Elinde Sinema Makinası Olan Adam

dzigo-vertovdan-gercegin-belgeseli-film-kamerali-adam-7.jpg

Bir gözüm ben. Mekanik bir göz. Ben, makina, size ancak benim görebileceğim bir dünyayı açıyorum. Kendimi bugün de, bundan sonra da insana özgü o hareketsizlikten kurtarıyorum. Hiç durmadan hareket ediyorum. Nesnelere yaklaşıp onlardan uzaklaşıyorum. Süzülüp altına giriyorum onların. Koşan bir atın ağzı boyunca koşuyorum. Düşen, yükselen nesnelerle birlikte düşüp kalkıyorum ben de. Karmakarışık hareketler, en karmaşık biçimler içinde hareketleri sıraya kaydederek dönen benim: Makina.

Zaman ve yer sınırlamalarından kurtulmuşum; evrenin her bir noktasını, bütün noktalarını, nerede olmalarını istiyorsam ona göre düzenliyorum. Benim yolum, dünyanın yepyeni bir biçimde algılanmasına giden yoldur. Böylece size bilinmeyen bir dünyayı açıyorum.

Dziga Vertov

Korku Tünellerinde Aniden Çıkan Şeyler Sevimliyse Dahi Korkuturlar

IMG_9741.JPG

Bodrum kat, biraz aşağısı cehennem. Sefil hastaya gün doğuyor, içerisi soğuk ama aşağısı sıcacık. Bir ameliyathane kapısı!

Yarısı karanlık, yarısı aydınlıktan bozma bir koltuk, karşımda iki adam, birinin elinde yalnızlık, birinin kulağında kulaklık. Ameliyathane önü kalabalık, gözlerim sadece iki kişide, diğerleri bulanık. Namaz kılanın önünden geçenle gelmiş bir kaç iblisle birlikte, üç beş çocuk. Etraf dağınık. Üzerinde kefenlerle içeriden çıkanlar var, bıçaklar bellerinde. Dışarısı karışık, ölüsü sağanak, dirisi karanlık.

Birinin elinde bir bardak, yerde yatıyor, bardağı yastık. Yerin altından, en sevdiği grubun konserini dinliyor. Ayaklarıyla ritim tutuyor, üç beş vuruş, sonra sıkılıyor.

Merdivenden bir adam iniyor, elinde bir makine, silaha benziyor. Etrafta bir denek arıyor. Ağlıyor, sızlıyor. Belki de tam şu anda o da bir şekilde kaybediyor.

Tabanca düşüyor, yerde patlıyor, grubun solisti kanlar içinde yere yığılıyor. Bir adam epey kilolu, sırtladığı gibi ameliyathaneyi, sahneye indiriyor. Kalabalığın yüzüne hastane kokusu siniyor.

Adam düşen yerden silahı alıyor, böyle olmasını istemiyor, senaryoyu değiştirmek için bir kaç kez gözlerini ovuşturuyor. Fayda etmez, gözlerini çıkarmayı deniyor, canı yanıyor, beceremiyor.

Madem ki ölüyor:

Elindeki kitaptan bir pasaj okumak için yüksek bir yerler arıyor. Koltuktaki adamlardan birinin yalnızlığına basarak yükseliyor, diğeri kulaklığının birini çıkarıyor.

Gür sesle, daha önce hiç yapmadığı gibi, kendinden emin bir şekilde, bağırarak okuyor!

“Tanrı, içindeki tahammülfersa boşluğu doldurmak için evreni yaratır. Evrenin içine gezegenleri, gezegenlerin içine dünyayı, dünyanın içine hayatı, hayatın içine insanı yerleştirir. Ve onun içine koyacak bir şey bulamaz. İşte insan denen tuhaf hayvanın, varlıkların en yücesi ve en anlamsızı kılınışının hikayesi. Evrenin orasını burasını felsefeyle, sanatla, aşkla, hatta ironik bir biçimde Tanrı’yla bezerken, ortak anlamsızların en küçüğünün elbette bir gerçeği unutması gerekmektedir: Hakikatte bütün kitaplar sayfaları doldurmak için yazılır.”

