim. “Her şerde bir hayır vardır.”derdi babaannem. Onun ölümünden beri hiç bu kadar onu özlemle anamamıştım. Belki de onu sevmeyi bile bilmiyordum. Artık bazı konularda ne demek istediğini anlayabiliyorum galiba.

Hayvan sahiplenmek istiyordum. Uzun zamandır bununla ilgili araştırma yapıyordum. Bir kaç yerde kılavuz köpeklere rastlamıştım sahiplenmeyi bekleyen. O zamanlar hiç ihtimal vermediğim bu olgu, şimdi gırtlağıma çökmüş durumda. Sadece gözlerimi kaybetmem değil olay. Ölebilirim de. Bu da çok uzak geliyordu bir zamanlar. Ölüm denen insanüstü yoklukla tanışmam çok küçükken olmuştu, Annem. Belki de bundan dolayı çok sahiplenmiştim o yokluğu. Ama başına gelince insan daha garip hissediyormuş. Bir arkadaşımı da lisede kaybetmiştim. Benimkine benzerdi yolculuğu. Umarım demem gerekiyor galiba, umarım yolculuğumuzun sonu aynı yere gitmez demem gerekiyor. Galiba umarım demek istemiyorum. Onları özledim. Ama yanlarına gidip onlara anlatabileceğim kadar fazla ilim, irfana sahip miyim, gerçekten bilemiyorum. Hem yeniden dirilmemiz ne zaman olacak ki? Daha o zamanın bilgisine bile ulaşamadık. İyi şeyler düşünüyordum hayat için. Belki de hayatın yoruculuğundan bıktım. İyimserliğin kara mutluluğu düştü gözlerime. Göremiyorum. Yıldızlar biriktiriyorum gözlerimdeki perdelerde. Her birinden bir istekte bulunuyorum. Seni unutmak istemiyorum. Ölmek istemiyorum. Ölürsem de sakın ağlama, gözlerim, gözlerindir. Bir damla yaş, bilmem kaç dakika daha yaşlandırır seni. Ağlama, istemiyorum.

Acil Çıkış Kapısı

IMG_6983.PNGBir gece vaktiydi oturdum koltuğuma, konuştuk biraz yalnızlığımla. Uzun uzun konuştuk, aslında konunun da sonu bir yerlere varmadı. Boş konuştuk anlayacağın. Sahi anlayacak mısın? Sonra sustuk aniden. Sanki önceden anlaşmış gibi. Uyumlu bir şekilde sonlandırdık muhabbeti. Kalktı ayağa bir kahve yapayım mı dedi? Hayır dedim yüksek perdeden. Yavaş lan dedi, duyuyoruz herhalde ne bağırıyosun? Biraz ürktüm, kusura bakma dedim. Neden istemediğimi sordu. Onun yaptığı kahvenin acı olduğunu söyledim. Hemen yüzü düştü halıya, halı sarardı, gözlerimde iki damla yaş çoğaldı. En sevdiğim halıydı. Ama dert değil, yalnızlığımın yüzüne iyi bakacağım. Zaten ne zaman bir suç işlesem kafam öne eğilir, mecburen halıya bakarım. En azından tanıdık bir çehreye bakarım. Kapı çaldı bir ara açmadım. Komşudur diye düşündüm, neden açmadığımı düşündüm. Düşündükçe düştüm. Beni yerden ayakkabılarım kaldırdı. Onlara borçluyum. Saçma sapan hislerle uyandığım her sabahtan, bu evden, bu diyardan beni uzaklaştıran onlar. Ayakkabılara borçluyum, bazen bazılarını uzun süre giyemediğim için de suçluyum. Ya da suçlu hissediyorum. Bu da bir şey. Hissedebilmek güzel ve sen, benimle yersiz bir yumuşak g.

