Bir Yığın Kağıt Elde Edilir Bir Çiçekten

IMG_9552.JPG

 

Belki ayın yirmi yedisi,

aklımda bir isim kalmış,

yüz bin cihan harbi meydanlarda hazır,

bekliyor komutan emirlerini,

sen ise… Sen ise, koltuğunda

ölüm dikiyorsun kınalı on beşliklere.

Parmağına almışsın nişanını,

yüksüğünün yerinde nineden kalma bir yüzük olmalıydı.

“Sırtından yükünü nerede attın?”

diye sormaya bile çekiniyorum.

Sen savaşçıların en kahverengisisin,

ne davetkarsın, ne sitemin var.

Bin dertliye bir tane devan var.

Bir kerelik acısın, bir kerelik sancı,

bir kerelik umut, günah veya adına her ne dersen.

Akıl da var işte, en berbatı o.

Bir sürü söylenmiş özlü sözden

daha derin söylenmesini de bilirsin ama,

umurunda değil.

Etkilediğin insanların güzel varsaydığı

etiketlerden sıyrılmışsın. Ne kötü.

Seni normal bir insandan ayıran

bütün özelliklere de bir kaç parça paçavradan kefen dik.

Göz önünde olanlar en önce helak olur demiştin.

Orada durmayacaktın.

Mezarlara diktiğin nevresimlerden

güzel manzaralar çalmayacaktın. Yanıldın.

Belki ben de yanılmalıydım.

Güzel bir akşamüstü şairesinin kafasını

taşlara vurarak ettiği kan banyosunu

beraber çizmeliydik astarsız tuvallere belki de.

Her neyse.

Olduğun yerle öldüğün yer aynı.

Mezarına bir manzara bırakıyorum.

Şimdi mermerinde bir gonca gül var, başında şehit yazıyor.

Şahit yazsaydı daha iyiydi.

Modern Bir Kayboluş, Basit ve Öylesine

Veda vaktiydi şimdi

Üstelik niçin veda ettiğini de bilmiyordu

Yalnızca üzerinde hissettiği

Vedaların çullandığı küf yeşili bir yorgunluğu

Bir aktardan aldı papatya çayını

 

Şimdi ölmek vaktiydi

Güle oynaya gidemezdi ya

Ölü bir şairden aldı son sözlerini

Benzemesin diye de didindi üstelik

Gider ayak telifle uğraşmamak için

 

Çakıl taşlarını doldurdu ceplerine

Öyle gitmek istedi,

Kocaman kadın, nasıl isterse öyle gider

Kararlıydı, çok kararlıydı, gözlerinden belli

Şimdi gitmek vaktiydi.

 

Velev ki bir köpeğin yalnızlığını çalmıştı

Ne yapardı ki onunla

Bir de kocaman kadın üstüne

Böyle bir şey yakışır mıydı ona

Öyle bir ölüme gitmekti işte

 

Çalıntı yalnızlık, ağır kokular, yeşil kokular,

Afili sözleri de avuçlarında yazılı.

Onunki bir veda değildi de sanki

Öylece

Hatta öylesine siktirip gitmekti.

Mehmet’in Yüreğinde Yalnızca Cesaret Yoktu

Yirmi ikinci günde şafak vaktinde

Bir küf kokusu içinde ve beyninde

Bir adam ağlıyor, bir kadın bağrıyor

Ağlama ki öyle demirden dövercesine

Bir bağırmak ki çığa benziyor

 

Bağrı yanık bir karpuz satıcısından

Bir çare istiyor, hocam saydım seni

Beni oku, üfle diyor.

 

Ağrıyor havaları, sis kokuyor üzeri

Nemden ciğerleri yapışmış birbirine

Bir köpek avluda bir uğultu ki uluyor

Dağların her taşında yankıları çağlıyor.

 

Saçları yanık hacı nine

Bir çare diyor, hocam saydım seni

Beni oku, üfle diyor.

 

Şeyh Galip’in çocukları bunlar

Felsefeden de anlıyorlar, ruhtan da

Ama bir kolej mezunu züppe profesörden

Nasihat dinliyorlar gebe halleriyle

Konu komşu ne der sonra

 

Tepeden ayağa pespaye bir dilenciden

Bir çare istiyor, hocam saydım seni

Beni oku, üfle diyor.

 

Daha da gelmez bu hava bu diyara

Zaten bir kuraklıktı ki ne iz bıraktı ne yol

Küfü yeşilden aldı da dağlara kaldırdı

Hatice öldü o dağlarda

 

Dağlardan taşlardan, her bir karıncadan

Bir çare ne olur, hocam saydım sizi

Beni okuyun, üfleyin ne olur.

 

Sabi sübyan, o dağ senin bu ova ötekinin

Kulak kesilip şehrin ağalarına

Kimseye göz açtırmamacasına

Vuracak o küf kokusu içinde

Bir şafak vaktinde

 

Denizden ve dahi bütün dehlizlerden

kimden olursa olsun, ne olur

bir çare, 

dünyada ne varsa var diye bildiğim

hocam saydım hepsini

Beni okuyun, üfleyin.

 

Bir karpuz kesti üzerinde kanlı sofranın

Profesörler okudu ruhuna, üflediler de 

Oysa bir köyün hocasının hayır duasıyla

Yirmi iki yıl oldu hala ayakta.