Mark Manson – Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı

 

IMG_9254.JPGŞık Kurbanlar

Sorumluluk/suç yanılsaması (aldatıcı kavramı), kişilere sorunlarını çözme sorumluluğunu başkalarına aktarma olanağı sağlar. Başkalarını suçlayarak sorumluluktan kaçmaksa geçici olarak kafa yapar ve kişiye kendini haklı hissettirir.
Ne yazık ki, Internet ve sosyal medyanın zararlı yan etkilerinden biri de -en küçük bir meselede bile- sorumluluğu hemen bir başkasına ya da bir başka gruba aktarma imkânı vermesidir. Aslında bu kamuya açık suç/utanç oyunu çok popüler oldu, hatta bazı çevrelerde “cool” bulunuyor. “Haksızlıklar” böyle kamuda paylaşılınca sosyal medyadaki diğer olaylardan çok daha fazla dikkat ve duygusal tepki topluyor, kendilerini sürekli kurban sanan kişiler de bu giderek artan dikkat ve sempatinin etkisiyle ödüllendirilmiş oluyorlar.
“Şık kurbanlar” bugün hem sağda hem solda, hem zenginler hem yoksullar arasında pek tutuluyor. Belki de insanlık tarihinde ilk kez, demografik grupların tümü, kendilerini eşzamanlı olarak haksızca kurban konumuna düşürülmüş hissediyor. Herkes de bu duyguyla birlikte gelen faziletli gücenikliğin kafasıyla ortalarda dolanıyor.
Şu sıralarda, ister üniversitede ırkçılık hakkında bir kitap okuma ödevi olarak verildiği için olsun, ister yerel alışveriş merkezinde Noel ağacı satışı yasaklandığı için olsun, ister yatırım fonlarının vergileri yüzde yarım yükseltildiği için olsun; herkes her konuda hemen alınıyor, kendini bir şekilde bastırılmış hissediyor ve öfkeyle patlayarak üzerine dikkat çekmeyi hak etmiş oluyor.
Medya çevreleri de bu tür davranışları cesaretlendiriyor ve sürekliliğini sağlıyor çünkü neticede kârlı bir iş. Yazar ve medya yorumcusu Ryan Holiday bu bu durumu “porno taarruzu” olarak adlandırmaktadır: Medya gerçek bir mesele hakkındaki gerçek bir hikâyeyi duyuracağına, orta seviyede rencide edici bir şey bulmayı, bunu geniş kitlelere duyurmayı, öfke yaratmayı, bu öfkeyi gerisin geri yine kamuya duyurarak halkın başka bir kesimini de öfkelendirmeyi çok daha kolay (ve kârlı) buluyor. Bu durum iki hayali taraf arasında karşılıklı bok atma yankısı yaratarak hepimizi toplumu ilgilendiren gerçek sorunlardan uzak tutuyor. Politik açıdan her zamankinden daha çok kutuplaşmış olmamıza şaşmamalı.
Şık kurbanların neden olduğu en büyük sorun dikkati gerçek kurbanlardan başka tarafa kaydırmalarıdır.