“Hervsey”de

Bilinmezlik Sokağı, No:17

IMG_8517.JPGMuhitini bilsem orada yazmak isterdim, kelimelerim sana yakın olursa ben de yakın sayılırım. Seni dünü bekler gibi beklerdim. Anlaşılmaz konuşmuyorum, sen anlamıyorsun. Ama sorun değil. Kedi beslediğini duydum. Bu senin iyi bir insan olduğun konusundaki şüphelerimi yenmemde çok yardımcı oldu. Kaç kere düşündüm adına şiirler yazmayı, ama caydırıldım. Şiir sana göre değil anladığım kadarıyla. Bir bilgeye denk geldim bir uçakta, uçak fobisi vardı. Yüzüme bakıp, “Yanlış anlaşılmaktan korkma!” dedi. Bu tavsiyeyi başkalarından da aldığımı söyledim, burun kıvırıp “Bilgelik ayağa düşmüş!” dedi. Haklıydı.

Senin hakkında senden başkasının tavsiyesine ihtiyacım yok sanırım. Bir ara yanına geleceğim. Bir kahveyi çok görme bana. Sonra kalkıp yürürüz belki. Yürümek en büyük eylemdir, bir şey uğruna yürümediğin zamanlarda, bilirsin. Belki biz de büyük bir eylem hazırlığındayızdır, kim bilir…

Gayriresmi Makama Arzuhal

IMG_1181.JPGBir insanın hayatının dışında, uzak olmak. Ya da öyle hissetmek. Hislerin oluşmasında insanların payı var mıdır ya da bir his veya fikrin oluşmasında önceki hissedilen veya oluşan fikirlerin etkisi ne denlidir diye düşünmeden edemiyorum. Zaman zaman damarındaki kan kadar yakın hissettiğin insanın yabancı olduğunu düşünmene verdiği fırsat ne kadar yaralayıcı. Bir mermi gibi beynini darmadağın eden bu hissiyat ne kadar da acı verici görünüyor. Duygu dediğimiz hayal mahsulü, hormonal dengelere bağlı zalim oyunlar bizi nasıl bu kadar ele geçirebiliyor acaba? Sorulmamış bir sürü soru geliyor aklıma ama cevaplarını üretebilecek gücü kendimde bulabilecek miyim, bilemiyorum. Bu yüzden bazen basit bir yaşama olan arzum alevleniyor. Tüm bu etkisiz gibi görünen küçük etkenler insanın içindeki isteksizlik korlarına düşmüş bir kıvılcım gibi davranıyorlar. Hayatın ilginçliği burada, bir saniyesine bile hükmedemediğin zamanı, milyonlarca düşünce üzerinden kendine en yakın olanı bulabilme isteği üzerine harcamak ne kadar da samanlıkta iğne aramaya benziyor. Her ne kadar boş düşüncelerle kavrulduğunu düşünse de insan bazen böyle şeyler düşünmek mecburiyetinde bırakılıyor olabilir. Öğretilerle yaşanan hayatta hangi duygu saf, hangi fikir doğal ve orijinal olabilir ki? Acı tarifleri, yemek kitapları, bir takım devinim halleri. Hepsinin temeli ilk insanlığa kadar dayandırılabilir. Ama bir dayanak arıyorsak kelimelerim yalnızca sizin varlığınıza dayansınlar isterim. Çünkü bir sonbahar günü ulu çınardan düşen son yaprağın da tutunma arzusu dindiğinde topraktan yaratılan bedenimde bir misafirlik başlayacaktır. Başlayan bu misafirliği bir karınca sona erdirebilir, türlü bakteriler misafirliği sonsuzluğa eriştirebilir. Dünya ihtimaller denizi; hayat, hayata karışabilenlerin yeri. Birbirimize karışabilmek, dertlerimizin kavuşma arzusunun insanlığa yemini. Sadece bir kaç şey söylenebilir, hepsinin başında bir kelime olabilir. “Umarım”…

Rahatsız Kelimeler-Aslında

DbdbsbJxh.jpgAslında diyerek bir yazıya başlanmaz aslında. Çünkü aslında dediğimiz zaman konu hakkında bazı şeyleri zaten biliyor olmanız gerekir. Bu yüzden bir kaç cümle ile mevzuyu özetleyip aslında diyerek başlayacağım yazmaya.