 

Adı Yok Olan Putun Dizginleyemediği Zihni

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yok dedi bir kere ve sendeledi
Yok olan her şeyin hatrına ve hürmetine
Mavi gözlerinden beliren okyanus akıntısının
Katran karası yüzü suyu hürmetine
Zemin sağlamdı oysa kendisi kadardı
Hassastı, ürkekti, düşmelere karşıydı
Bir kız çocuğunun ürkekliği belirdi üstünde
Ben diye belirdi ve sendeledi
Ben olan her şeyin katran karası
Yüzünden düşen bin parçanın her bir zerresi üzerine
Bir tef çalınıyordu uzaktan
Savaş çığlıkları yakıyor karanlığı
Bir balta giriyordu ormanına
Ağaç kesmek de değildi amacı
Baltanın sahibi birden çoğaldı
Bilge dağının yedi eri girdi mabedine
Onlar da hassastı üstelik
Ürkekti, düşmelere karşı dayanıklı, altın varaklı
Miğferinin altındaki
Mavi gözlerinden beliren gökyüzü akıntısının
Matem sarısı yüzü suyu hürmetine
Yok diye belirdi miğferin altından dili
Yok dedi,
Adın yok, sen yoksun, kerametin yok.
Sen dedi, sendeledi
Sen olan her şeyin yüzü suyu hürmetine

Fulya ve Zihni’nin Acemaşiran Makamında Kavgası Üzerine

Zihni bulanık bir göz ucu selamı

Fulyaysa derin bir serap uzun yolda

Anlamsız telefler tarlalarda ovalarda

Ruhani bir yankı dağları saran

Aslında neredeler ve hangi zamanda

İkisi birden şaşkın ve dilsiz

Yılları yılların alıp götürdüğü bu yolculuğun

İki yolcusu onlar hem de birbirlerinden

Laleler açmışsa yeni bir sabahta

Fulya değirmenden dönüyorsa

Zihni kahvehane köşelerinde pişpirikte

İşte bu zaman başlar bu evlere şenlik kavga

Bir kavga ki komalarından ayrı yağıyor

Üzgün bir ayazı birbiri üzerine eğliyor

Bir sürü çarpık çurpuk yolu devriye

deviriyor da bir put gibisinden kırılıyor

kuruyor ikisinin de ağzı

ulan bir sus be kadın

sen de adam mısın be

potpuri başlıyor evin içinde

uzaklardan da değil kökleri ama

Kırılmadık bir diz kapakları kalmış

Bir yani bir yani ki en kısa zamanda

zahirin yahut hakirin kulağı kapıda

kokuyor ağzı kapıdaki veledin

fulya susmuyor

zihni ölmüyor

ikisi de bir duruyor ki acemaşiran kavgaya

rükuda böyle huşuda değiller

secdesi zaten hak getire.

Mutfakta Tatsız Bir Öğlenarası

Zamansız ve ya rabbisiz bir taburede buldu beni

Sigaram yanıyor, parmaklarım yanıyor, ocak yanıyor

Süreksiz ve aynı zamanda gereksiz bu işten

Olumsuzluk eklerinin tamamından dövülme kovulmak

Ki yalnızca oradan da değildi bu tekme tokat

Karga tulumba bir şehirden de atılmak

Bir gün ansız ve yalansız ama nihayet yalansız

Olduğu gibi konuştu olmaya çalıştığı gibi değil

Zehir gibi bir duman, genzim yanıyor, gözlerim yaşarıyor

Bu kalitesiz bir serüvenin son dayağı

Ağlamıyorum, gözümdeki zehir gibi dumanın tezahürü

Şimdi Kanada’da olmak vardı, on binlerce kanada dolarıyla

Kovulma partileri, sigara savaşları, kucak dansları

Dahası ağlama duvarı, utanç müzesi, hırsızlık sergisi

Belli belirsiz bir öpücük yanağımda, ki bu yalnızca bir his miydi, bilemiyorum

Kapı dışarı edilmek, yahut ezilmek bir sivrisinek gibi

Tazminat olarak da uzattığım öbür yanağım

Şikayetim sana, yaratana, yalana dolana, kaygısıza

Zihni ile Keş Arasında Amansız Mücadele

IMG_0233.JPG

Zamanda serseri kurşun çevikliği, yeleği üzerinde devrik liderinin resmi

Vücudu üzerinde gezintiye çıkmış belirgin fikri, sınırı geçmesin diye elli altın daha.

Henüz uyku ama gösterdiği bir asırlık rüya değil de ne?

Asıl olanı ne zaman ayıracak yalandan,

Hangi ırgatı düşürecek geçim derdi diye bir zalim ocağına,

Kuytularda korkak farelere kurduğu kapanları etkisiz kılsın diye,

Şimdi; yıllardır içinde ruhunu arayan zaman, şimdi olmasın diye

Salyangozların yaratıcısına yalvarıyor yahut onunla dalga geçiyor.

 

Zihni ki, bir rüya mı yoksa bu zihnine ilişen manyetik tecavüzler, bilemiyor

Yalpalayarak, yalın ayak gezintilerinin sonunu kumsallarda bitirerek

Yalan olmasın ama

Kum taneleri içerisinde gördüğü her haşereden aman diliyor.

-ki haşereyi pek sevmez gece vakitlerinde, geceler sarı tonlarında olmadığı sürece-

Gösteriş gibi de olmasın diye sessizce sunduğu sunakların hamiline 

Selvi boyunu, boynundan geçen kirli kanlara bulamaya kadar varacak belki inadı

Yanıyor, kavruluyor, durmuyor

Salyangozların yaratıcısına yalvarıyor.

 

 

Keş ise yirminci katlara bakıyor, zaman buraya kadar nasıl ilerledi diye

zihni meşgul,

Bakıcısıyla bilerek yahut bilmeyerek

Anlaşamayan ihtiyarlığının yüzlerini

Zemheri yeşillere yerleştiriyor, okkalı bir küfrü alınlarının tam ortasına yakıştırıyor,

Tahribata yeminli, tarihinden emin olamadığı imansız düşüncelerini

Gariban kolyelerinin kurşunlarıyla kırmızılara boyuyor.

Ressamlığı da kötü zaten, diploması karpuzcudan

O kırmızı oldu mu hiç bu ihtiyar yirmiliklere diye

Salyangozların yaratıcısıyla dalga geçiyor.

 

Ruhi ve Üç Bin Yüz Yetmiş İki Yaşında Bir Kadın

Ne umursamaz bir adamdı.

Önce kendini bulmaya çalıştı,

geçen sefer de denedi,

yine olmadı.

