Belki ayın yirmi yedisi,
aklımda bir isim kalmış,
yüz bin cihan harbi meydanlarda hazır,
bekliyor komutan emirlerini,
sen ise… Sen ise, koltuğunda
ölüm dikiyorsun kınalı on beşliklere.
Parmağına almışsın nişanını,
yüksüğünün yerinde nineden kalma bir yüzük olmalıydı.
“Sırtından yükünü nerede attın?”
diye sormaya bile çekiniyorum.
Sen savaşçıların en kahverengisisin,
ne davetkarsın, ne sitemin var.
Bin dertliye bir tane devan var.
Bir kerelik acısın, bir kerelik sancı,
bir kerelik umut, günah veya adına her ne dersen.
Akıl da var işte, en berbatı o.
Bir sürü söylenmiş özlü sözden
daha derin söylenmesini de bilirsin ama,
umurunda değil.
Etkilediğin insanların güzel varsaydığı
etiketlerden sıyrılmışsın. Ne kötü.
Seni normal bir insandan ayıran
bütün özelliklere de bir kaç parça paçavradan kefen dik.
Göz önünde olanlar en önce helak olur demiştin.
Orada durmayacaktın.
Mezarlara diktiğin nevresimlerden
güzel manzaralar çalmayacaktın. Yanıldın.
Belki ben de yanılmalıydım.
Güzel bir akşamüstü şairesinin kafasını
taşlara vurarak ettiği kan banyosunu
beraber çizmeliydik astarsız tuvallere belki de.
Her neyse.
Olduğun yerle öldüğün yer aynı.
Mezarına bir manzara bırakıyorum.
Şimdi mermerinde bir gonca gül var, başında şehit yazıyor.
Şahit yazsaydı daha iyiydi.