Benim davam ilk aldığım nefesle başladı dünyada. Son nefesimi verene kadar da devam edecek davam olarak kalmaya. Benim davam, benim kavgam insanoğluyla. İnsan dediğimiz mahlukun her türlü nankörlüğünü görecek gücüm, sırtıma yüklediği sorumlulukları taşıyacak takatim kalmadı. Benim gibi yorulmuş bir kaç düşündaşımla beraber yine bir gece oturacağız, yine başlayacağız konuşmaya ve yazmaya.

Aslında diyerek başladığımız her mevzunun sorusu da çözümü de aslında. Dünyadaki her şey senin aslında. Kerem isen aşkın da Aslı’nda vuslatın da Aslı’nda. Değilsen yarin de aslında kahrın da aslında…

Aslolan fark etmez razıysan aşka.

Maruzat

IMG_0227.JPGGerçekten çok fazla insana maruz kalıyoruz bazen. Bu biraz üzüyor insan denen mahlukatı, yine de dünyevi dertlerden soyunma isteği hücüm ediyor üzerime. Beklenen kadar günahkar değilim. Ama melek olmadığım da aşikar. Şeytansı dertlerin üzerinde titizlikle çalışmaktayım. Yalınlık tuzağı, kan damarlarımda yankılarıyla buluşuyor. Her gün daha rezil rüyalar görüyorum. Her rüyamda birinin daha hakkına giriyorum. Bununla nasıl başa çıkabileceğimi düşünmekle geçiriyorum vaktimi. Zamanında zamanı gelene zamanla ilgili problemlerimi anlatmak gibi yanlışlıklara düşüyorum bazen. Beni derinden yaralayan düzen takıntıları, insanlara dokunamıyor bile. Yarım kalmış bütün işlerin yorgunluğuyla başa çıkmak zor diye düşünüyorum. Herhangi bir konuda eleştiriye açığım. Açıkçası açıklıkları ile gündeme gelen bir kaç cümle çaresizliği var üzerimde. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ama nereden geldim? Nereye gidiyorum, ne zaman kime gidiyorum, tahmin edebiliyorum. Yolculuğun sonu istediğim yer olmayacak muhtemelen, o yüzden isteklerimi değiştirilebilecek düzeyde katılıkta tutuyorum. Beni etkileyen kelimeleri seç. Onları bulduğunda benimle beraber kelimelerimin yoksunluğuna ağlayabilme kudretine erişebileceksin. Gözyaşlarımızın tadı aynı. Bir tadımlık hayatım kaldı, onu da mahvetme, uzak durma, gel, bekliyorum.

Sokağın Esi

1.jpgYeni yetme üç çocuk kaldırımın kenarında birbirlerine bağırıyor. Biri diğerine sen sus senden bi bok olmaz diyor. Üçüncü zaten susuyor. Aralarındaki problem ne bilmiyorum ama herkes çok gergin. Yanlarına yanaşıyorum hafiften kulak kabartıyorum. İki kelime ile beni başlarından atıyorlar. Kelimeler pek önemli değil. kaldırımın karşısına geçiyorum. Yükseklerden bir ses. Beni kurtarın! Bir kaç kişi kadına bakıyor. Sonra bakışlar kadınla beraber yere iniyor. Yukarıda bir katil var, yüzü sandalyeye  benziyor. Katil aşağı iniyor, aşağısı yetmiyor. Yerin dibine girmeli ama yer kabul eder mi? Bilinmiyor.

Yedi papatya birbirlerine bakıyor. Bir rüzgar esiyor. Papatyaların yapraklarından bir kaçı rüzgara karışıyor. Rüzgar kuvvetli, rüzgar sancılı, rüzgar şehvetli.

Yalınayak gezen bir de meczup var kafatasında beyni gözüküyor. Ben bu saçları değirmende ağartmadım diye bağırıyor. Elindeki kalemle dükkan camlarına hikayeler yazıyor. Hikayelerin başlıkları bizi kurtarın diyor. Başlıklarla beraber camlar yere iniyor. İndikleri yerler biraz bize benziyor. Sen diyorum. Sen ve ben. Biz…

Biz aslında yeryüzü kadar var gökyüzü kadar yokuz.