Kendini bulduğu insanlardan da kaçtı üstelik.

“Bu nesil benim neslim değil.

Yanlış zamanda yanlış yerdeyim” derdi.

Dediği kadar vardı.

Biraz fazlasını söyledi fakat hiç farkına varmadı.

Çok zeki değildi.

Ama geçmişe duyduğu özlem bildiğinden değil,

gördüğündendi.

Çığlıkları yankılanırken daracık bir hücrenin duvarlarında,

var olduğu kadar yok olmayı fark etmenin verdiği huzuru

kamburunda taşımaya çalışırken yoruldu.

Hiç dert etmedi, bilmem kaç kilometre bölü saat ile esen lodosa

devrilmedi de üstelik.

Kaçtığı yerlerde ağaç kovukları

buldu her birinde bir asır saklandı.

Son kovuğa saklandığından tam yarım asır geçti, çıktı.

Uykusunda neler değişti diye bir dakika bile düşünmedi.

Onun devri değildi.

Belki de gelip geçmişti de farkında değildi.

Ahir zamandı çünkü, devirler bir hafta sürüyordu artık.

İki sözünden biri “Tarih, tereddütten ibarettir.”

Ne garip adam!

Bekleyerek geçmişi geri getirebileceği fikrini nereden edinmişti?

Şanslıydı.

Hala kesmemişlerdi saklandığı ağacı.

Sadece bu kadar şanslıydı.

Etrafına bakmadan yalınayak koştu.

Nereye gideceğini biliyordu.

Belki de bildiğini unutmamak için uykusunda sık sık bu yolu tekrar ediyordu.

Koşturuyordu,

ayakları onu nereye götürüyordu,

koştuğu yerde ne bulmayı umuyordu?

Emin adımlarından belli. Ne yaptığını biliyordu.

Tam denizin kenarında bir anda durmak zorunda kaldı.

Sanırım artık devrinin geri gelmeyeceğinin farkına vardı.

Ama gülümsedi.

“En azından” dedi,

“En azından seyyarlar ölmemiş, buraya kadar,

yüzyıllar boyunca yapılmış bir muhalefet var en azından!”

Bir karton bardakta çay aldı, ikramdı.

Denize en yakın ve en uzak noktaya,

betona oturup ayaklarını aşağı sarkıttı.

Düşünmeye başlasa düşünmeden edemezdi.

Bu yüzden erteledi.

Yanında bir kadın belirdi.

“Bodrum katlarda günahlar birikir.”

Ağlamaklı sesiyle bir mendil istedi.

Cebinden ipek mendilini çıkardı, kadına uzattı.

“Bodrum katlarda cinayetler işlenir.”

Oysa o mendili kutlu bir amaç için saklamıştı,

ama artık önemli değildi.

Zaten devirden umudu kesmiş,

öylesine bir yerde,

seçilmemiş bir saatte ölmeye karar vermişti.

“Bodrum katlarda bisikletler eskir.”

Zamanın devinimine ettiği mukavemet,

bedenini çürütmüş olacak ki

az önce kanlı canlı görünen adam

ruh gibi bembeyazdı. Titriyordu bir de üstüne.

Elini yıkamak istedi, denize eğildi,

galiba esnekliğini kaybetmişti,

bir anda kendini denizin dibinde buluverdi.

Yüzme de bilmiyordu, neydi bu deniz sevgisi?

Dibe doğru batmaya başladığında

kadının dudağındaki son cümleyi duydu,

“Bodrum katlar karanlıkta gizlenir.”

Bitmemiş Bir Resme Teslim Oldum, Suçsuzum

Nerede çizildi bu yüzündeki çizgiler,

Ne ara yaşlandın bu kadar?

Aynaya bakmak gelmiyor içinden.

zemindeki desenleri inceledin bir süre.

İnceledikçe inceldin.

İplerin koptu belki de dağıldın.

Durdun sonra. Dünya durdu,

zaman durdu, kalbin durdu.

Ne oldu diye soruyorum sana,

ne oldu?

 

O düğmeye sen mi bastın?

Asansörü sen mi durdurdun?

Kabul, bütün yaptıklarını

ve dahi yapacaklarına sonsuz kere kabul

Yine de senden rica ediyorum

Beni tamamla.

 

Belki havalandırmadan çıkan

Düzensiz seslerden bir armoni beğendin de

Dile getiremedin.

Parti parti düştün zemine.

Güzel dizilsin diye

Kelimeler ses tellerine,

Hafifçe öksürdün.

Sonra bambaşka şeylerden

Renklerden, filmlerden,

Su kaplumbağalarından konuştun

 

Ki ben, utangaçlığıma

Bir isim bulmak için sözlüklerden

Yıllarca gözlerimi ayırmamıştım

 

Sen ise asansörü durdurdun.

Belki de yanlışlıkla yaptın.

Ama bir kere durdurdun.

Korkunu gizlemek için mi bunca zaman,

Bir kere bile yüzüne bakmadığın

Benimle konuşmak zorunda hissettin.

Bu zulme değmezdi ama olsun.

Ben gocunmadım, sen de gocunmazsın umarım.

 

Ben yine çöplerini toplayayım sabahları.

Uyanamazsan sorun değil,

Senin çöplerini akşamları da alırım.

Benim işim bu!

Bir de arada resim çizerim.

Öyle güzel yüzler çizemem ama.

Senin gibi ruhani tablolar çıkaramam

Eşantiyon tükenmezlerden.

 

Olsun ben yine de çizerim.

Sadece sen çiziyorsun diye çizerim.

Zaten hiç bitiremem resimlerimi.

Yarım diye ruhum,

Sevemem seni.

Ama yalnızca sen bitir diye

Yarım kalabilirim.

 

Sensiz yaşamak eskizliktir,

Beni mutluluğa boya!

Renk kullanımın önemsiz,

beni önemli hissettiğin bir anda

Pastel zamanlara boya.