John Berger – Kıymetini Bil Her Şeyin

Berger.jpg

Şu sırada içinde bulunduğumuz tarihsel dönem Duvar Çağı. Berlin Duvarı yıkılınca, her yerde duvarlar inşa etmek için hazırlanmış birtakım planlar ortaya döküldü. Betondan, bürokratik, ırkçı duvarlar, gözaltında tutma ve güvenlik duvarları. Duvarlar her yerde umarsız yoksullarla her şeye rağmen nispeten zengin kalma umudunu yitirmeyenleri birbirinden ayırır. Duvarlar ekinlerin ıslahından sağlık hizmetlerine kadar her alanı kat eder. Dünyanın en zengin başkentlerinde dahi görülürler. Duvar, bir zamanlar Sınıf Savaşı diye adlandırılan olgunun çatışma alanıdır.
Bir yanda: akla hayale gelebilecek her türlü teçhizat, kefensiz savaş rüyaları, medya, bolluk, sağlık güvencesi, parıltılı hayatın parolaları. Öte yanda: taşlar, yetersiz erzak, kavgalar, intikamın şiddeti, yaygın hastalık, ölümü kabullenmek ve bir geceyi -ya da belki bir haftayı- daha birlikte geçirebilme kaygısı.
Bugün dünyada anlam arayışı burada, duvarın iki yanı arasındadır. Ayrıca duvar her birimizin içindedir. Şartlarımız ne olursa olsun, içimizden duvarın hangi yanına uygun düştüğümüzü seçebiliriz. Bu iyi ile kötü arasındaki bir duvar değildir. İyi de, kötü de her iki tarafta vardır. Seçim, insanın öz saygısıyla içindeki keşmekeş arasındadır.
Muktedirlerin tarafında korkuya boyun eğme eğilimi -Duvar hiç akıllarından çıkmaz- ve artık hiçbir şey ifade etmeyen bir laf kalabalığı vardır.

Usul Sarmaşığı

maxresdefault.jpg

Yok, yok, yok, yok;

Eğer bir yerde artık tartışılmaz bir usul oluşmuşsa yeni bir usul yaratın dedi. Zira bir şeyi yapmanın şekli, yani usulü amacının önüne geçmekte. Amaçtan çok usulü kutsanır olmakta sonra. O şeyi sevmek yetmez olmakta, o sevginin herkes gibi gösterilmesi, sevmekten daha önemli sayılmakta. Kardeşlerim usul kavga sebebi yaratmakta. Usul gelse gelse yol manasına gelir ve eğer gerçeğe gitmekse maksadınız herkes kendi yolunu bulmalıdır. Siz bir ana yol yapar ve gerisini yasak ederseniz eğer dedi, ya yol yolsuzluk, ya da yolsuzluk yol olur dedi.

Bana Bir Şeyhler Oluyor

Yılmaz Erdoğan

 

İçimde Yanan Biri – Domenico

Nostalgia.jpg

İçimde hangi atam konuşuyor?

Hem aklımı hem de bedenimi aynı anda terk edemem.

Bu yüzden tek kişi olamıyorum.

Kendimi aynı anda sayısız şey olarak hissedebiliyorum.

Büyük ustalardan fazla kalmadı.

Zamanımızın gerçek kötülüğü budur.

Kalbin yolları gölgelerle örtülmüş.

Faydasız görünen seslere kulak vermeliyiz.

Okul duvarları, asfalt ve refah reklamlarının, uzun kanalizasyon boruları ile dolu beyinlere, böceklerin vızıltıları gibi girmeli.

Her birimizin gözlerini ve kulaklarını, büyük bir rüyanın başlangıcı olacak şeylerle doldurmalıyız.

İçimizden biri piramitleri yapacağımızı haykırmalı!

Yapmamamızın bir önemi yok, o arzuyu beslemeliyiz ve ruhun köşelerini esnetmeliyiz sınırsız bir çarşaf gibi.

Dünyanın ilerlemesini istiyorsanız el ele vermeliyiz.

Sözüm ona sağlıklıları, sözüm ona hastaların arasına karıştırmalıyız.

Siz! sağlıklı olanlar, sağlığınız neye yarar?

İnsanoğlunun gözleri, içine daldığımız çukura bakıyor.

Özgürlük faydasızdır.

Eğer gözlerimizin içine bakmaya, yemeye, içmeye ve bizimle yatmaya cesaretiniz yoksa!