Hervsey’de

Ra’nın Renk Körlüğü

ranınkörü.jpgKayıklar gördüm gökyüzünde geçen günlerde. Bazıları akşama doğru gidiyor. Bazıları gidecekleri yeri henüz bilmiyor. Gökyüzünde yüzmenin bir kaç olumsuz yönü var tabi kayıklar için. Çünkü gökyüzü de iki yüzlü. Akşamları ben miyim kararan? Kara bahtıma oturup ağlayan? Sabahları kalkıp kuşları sıcacık ağırlayan?

Kayıklardan bir kaç kıyafet düşüyor gökyüzüne. Düştükçe kıyafetlerin rengi sararıyor. Yazık oluyor kıyafetlerin rengine. Düştükçe kalkamıyorlar sinekler gibi. Sinekler kendilerini iyi hissetmeli. Bir sineğin avucunu olmadık yerde kaşıması normal. Benim geceleri senin avucunda uyumak istemem mi normal değil. Komik olma! Zaten beceremiyorsun da. Beceremediğin şeyleri yapma demiyorum. Yap ama bana ara ara uğra. Senin için yazacağım bu ara.

Hervsey’de

Gösteri Başlasın

IMG_9571.JPGYaşadığı ve zevk aldığı şeyler olmalıydı. Neden farklı olduğunu hissediyordu ki? Öyle olduğunu düşünse bile bunu bize söylemesi ne kadar anlamlı? Bizden farklıysa onu zaten anlayamayız. Bize kendini anlatmaya çalışan insan bizden farklı değildir. Anlaşılmaya ihtiyacı vardır çünkü. Yani yalnızdır. Yalnızlık bir yokluk hali değil yanlış anlaşılmasın. Yalnızlık bir his. Etrafında binlerce insan dahi olsa oturup ben ne yapıyorum diye bir dakika düşünebiliyorsan sen de yalnızsın. Zaten ölüm de yalnızdır. İnsan ölüme benzemeli biraz. Sade, ürkütücü, kurtarıcı, rahat ve rahatsız. Ne olduğu bilinmemeli insanın. Yani bizden farklı değilsin. Ama olmaya çalışıyorsun. Bütün devrimler sözcüklerle başlar. Önce farklı olduğunu söyleyeceksin. Sonra bunu kanıtlamaya çalışacaksın. Yalnız kaldığında da aynı mısın? Etrafına bak. Bir kitap görüyorsun, ona dönüşmeye çalışıyorsun. Kabul et çok kolay etkileniyorsun.

O kadar fazla sözcük var ki, bazen ellerimden değil gözlerimden dökülüyor cümleler. Biraz tuzludur yemeğimiz, gözlerinin kararması ondan, yüzünü yık açılırsın.

Göz Yorgunu

IMG_2557.JPGYankıları yakalamaya çalışıyorum. Bazı insanlar deli olduğumu düşünmeye başladı bile. Onları aksine inandırmaya çalışmak gibi bir gaflete düşmeyeceğim. Düzensiz sevişmelerin sonucu dudak yaraları ve ruhsal çöküntü. Denge ile ilgili büyük problemlerim oluştu zamanla. Şarkılarım seni söylemiyor artık. Rastgele vücutlarda izlerini arıyorum. Seni bulamayacağımı biliyorum. Ama problem değil, ben zaten hayatımdaki birçok şeyi üzerimdeki sorumluluğu atmak için yapıyorum. Biraz vefasızlaştım anılara ve arkadaşlarıma karşı. Dert değil, beni seven böyle sevsin diyorum. Yanımdakilere mi bakıyorsun? Onları göremezsin, sen de biliyorsun…

Ra’nın Körlüğü

ranınkörü.jpgKayıklar gördüm gökyüzünde geçen günlerde. Bazıları akşama doğru gidiyor. Bazıları gidecekleri yeri henüz bilmiyor. Gökyüzünde yüzmenin bi kaç olumsuz yönü var tabi kayıklar için. Çünkü gökyüzü de iki yüzlü. Akşamları ben miyim kararan? Kara bahtıma oturup ağlayan? Sabahları kalkıp kuşları sıcacık ağırlayan?