Sokak Çocukları ve Eski Dostum Mermer

Ah şu memur düşünceler.

Nerede kaldı yalnızlığımızın orta kahveleri?

Üç kuruş denkleştirip satın alamadık

şu üzerinde yattığımız kaldırımları.

Bilirkişiler gezdi buralarda,

yağmur vardı,

şemsiyeler vardı.

Bir de battaniyeler ıslandıkça

cesetlik iddiaları çağlardı.

-Etrafını çizelim.

Çabuk olun, bir tebeşir bulun.-

İnsan küçükken

ölmekten korkmuyor anlaşılan

ya da bunu bir rolden ibaret zannediyor.

Ayaklarımız acıyor,

kuru yerlerde yağmurun hükmü hiçe sayılıyor.

Fırtına bastırıyor,

bulutlar inancımızı çürütmeye çalışıyor,

sanki bir küf denizinde

ekmek içinden bir sandala binmişiz,

bu derin koku

yavaş yavaş üzerimize siniyor.

Kelimelerimiz bitiyor ne acı.

Tazelemek için gönderilen bardaklardan

haber alamıyoruz.

Nerede kaldı kahveler?

Biz iki orta türk kahvesi söylemiştik.

Korkuların varacağı son liman

Camların üretildiği ortam.

Neden bu bardaklar yarım?

Sana çok alıştım, artık yapamıyorum.

Neredesin sevgili yalınlığım?

Görüntü Devriyesinde Bir Zatın Kimlik Kargaşası

Evvel zaman içinde bir bilmece, sesin kesik,

dikiş gerekli; iğne, iplik, dert ve hiciv.

Aynası kibir, vitrini tahmin, terzisi tenkit

Durma öyle belirsiz, söz ver, şehri ruhsuzlardan özgür

Bir mısra haline getir, tükettiğin heybeden!

Ezil, edebiyatın ruhundan da fakir.

Ruhun devrik, zehrin çiçek bezeli şiir,

dikiş gerekli; iğne, iplik, şan ve kibir.

Cebri kesir, ziyneti teşhir, zihni taksir

Söz ver, şehri şairlerden özgür

Bir kale düzenine getir, azmin haybeden!

Dik dur, ibadetin de başka alengir.

Hastane Koridorlarında Cehennem Kokuları

Kalıp üretmeye muktedir kalıplar

Üzerimdeki; yüzlerce yıllık bir koku

Kemiklere düşman bir ağırlık

Varlık düşmanı yoksulluklarım

Orman dini, kuralları katı

Çıralar ve ruhum arasında

Perçinlenmiş bir bağlantı elemanı var.

Çağdaş yapılar dizilmiş,

Çatıların üzeri bulutlarla çevrili

Bir yağmur bekliyorum beni kendime getirecek

Nereden, nasıl geldin diye sormadan

İçeri buyur edecek

Ağrılarla dizlerim arasında

Kaybedeni değişen daimi bir savaş var.

Bu bir hücre istilası karaciğerimin üzerinde

Doktorların hepsi hemfikir

-Moralini yüksek tut, içinde kalan bir şey varsa yap.-

Hatıralara düşman kalemler

Yara kabuğu gibi düştü ziynet eşyalarım

Nasıl olduğunu bilmeden

Zamanını kestiremeden

İnsan zihni, sınırları değişken

Tarihle, eylemim arasında

Haklı değil ama gerekli bir sürgün var.

Arama Kurtarma Ekiplerine Çağrı; Dostum Bir Masalda Mahsur Kaldı

Devren satılık kafalarda taş devri,

Zırhı delindi, bir kurşun bile değmemişti,

Keman seslerini susturun,

Bir renk daha teninde erimemeli

Dün yeşil, yarın şimdilik çizgi,

Gün dönümü, duvarlarında ruhlar alemi.

Hepsi birlikte bir demet oldu,

Hem de ucuzdu bağları

Şu sirtakileri kimin üzerinde yapıldı

Ses çıkarmadı zavallı, yarım kalmış özü

Bir kez daha, aşağılandı

Hem de ne aşağılanmaydı.

Hayat pahalı artık, yaş aldı başını

Göğsü parçalandı, ne kadar taşlanmıştı

Kurşun seslerini dindirin ne olur

Bir beden daha bu gürültüden irkilmemeli

Ölüsü budandı, parmaksız elleri delil

Tan ağardı, kanı şimdilik kurudu belki

Kül grisi, yavan isteklerin hepsi

Bir buz perisinin bedenindeydi, çizilmişti

Pervanelerin hepsi ateşte

Beni bu bedenden kurtar ey yaradan! dedi.

-Bunca acım yaradan değil,

Ben diye bir bedende sıkıştığımdan.-

Mezar Taşında Tanıdık Yüz

Kömür sürdüm yüzüme

Çatlaklarını doldurdum.

Devrimi yaktım, leş kokuları

Kahrı kahrettim, duvarlarımda sarı

Evet, zaten sarı olan duvarlarıma

Biraz daha sarı, çünkü sarılar çağlamalı

Bedenimdeki dikişler çoğalmalı

Algı yağmaları, yalın ağrıları

Sanrılarım kalbimde doğrulmalı.

 

Sonra yağmur sesinde belki

Belki beş metre bir bezin

-ki desensiz olmalı, beyaz olmalı-

Dikişsiz çehresiyle sevgilim

Zamandan kurtulmalı

Kırıp zincirlerini, tek gözlü gardiyanlara

Kızgın teşekkürlerden dökme

Bir gürzle katillerini taklit ettiğini

Göstermeli, gösterilerin sahibesi

 

Güzel yüzün ve kehribar gözlerin

Çarşaf teninde ruhlar alemi

Koyu macenta akınları

Bizi ve duvarlarımızı mahvetti.

Oysa sarı sanrı

Çok sarı, daha çok sarı

Sokakta kuşlar hakikaten sarı

Mevsimden diyorum herhalde mevsimden

Önümde hazal, uzakta Geyik dağları.