Dünyayı yıkılmanın eşiğine getirenler

Sözüm ona sağlıklı olanlar!

İnsanoğlu dinle!

Senin içinde su, ateş ve sonra kül ve külün içindeki kemikler.

Kemikler ve küller!

Gerçekliğin içinde veya hayalimde değilken ben neredeyim?

İşte yeni anlaşmam:

Geceleri güneşli olmalı

Ve ağustos da karlı

Büyük şeyler sona erer, küçükler baki kalır.

Toplum böylesine parçalanmaktansa yeniden bir araya gelmeli.

Sadece doğaya bak, hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin.

Bir zamanlar olduğumuz yere geri dönmeliyiz, yanlış tarafa döndüğümüz noktaya

Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz, suları kirletmeden.

Deli bir adam, size kendinizden utanmanızı söylüyorsa, ne biçim bir dünyadır burası?!

Şimdi müzik…

 

Andrey Tarkovsky – Nostalghia

Bir Adın Kalmalı Geriye

IMG_8293.JPG

Bir adın kalmalı geriye

Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde

Aynaların ardında sır

Yalnızlığın peşinde kuvvet

Evet nihayet

Bir adın kalmalı geriye

Bir de o kahreden gurbet

Sen say ki

Ben hiç ağlamadım

Hiç ateşe tutmadım yüreğimi

Geceleri, koynuma almadım ihaneti

Ve say ki

Bütün şiirler gözlerini

Bütün şarkılar saçlarını söylemedi

Hele nihavent

Hele buselik hiç geçmedi fikrimden

Ve hiç gitmedi

Bir topak kan gibi adın

İçimin nehirlerinden

Evet yangın

Evet salaş yalvarmanın korkusunda talan

Evet kaybetmenin o zehirli buğusu

Evet nisyan

Evet kahrolmuş sayfaların arasında adın

Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı

Bu sevda biraz nadan

Biraz da hıçkırık tadı

Pencere önü menekşelerinde her akşam

Dağlar sonra oynadı yerinden

Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca

Sen say ki

Yerin dibine geçti

Geçmeyesi sevdam

Ve ben seni sevdiğim zaman

Bu şehre yağmurlar yağdı

Yani ben seni sevdiğim zaman

Ayrılık kurşun kadar ağır

Gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın

Yine de bir adın kalmalı geriye

Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde

Aynaların ardında sır

Yalnızlığın peşinde kuvvet

Evet nihayet

Bir adın kalmalı geriye

Bir de o kahreden gurbet

Beni affet

Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç

Ahmet Hamdi Tanpınar

Başarı Miyopluğu

HYQO5908.jpg

Bu arada başarının fazlasıyla iğrenç bir şey olduğunu belirtmeliyiz. Meziyete olan sahte benzerliği insanları yanılgıya düşürüyor. İnsanların çoğu için başarı neredeyse üstünlükle aynı anlama geliyor. Yeteneğe çok benzeyen başarıya inanan bir enayi vardır: Tarih. Sadece Juvenalis ve Tacitus ona karşı homurdanırdı. Günümüzde, neredeyse resmi bir düşünce sistemi onun evine uşaklık etmek için girdi ve bekleme salonunda hizmet vermeye başladı. Başarınız: Kuram. Zenginlik kapasite gerektiriyor. Piyangoda kazanana becerikli, kurnaz bir adam deniyor. Kazanan saygıdeğer oluyor. Dünyaya üstün vasıflarla gelin! Hepsi bu. Şanslı olun, arkası gelir; mutlu görünün sizi soylu sansınlar. Bir yüzyıl boyunca ses getiren beş altı önemli istisna dışında, çağdaş beğeni anlayışı miyopluktan ibarettir. Yaldız altındır. Sıradan biri olmak hiçbir