Kayıklardan bir kaç kıyafet düşüyor gökyüzüne. Düştükçe kıyafetlerin rengi sararıyor. Yazık oluyor kıyafetlerin rengine. Düştükçe kalkamıyorlar sinekler gibi. Sinekler kendilerini iyi hissetmeli. Bir sineğin avcunu olmadık yerde kaşıması normal. Benim geceleri senin avcunda uyumak istemem mi normal değil. Komik olma! Zaten beceremiyorsun da. Beceremediğin şeyleri yapma demiyorum. Yap ama bana ara ara uğra. Senin için yazacağım bu ara.

hervsey’de

Adres Kırışıklığı

IMG_8530.JPG Bu bir intihar mektubu değildir. Belki de mektup bile değildir. Zaten mektupların amacını yanlış anladı insanlık. Mektuplar birine yazılmamalıydı. Öylesine yazılıp öylesine bir yere gönderilmeliydi. Tanıdık insanlara mektup göndermek ayıp sayılmalıydı, olmadı. En güzel mektup, sahipsiz, yersiz, yurtsuz, renksiz, kokusuzdur. Bir bildiri değildir. Ben intihara benzetiyorum biraz. Yanyana gelince belki bu yüzden kulağa hoş geliyorlar. Yalnızlığın sonu intihar mektubudur.

Daha öncesinde el ele bir mağazanın vitrini önünde çok sevdiği bir elbiseyi izlemek gerekiyordu. İlk adımı intiharın, ölüme en uzak olduğun zaman atılır. Duygularının değişebileceğine inanmalısın. İnanmak kaybolmakla kardeş sayılır geldiğim yerde. Kesin konuşmak cehaletin tavla arkadaşıdır. Önemsiz insanların en büyük merakı mahalleli ne der? Sahi nasılsın? İyiyim demek için sorulan sorulardan olduğumu düşünüyorum. Hep beklediğim cevapları alıyorum. Seni gördüğüm o yolun kenarı, bir yanlış anlayıştı, belki de hayatımdaki en büyüğü. Her bir parçan benden kaçar gibi. Dur artık! Yeter kaçtığın. Seni bulacağım ve bir sonraki intihar mektubunu senin için yazacağım…

Ağrı Aksı

Hiç! Hiç sessizlik! Yanlış yerdeyim, yanlış yazıldım yarına, bir ben vardı dün. Unuttum. İçimdeki gün geceye dönüştü, harabe bir evin köşesinde çöpe atılmış bir yatakta izliyorum gökyüzünü, karar veriyorum. Ben artık yazıldığım tüm ölümsüz eserlerden siliniyorum. Tutmayın elimden çünkü başka bir dünyaya alışmaya çalışıyorum. Dokunmayın, ben buradan çok uzakta, yaşamak ağrısını dindirecek bir ağrı kesici arıyorum.

Histeri Klibi

Yankı! Bu duyduğumu sen de duydun değil mi? İnkar etme! Ben deli değilim, bu bir devrim, nasıl duymazsın güneşin doğum sancılarını, arşa uzanan çığlıklarını. Duvarlara çarpıyor, çöp tenekelerini yalayıp, dikenli tellerin arasında buraya kadar geliyor. Yolculuğu çok kısa değil, bu yüzden gün ışığı nefesimden çalıyor. Göğsümde bir baskı var, sen de aynı şeyi hissetmiyor musun? Yalan söylüyorsun! Daralıyorum, gözlerim kararıyor. Işığın tam içinde karanlıktayım. Sana söylüyorum. Dinle beni, gözlerim kapalı, etraf kırmızı, rüyada gibiyim, sararıyorum. Yanıyorum. Ten rengim eriyor, beyazlara ihanet ediyorum, o aydınlığın isteklerini yerine getiremedim, şimdi kötü olanı, sana dönüşüyorum.

Korkulukla Satranç

Hayır. Dahası var. Biliyorum diye geçinen rahatsızlar. Duygusuz bencil nesil gerçek. Yedeni rezillik ağır akorlar. Altı karat pırlantalar, aylak karanlıklar. Kelimelerin tükenişi sivil darbe, dilin ne olduğundan habersiz, düet bir düşünceyle sahte. Kesintisiz dingin düşünce. Hayaletler her yerde benzersiz resimlerle. Yanıcı maddelerle bir sebze. Evin dışında bir yerde. Yenil yenilenebilir tüm düşüncelerine. Kel karga, ölü bebek bu evde. O kadar da sevinme. Yelelerini yerden topla, ağzını o kadar bozma. Ay gündüzden güzel değil, ay ışığı sahne. Bilirkişi teftişte bugünlerde. İyi saklan yaralardan, doğa elbet bir gün güler yüzüne. Sen hele bir sev de. Güleç fikirlerin kaderi toprak, yaz yağmurları, benzin, ayaklarda kırmızı oje.