Bizim Mahallenin Şairi Bendim, Önce Sevgilim Sonra Küçük İskender Öldü

Ben, yok oluşların şairi, nasıl öldüm

İnanmadım da ondan devrildim

Sevdim de hakkı nedir diye

-bir ırgatın sırtında yüklü

saatleri gibi horlandım,

zorlandım, tökezimi sevmedim

diye düşündüm, diye düştüm-

Hakkını veremedim.

Ben bir çok ringde

Binlerce zihinle cebelleşip

Devrimi daimi sahiplendim.

 

Barınaklardan saklanır

Bas partilerinden demlenir

Ben yok oluşların şairi

Ne zaman, nasıl öldüm?

İnanamadım diye gözlerimi

Sürme diye taşlarına sürdüm.

Kör oldum diye kendime

Evvel zaman içinden,

Şiirlerden ve filmlerinden

Sahne süzdüm yüzünden

Aklımı çevirdim, belki de kaybettim.

Ben ölü şairlerin yok oluşu

Nasıl, ne zaman değil

Niye öldüm?

Bilmem dedim, cevap verdim

 

-kuru gürültüler yarattım

Tanrı gibi değil, hayır! Yoktan gelmedim.-

 

Öldüm diye hemen

Urgan sarıldı boynuma

Sıkışıyor boynum, kuru gürültülerim ıslak

Gözlerim kızarık

Ben şairlerin ölü yokuşu

Tamam yeter dedim,

Diye öldüm.

Yeniden Kelimesinin İnşaası Üzerine Nişasta ve Biraz Un

IMG_4490.JPG

Acıktım.

Karnımı doyurmak için

Yüzlerce hamle yaptım,

Dünyanın hamallığına

Soyundum, uyandım.

Sırtımda binlerce tonluk

Bir yük vardı, taşıması acı veriyordu,

Uyandım.

Belki orada öldüm,

Burada doğdum,

Belki de böyle olmalıydı, inandım.

Dünya da öldü bence,

Sonra yeniden doğdu biliyorum,

Her şey geçmişte kaldı,

Sadece ben biliyorum.

Önceleri bir harabeydi

Bu ıssız kepazelik.

Yeniden noktası virgülüne

İnşa ettiler bu düzeni.

Başka açıklaması olamaz

Bu acıklı filmin.

Kapıda bıraktılar binlerce garibi,

Belki de unuttular.

Zaman zarflarından

İmla hatasında yüzen

Mektuplar çıktı, içeri almayın

Dedi özet olarak,

Makamlara inandılar, almadılar.

Dışarıda kaldım.

Beni içeri almadılar.

Garip buldukları herkesi

Issız bir saat ortasında

Kaderiyle baş başa bıraktılar.

Onlar öldüler, belki de

Yeniden doğmak için sıradalar,

Ben henüz hayattayım.

Üzgünüm. Zaten nefes almaktan umudu kesmiştim,

Beni hayata bağlayan

Bu oksijen bağımlılığından

Kurtulmaktı, olmadı.

Bugün ölemedim,

Ama yarın öleceğim.

Herkes her gece, gece yarısında ölecek,

Geriye sadece yarım kalan

Dönüşüm fikirleri kalacak.

Şimdi beklemek felaketiyle yüzleşmekte olan

Her bir sabit sayıdan dönüşüm adına cümleler

Duymak ister kulaklarım.

En güzel cümleyi alemlerin en zamansızından duymaksa şimdi…

Şimdi dünyadaki

En resmi makam olan

Rüyalar alemi denetleme kurulundan bir telgraf aldım.

Uyandım.

Harabelerden kendime fonksiyonlar seçtim,

Yanıldım. Bütün haberlerde ismimi duydum,

Ağladım. Evet.

Çok ağladım.

Ben restorasyon fikirlerimle

Kepazelik örneği olarak ilk sıraya yerleşmişim.

Üstelik haber vermeden

Yüz üzerinden bir not vererek karar kılmışlar,

En yüksek not benimki.

Seksen yedi almışım.

Neden yüz alamadığımı sorguluyorum,

Yakarışım bundan.

Haberler bas bas bağırıyor adımı,

Harabelerde yankı, gariplerde tepki.

Ben en ünlü fikirlerin yüzdüğü

Onlarca kitaptan aldım yüzümü.

Kim ne görmek isterse onu gösterdim, özünü.

Şimdi bir günah keçisi lazımdı, müteahhitlere.

İmzamın altında olduğu her zarafet örneği sözleşmeden

Çıkan keskin dişlere geçti boğazım.

Ben öldüm, belki de yenildim.

Acıktım.

Her kurabiye yaptığında annem,

Senin ismini sayıkladım.

Kulaklardan zihinlere

Nasıl bir his verdiğini

Test ettim, oyalandım.

Uyandım,

Bakkal da yakında üstüne,

İstekleri yerine getirmek için sabırsızdım,

Liste var elimde;

-Un

-Yağ

-Nişasta

-Şeker

Kapının önündeydim.

Bakkaldan içeri daldım,

Pek derin değildi,

Kepçenin bıçakları,

Vitrininden mallarını çalamadım.

Kayboldum,

Zamanda sıçradım,

Az önce olduğum yerde

Az önceki ben vardı,

Oraya sıçradım,

Kendimi öldürdüm sandım

Bir nevi başarısız bir yeniden inşa girişimiyle

Sonlandım.

Alarmı kapat artık,

Uyandım.

Kişilik Parametrelerinde Deprem Etkisi

IMG_0922.JPG

Kendinden emin bütün kişilik inşatlarında

konum zaman çizelgesi ve yapılacak işler listesi.

Kaygan zaman, her detayı planlanmış uzun ömürlü hayallerim.

Bir oğulum. Çizdiğin, ortaya getirdiğin.

Temeli kazık, cepheleri pastan biraz yanık.

En etkili yankıların kaynağından beslenmeli

zaruri hallerde kalmış diriliğim. Erilliğim, dişliliğim.