şeyi değiştirmez, sonradan görme olmalı. Sıradanlık kendine hayran olan ve sıradanlığı alkışlayan yaşlı bir Narkissos’tur. Kişiyi Musa, Eshillos, Dante, Michelangelo ya da Napoleon yapan o büyük yetenek halk yığınları tarafından hemen ödüllendirilir ve hangi alanda olursa olsun hedefine ulaşan alkışlanır. İnsanlar, bir noterin milletvekili olmasını, sahte bir Corneille’in Tiridate’ı yazmasını, bir hadımın hareminin olmasını, asker Prudhomme’un tesadüfen dönemin en önemli savaşını kazanmasını, bir kimyacının Sambre-et-Meuse ordusu için kartondan ayakkabı tabanları icat etmesini ve der yerine satılan bu kartondan dört yüz bin frank kazanmasını, bir işportacının tefecilikle evlenip ona hem annesi hem babası olacağı yedi sekiz milyonu doğurtmasını, bir vaizin genizden gelen sesi nedeniyle piskopos olmasını, zengin bir evin kahyasının işinden ayrıldığında Maliye Bakanlığı’na atanacak kadar zenginleşmesini, tıpkı Mousqueton’un yüzünü güzellik , İmparator Claude’un yakalığını ihtişam diye adlandırdıkları gibi deha olarak adlandırıyorlar. Gökyüzünün derinliklerinde takımyıldızlarla, ördeklerin bataklık çamurunda ayaklarıyla yaptıkları yıldızları birbirine karıştırıyorlar.

Sefiller

Victor Hugo

Piskoposun Satılık Öğütleri

IMG_0768.JPG

İnsan üzerinde hep bir yük oluşturan ve suça meylettiren bir ten taşır ve ona boyun eğer.

İnsan onu gözlemeli, bastırmalı, durdurmalı, ancak son raddede boyun eğmelidir. Bu itaat halinde günah işlenebilse de, bu, büyük bir günah sayılmaz. Bu bir düşüştür, ama dizlerin üzerine düşme duayla telafi edilebilir.

Bir ermiş olmak istisnadır, dürüst bir insan olmak kuraldır. Yanılın, gücünüzü kaybedin, günah işleyin, ama dürüst olun.

Mümkün olduğunca az günah işlemek insanın yasasıdır. Hiç günah işlememek meleğin düşüdür. Dünyevi olan her şey günaha boyun eğer. Günah yerçekimine benzer.

Monsenyör Bienvenue

Sefiller

Victor Hugo

Tasarımın ardındaki fikir ne kadar özgün olursa beğenilme şansı da o kadar fazla olur.

IMG_8465.JPGHerkesin beğenisini kazanmak uğruna özgünlükten taviz vermenin sonu çoğu zaman hüsranla biter. Oysa belirli bir gözlem, dokunaklı bir anlatım, ironik bir durum, nükteli bir düşünce, zekice kurulmuş bir bağlantı, politik bir görüş ya da kendine özgü bir inançtan hareketle tasarladığınız yaratıcı bir çalışma, başkalarının kendilerini diledikleri gibi özdeşleştirebileceği mekanlar kurgulamanıza yardımcı olabilir. Öyle bir merdiven tasarlayın ki, günü geldiğinde ürkek bir gelin oradan rahatça inebilsin. Pencereye öyle bir şekil verin ki, muhteşem bir sonbahar günü oradaki ağacın seyrine doyum olmasın. Öyle bir balkon yapın ki, dünyanın en gaddar diktatörü çıkıp tebaasını oradan azarlayabilsin. Öyle bir oturma alanı oluşturun ki huysuz yeniyetmeler ebeveynlerini ve öğretmenlerini rahatça çekiştirebilsin. Özgün bir Fikre dayanarak tasarlamak, insanların binalarınızı kullanma ve anlama biçimlerini sınırlandırmaz; bilakis onları binalarınıza kendi yorumlarını ve mizaçlarını katmaya teşvik eder.

Mimarlık Okulunda Öğrendiğim 101 Şey/17

Matthew Frederick