Hiçlik Giyen Adam

unnamed.jpg

Ayakkabımın bağcığı kangren oldu. Kestim. Düştüğü yerden ince bir duman çıktı. Hızını alamadı gara girdi. Girdiğinde içinden insanlar indi. Küçük insanlar.  Boyları böceklerden kısa insanlardan uzun. Boyları uzun taksicilerin de kısa mesafe müşterileriyle ilgili sorunları vardı. Uzunluk benim için seninle aramızda olan mesafeden fazlası değil. Ama eksiği olabilir. Eksiğimiz de esirliklerimiz olabilir. Esirlikler aksilikleri doğurabilir. Hay aksi! Varsayımları lügatımdan çıkarmak için bir toplu iğne ucu kadar su doldurmuştum bir bardağa. Onları orada boğacaktım. Ama suyu emdikçe genişlediler. O kadar genişlediler ki bir insanın boyunu aşıp bir sürahiyi ağzına kadar doldurdular. İnsanlar küçük ve sürahiler dolu. Sulu şakaları olan herkes karıncaları ürkütür. Karıncalar yüzme biliyorlar mı acaba. Bilseler de yüzmek için balıklar gibi sahillere inmezler heralde. Her neyse konu neydi. Evet, hiçlik giyen adamlar yarınımızı kurtardılar. Şimdide yaşıyoruz, faydasız, dokunamıyorlar.

hervsey’de…

Akla Kira, Kara Zamanla

KOUS8318.jpegSes. Işık. Denge. Hile. Aslında savunulan her şey biraz hile. Sallantıda şimdi vaktimi geçirdiğim bu kulübe. Akıl olmayan beyinlere hücum. Haydi aşk ile. Kes sesini diyen notaların her biri birer imge. Gitmesine sakın izin verme. Anne edasında kadınların hepsinin yolu aynı. İzci karıncalar, karanlıkta aydınlanan yollar, ateş böcekleri. Serzeniş şairlerinden sıkıldık. “Hadi lan ordan” diyerek küskünlükler etrafta yankı! Kes sesini. İzle. Dingin düşünceleri bölüyor bir intihar, sözgelimi… düzen karşıtı bir çizgi olmalı, sesini duy, benliğini. “Yalan!” diye haykırışların etrafında şekillendir kendini, bir gezgini. Nereden kaçmaya çalışırsan oradan başlarsın yaşamaya, yak düzeni, düzensizliğini. Ses çoğalır ve kesilir karşıdaki, ezeli rakibi. Dur! Bu düşünce eylemi neredeyse ve kiminleyse aynı, dünyevi. Kaçabilirsen, münzevi, kaçarken yak o evi!

Erken Taziye

IMG_0346.JPGKişilik, taş, gerilim, davranış… Söylediğiniz her şey aslında bir geri dönüşüme hizmet ediyor. Işığı görmezden gelemezsiniz. Boşuna uğraşlarınızın hepsi aslında bir kavrayış. Adil değil fikirleriniz. Ölüm; bu kadar basit değil derdiniz. Ölünce aslında ne kadar basit olduğunu anlarsınız. O kaçışlar, kaybolmaya çalışmalar, düzenli hissedilen önsezilerin yan etkileri altında kalıyor istekleriniz. Sizin o hiçbir kalıba sığmayan ılımlı tavırlarınız. Çileden çıkartan bir akıla geliş. Bir özenti sevginiz. Aslında o kadar kaba değilsiniz ve de anlayışsız. Siz sadece siz olmaya çalışmak konusunda biraz beceriksizsiniz. Dönmeye çalıştığınız her özden azade kişiliğiniz. Susuz kalmış edebiniz, sezginiz. Galibi olmayan bir savaşa tutuşmuşsunuz, sadece kaybedensiniz. Kaybedersiniz. Onları anlamak için onlardan olmaya gerek yok, anlamaya çalışın. Doğru ya, siz kendinize göre çok değersizsiniz. Sel gibi akıp giden bir devinim içerisindesiniz. Size bir şey anlatmaya çalışmıyorum. Ben de sizdenim. Ben sizi fark edebilen farklı bir sizim. Kalmadı izim. Kayboldum, mutlu olabilirsiniz.