Bir kadınım. Sevdiğinden kopardığın.

Belli etmemeliyim yokluk hissini

zeminimden aldığım darbelere.

Çünkü şimdi ona karşı tepki oluşturan

her etkiden yasa rijitliği beklemekte şimdi cebirimdeki devinim.

Oysa ne mukavimim, ne de göç etmekte kavimlerim.

Ben bir hiçim. Hiçbir şey söylemeye yeltenmediğin.

Eğer her kesinliğin içinde bir hava boşluğu varsa

göstermeli donatılarından bu zelil durumu kirişlerim.

Burulmuş heveslerinden harikalar yaratmalı dizilişlerim.

Bilindik koridorlardan muntazam mekanlara geçmeli zahmet etmelerim.

Ben çizgiyim. Masalarda çürüdüm, verilmedi diye rüşvetim.

Ah bu detaylar, zamane duvarcıları. İp iskelesinde astılar hatıralarımı.

Bilindik dertlerden koyulmuş isimleri, her biri adi paravanlarla bölünmüş hücrelerimin.

Ben devinim. Bu devrin adımı değilim.

Hali hazırları gelmeli önüme belkilerimin.

Ne olur artık kabul edin. Esin, gürleyin.

Bana nefretlerinizden bahsedin.

Hayatı yaşanmamış bu çarpık bilinmişliğe bahşedin.

Bir kere benliğinizin dengesinden dışarıda seyredin.

Evinizmiş gibi hissedin.

Kahvenizi alın, dinlenin.

Tavsiyelere uyun.

Geniş alanlarda sevişin.

Sıvasız duvarlarınızdan düzen taleplerinizi törpüleyin.

Belki inşaatınızdan çıkmalı, inşaanıza gelmeli.

Yinede zemininizdeki yalıtımları sevin.

Su evinizi çürütsün, siz bir bardak için insanlığı katledin.

Bu yüzden üzülmeyin. Ağaçları kesin, kız çocuklarınızı toprağa defnedin.

Sonuçta siyah altın zemini, aldığın derslerin.

Jenerik dertlerden Kennedy kaderi seçin.

Herhangi bir yolda seyrederken üstü açık bir arabada

barışı veya savaşı seyretmeyi reddedin.

Ne yazgı ölüm, ne senin. Yorgun argın dertlerle eve gelin,

dertlilerle evlenin, ah şu zemin.

Ben Zemin.

İndirse suratıma yumruğu,

tutulsa artık verdiği yemin.

Var olmadan yok olma derdinde her bir birim.

Ne rezil bir bilim. Bina bilgisinden azade kişiliğim.

En sevdiğin benim. Bilirkişi dertlerim. Hemzemin.

Zemin. Kendinden emin. Bu Benim. Evet. Eminim.

Ruhu Çekmeye Çalışıyor, Tetik Basınca

IMG_0750.JPG

Yorgunluğundan bahsetmek istemiyor,

yalnızlığından konu açılsın istemiyor.

Sevdiğini görüyor, söylüyor,

herkesten biraz anlayış dileniyor.

Büyük harflerle kurulmuş her cümleyi

dilinden susturucuyla çıkarıyor.

Kiminin kalbine, kiminin beynine

nişan alıyor. Vuramıyor.

 

Kelimeler nereden geliyor?

Şaşırıyor. 29 harften bu kadar anlam nasıl türetilir,

bu kadar kombinasyon nasıl anlamlı hale getirilir,

nasıl bazı kombinasyonlar diğerleriyle bir araya geldiğinde

birkaç farklı anlama gelebilir?

Ruhu mu bu sözlük silahını kullanıyor,

beyni mi ruhunu? Anlayamıyor.

Dünyada yaşamak diye bir şey varsa tarif edin de bilsin.

Ben bilmiyorum.

Dizdiği bütün harfleri arka arkaya ateşe veriyor da

alevinden ısınamıyor.

Isı da yok zaten, bunları nasıl düşünebiliyor?

Farkında değil ne yapıyor, ne yazıyor,

nereye doğru koşuyor,

hangi harflerin birbiriyle düellosundan doğan

kelimelerle koşması gerektiğine karar veriyor?

Soru eklerini insanı yormak üzere tasarlamış dilbilimciler.

Bu hainliğe katlanamıyor.

Her kombinasyonun köklerine kibrit suyu dökmekle

geçse ömrü, dışlansa etrafındaki bütün beyin tecavüzcülerinden,

eleştiri diye bir batağa düşse, hiçbir şeyden memnun olmasa

yeniden başlar bu savaş. Hem de daha bilinçli bir savaş.

Kazananın olmadığının farkında olarak,

vakit kaybı olduğunu bilerek.

Ne acımasız bir hergele şu zaman.

Geçmese, dursa da dövüşü bitse.

Tam da ruhunu dilimden fırlatacakken

silahı tutukluk yapsa.

Ne güzel olur böyle ölse.

Ölse de yenilse.

Doğmak Mezardan Çıkmaktı, Yanlış Anlayışlarımızın Azabını Ömür Boyu Çektik

Binlerce hayat içinde binlerce hata sürdüm gözlerimin altına sürme diye.

Devrildim de devrim değildi ismim, çok güldüm.

Çok ağladım, evrildim.

Bilincimi kaybettim, sağa sola çarpa çarpa yürüdüm.

Yolumdaki canavarlara son günüme kadar direndim.

Artık bazı adımlarımdan emin değilim.

Adım emin değil,

alın yazım evin değil.

Çokça rezil,

çokça eril,

biraz değil fikrim

çok zelil.

Yalnızlığımı nereden attılar bu gökyüzüne,

hangi rüzgar getirdi intihar mektubumu ayağımın dibine?

Bu içimdeki çirkinlik hanginizin elinde?

Yüzüm yanıklar içinde, zikrim dağıldı, kelimelerim yüz ton.

Ağırlıklar tenimde.

Küf kusuyorum,

kan terliyorum,

ruhumu alıyorlar damarlarımdan

tahlil yapacağız diye.

Beni hanginiz öldürdü söyleyin de bileyim.

Cesedim kokmadan katilimi bulayım,

lütfen söyleyin,

bakın zebaniler bekliyor ayaklarımın dibinde.

Siz de görüyorsunuz değil mi?

Şimdi tekil dertlerim kimin tekelinde.

Lütfen beni biri bulsun,

bir ormana attılar beni,

ellerim bağlı,

hareketsizim,

yatıyorum.

İçim karanlık.

Omurgamın üzerinden tanıdık sesler geliyor,

bağırıyorum;

-SESİMİ DUYAN YOK MU!

Gökten Düştük, Yağmalandık

Kuru gürültüler, ıslak gözlerim kısık

Yalpa adımlar burç değil cenk içimde

Ali cengiz değilim, sefiller dizlerimde çizik çizik

Buzlu birliklerin, güvenlik zaafiyeti

Korku cennetinde yenik müzmin

Vertigo derdi 7. Kattaki peygamber komşusunda

Zemheriler yeşil, gün delik delirmelerim

Hukukun üstünlüğü de bir zincir

Tamlamalar veya tamamlamalar

Benden değil bu sözler üstelik

Üslerimden havalanan helikopterleri

Düşürdün saydam zeminlerime

Sana kızmıyorum henüz

Ruhuna sözüm geçmiyor

Büyük adam olacak bedenim

Ama kulaklarım değil.

Başından Geçenleri Geri Döndürme Çabası

Yorgunluk değildi bu istilanın hissi

Fikrim salanıyor, depremin dengesiz, ben belirsiz

Ruhsuz ve renk yoksunu diğerleri

Nasıl da yerle bir etti silahsız adamların

beyinlerinde yüzen mermilerin sahibini

Hepsi sergi, hepsi sanat eseri

Elleri günahlar içinde

Gözleri bir peri

Bodrum katlarda yere serilen günahların

Sahibi de aslında terli

Islak yeryüzünden sızan bir kaç damla yürüdü, geldi

Rutubetli duvarlarında peygamberlerin isimleri gizli

Tuğlalarımı rastgele diz, beni yerle bir et

Derdim değil et, kan, sinir, dert

Sersefil hucurat belli değil izleri

Önünden geçen sadece bir maskeli serseri

Rüzgarlar sızar kapılarımdan

Perdelerim uçuşur

Devrilmiş her putta İbrahim’in fikri emniyeti

Sere serpe devril yere

Toprak değil bu

Beton evli

Peşin hükmü yendim, şimdi geldim

Derin bir kuyudan çıktım, gizlendim kardeşimden

Nerede bulsa beni korkarım şimdi

Vuracak beni alnımdan yahut

Saçımı kesecek

Keşişleri sevmem diye her seferinde

Beni bir kaç kez daha öldürecek.

İskeletim, Sitemim

Betonarme bedenim, kemiklerim kibrit

Delik deşik ruhumda yamalarım belli

Kuşluk vakitlerinde uyuma, delirirsin derdi

Babam öldü benim, bazen annem

Toprağa düşen ellerimi karıncalar yedi

Başlangıçların sahibi, son kez değil

Gök ışıkları mavi, bence bazen sarı

Tavan aralarında komplolar gizli

Yergilerin derdi belki de şarkılarım

Bir kaç nota yukarıdan dileklerle deliririm

Henüz geç değil ama erken de sayılmaz

Daha çok, çok, çok yenilirim.

Hayaletim, Son İsteğim

IMG_9778.JPG

Tavanların çatlaklarında yüzüyorum.

Belki de hiç ayak basılmamış bir sokakta yürüyorum.

Bu çarpık binaların girişlerinden ötürü arka bahçelere düşüyorum.

Sıkışıp kalıyorum.

Yalnız kalmak istemiyorum.

Yapacaklarım vardı benim daha.

Kahrımdan ölüyorum.

Tek kelime edemiyor, çabalıyor, yoruluyorum.

Bin yaşında bir çınar gibiyim, gövdem hamurdan, yapraklarımdan oksijen kusuyorum.

Boğazım yırtılıyor. Kalbim patlayacak gibi. Ritmim bozuk.

Belki de boşuna deviniyorum.

On beş bin peygamberden bir tanesi gelsin.

Yardım bekliyorum.

Cenazemi sen yıka. Yalvarıyorum.

Yaşarken yardımım olmadı insana.

Şimdi zulüm onlara, mezara koyacakları bedenim.

Son görev belki bu, son eziyet eşime, dostuma.

Ne olur beni onlarla ya da onlara bırakma!

Ayaküstü Yalanlar

IMG_1381.JPG

 

Seninle ben aynı şehirdeyiz

Bambaşka hayatlar içinde

Birer dizgi,

Belki sezgi,

Sığamadık, dışarı taştık

 

 

Seninle ben aynı soydan geldik

Eğildik, büküldük

Birbirimizi görmeden piştik, yenildik

Üzerimizde şakıyan çekiçlere

Hiç lafımızı esirgemedik

 

Seninle ben aynı dertten geldik

Bir kaç fikir vardı aklımızda

Yoğrulduk, yorulduk

Nereden inceldik

Neden koptuk

 

Seninle biz aynı dizeden geldik

Dirildik, delirdik

Bir kaç mısraya sığmadık

Elendik.

Tortularımızdan sıyrıldık

 

Seninle ben aynı evden geldik

Ne bu öfke, ne bu kin

İtildik, yerlerde süründük

Hiddeti birbirimizden esirgemedik

Evrildikçe evcilleştik.

 

Seninle ben yağmurdan geldik

Yüzlere düştük

Çiğnendik, biriktik, ıslandık

Bundan hep nefret ederdik

Kendimizi dizginleyemedik

 

Seninle biz çok yeniydik

Eskinin ruhuna yenildik

Seninle biz iyiydik.

Şimdi sen iyisin

Ben iyiyim.