Bekleme/k

asdasdAşağı neresi yukarısı kimin? Bir soru gibiyim ne sorduğum belli ne cevabım. En çok da ben kimim? Cevabını bilmediğim sorular sormayı, sorularını bilmediğim cevaplara tercih ediyorum. Neyi bekliyorum? Bilmiyorum.

Önce bekletmeyi sonra beklemeyi ve beklerken geç kalmayı öğrendim. Geç kalmak hiç olmaktan iyi değilmiş. Bunları hep beklerken öğrendim. Öğrenmek beklerken kolay bekletirken zormuş. Bunu geç kaldığımda öğrendim. Her geçen dakika bir şeyler öğrendim.

Kim olmak istediğimi ben seçtim, kim olduğumu seçemedim. Seçemedim diye bir süre kendimden nefret de ettim. Ama benim suçum değildi. Belki de benim suçumdu ama artık umurumda değil.

Kimi, neyi beklediğimi bilmiyorum. Kalkıp koşamadığım için kimi beklettim? Bilmiyorum. Koşmam işe yarayacaksa koşmalıyım. Ama boşuna koşacaksam da spor olur sorun değil diye düşünüyorum. Ben senin için üşenmiyorum. İçinde sen geçen kelimeleri seçiyorum. Onlara doğru koşayım diyorum. Ayaklarımdan tutanlar var, yüzlerini göremiyorum. Bilmiyorum diye kandırmaya çalışıyorlar, kandırıldığımı hissediyorum.

Bu değişkenlik nerede son bulacak? Hayatı belki bir gün anlayacağım. Ama şimdilik, seni bekliyorum.

“hervsey için”

 

Yolculuk

IMG_6497.JPG24 temmuz

Saat:1.24

Yağmurlu hava.

Zor koşullarda yaşamaya devam etmeye çalışıyorum.

Gökyüzünde milyonlarca yıldız eşlik ediyor seramonimize. Bulutlardan bir türbülans denizindeyiz. Bulutlar ne kadar izin verirse o kadar özgürsün diyor Deniz Abi. Uçaktan da bir hayli korkuyor. Düşmek değil derdi, uçmak. Uçmakla ilgili bir takım sorunları olduğundan bahsetmişti. Pek önemsemedim galiba o anda. Bir defteri vardı bakıyorduk bir yandan. Yanyana oturuyorduk, arka koltukta eşi ve çocuğu vardı. Hepsiyle birlikte indik yere. Yıldızlar yine o zalim kirli ışıkların gölgesinde kaldı.

Ama o sayfaları bir kez gördüm, asıl yıldız onlardı.

İki kişilik fazlalıklar doğuruyor gece. Sancısı var bir ebe bulmalı. Ebe saklambaç oynuyor. Gecenin çocukları bizlere ölü doğuyor.

Ulaşım ve bir takım denge sorunları

FNIR5934.jpg

Henüz bir hikayem yok. Ama anılarımı biriktirip hikaye çıkarabilir miyim? Bilmiyorum.

Bir takım inançlara sahip olduğum konusunda kimseyi kandırmaya çalışmayacağım. Hiçbir şeye körü körüne inanamazsın. Bu şüphecilik değil. Bu değişimin dengesiz yumruğu sonucu ortaya çıkmış bir iç kanama.

Düzensiz yosmaların düzenli ön sevişmelerinden sonraki gibi bir yol yorgunluğu olmalı içimizdeki değişim arzusu.

Ya da saçma bir kafiye arayışından sıyrılmalıyız belki.

Belli ki sorunsuz insanlar olmaya çalışıyoruz.

Sorun olmayan tek şey sessizce yok olabilen tek şeydir.