Bir Duvar Önümdeki, Ardı Aşk Sonrası Yunanistan!

IMG_2213.JPG

Dağları ruhani fiillerin çekimi, her adımda bileklere kadar su

Hayalimin Yunanistan’ı

Zemin eğik, bu nasıl yerçekimi, bu ne kepazelik!

Üç yüz bin bilek var belki memlekette

Hiçbir yurttaş boğulmaz burada, işsiz kalacak cankurtaranlar

Bir derdi yoksa, bir kaşık da bulamadıysa

Boğulamayacak memurlar, tornacılar, pastacılar

Su bileklerlere kadar, belki üç milyon bilek var.

 

Herkes her an tatilde, akıllar yerinde yalnızca akşamüstleri

Yağmurla dolu zemin su, boğazına kadar dolu, aklımda bir fikir O,

Bir engel var, arkasında belki binlercesi daha

Ama görünen bir taneyse, sadece bir tane var.

Sınır kapısı bir denizde değil, her denizde

Bir karartı var, -belki güneşten- her benizde

Sadece bir duvar, yüz ve geç, önümde üç çift yüzgeç

Suyun altında, bileklere kadar olan suyun altında

Kafam denizde, dağlarda bileklerime kadar su!

 

Elde kalan onlar basamağından borç

Borca karşılık verilen onca düzen istilası soru, bıktık artık.

Hayalimin Yunanistan’ı

Bir çöplük denizi

Dağları tepeleri berrak su

Bir karış suda, üç balık, pulları sedeften

Kafam denizde, dağlarda bileklerime kadar su!

Kanatları mı onlar, yoksa yüzgeç mi, uçan balıklar mı görüyorum?

 

-Berraklığa rezilliğimiz karışmasın diye, lütfen suyunuzu yalnız içiniz!-

 

Sonra masada oturuyor

Yanında bir arkadaşı, bir de O

O değeri olduğundan değil, toprağından, sırrından O

Oyunlar, eğlenceler, bir de yasalar ortada, dökülmüş

Yasaklardan değil, horasan harcından taş duvarlar, etraf buz

Cep delik, ruhlar delik deşik, alıntılar, çekinceler, inceden zikirler

Bir de arkadaşız üstelik, dünya bir araya gelse düzeltemez

Bunca arsızlığı, ama yine de gelsin bir araya, desin ki;

“Bu ne hengamedir ulan!” hep bir ağızdan

 

Malumunuz devir kötü, evlerimiz temiz olmalı, yataklar düzgün,

Yanlış ismiyle yerleştirilmiş yüzümüze demirden bir yargı

Bu üzerindeki ağırlık da ne? Ne bu oradan buradan çıkan tahta saplar,

Ne bir tırpan bu sapların ucundaki ne bir kargı,

Belki bir arkadaşın diğerine olan aşkı.

 

Dilsiz bir oğulun gözlerinden düşen ağıta

En sevdiği günde kaybolup duran yosun rengi buluta

Azgın şelalenin ipek dokusuna

Aldanıyor, neden aldanıyor sanki, yoksa aldatan mı var?

 

Zaten ben henüz yolda değilim, ama yürüyorum.

Papalouka çıkmazında, yıkık bir duvarın keskin taşları arasında

Bir arkadaştan, hayal meyal hatırladığım bir mektup arıyorum.

Mektup bir hayli sıcak! Uzağa gitmiş olamaz! Ama ne taraftan!

 

Hoşça kal hayalimin Yunanistan’ı

Bir kaşık lazım şimdi bana, bir de su.

Memurlar için paydos vakti, saat beşi buldu!

Bahis 1

IMG_8902.JPG

Karşımda! Görüyorum.

Masada üç çeşit kitap kokusu

Dışarda koşturan insanlar

Bir metro istasyonu

Topuklu giyen kadınlardan korkuyorum

Sesleri kalp atışı gibi

Ben yaşamıyorum

Kokain yalnızlığı, burun akıntısı

Evin her köşesi yalan

Şimdi ölüm kadar yalnızım

Seni kandırdım, seni sevmiyorum

Ölü dostlarımın mektuplarını

Yastığımın altında saklıyorum

Yorgun Ben

IMG_3948.JPG

Gidenler, gitmekte olanlar

Kalbinde bir düzine sevgi taşıyanlar

Bir hevesten saatlerce yıllarını çalanlar

Pişman olan, yanılanlar

Dönmek için uğraşmayanlar

Artık bıraktığınız yerde değilim

Ben artık öylece bırakabileceğiniz bir ben değilim

Değiştim

Bunu istemedim

Kağıtlardan yardım istedim

Kimseden kimsesizliği istemedim

Hediye edildim

Yollarca dağlardan sürgün edildim

Ezildim

Yalanlar

Aynı mahkemede yargılar

Aramızdan ayrılanlar

Arkasından konuşulmayanlar

Sağlar, sağ salim gideceği yere varanlar

Geleceğini bulanlar

Bulutlar

Buz gibi saatlerin akreplerinde ezildim

Gün doğumundan öldüm, yenildim

Giden ben değildim

Binlerce suçlu arasından adi ilan edildim

Bahsedenlerden vurgun yedim

Kelimelerden azad

Cümlelerden men edildim

Kararlar

Günlerce gece olanlar

Tıkılıp bir odaya

Yıllarca zamanı olanlar

Belki bir mahkuma edilmiş iftiralar

Ağrılar

Altın tozu itiraflar

Harfi harfine yazıldım, bir çırpıda silindim

Dünya sizin olsun

Ben bir kez sevildim.

Karanlık

IMG_6843.JPG

Geceyim, karanlık etraf

Zaman kimdir, kimden taraf

Gümüşe bakan yılgın bir sarraf

Bakır yüreği etti bertaraf

Bir hastalık, ciğere dizildi saf saf

Yalnızım burada, onlar bitaraf

Adım araf, alın yazım araf

Şimdi dağlar kadar yanılsam

Yollar kadar yazılsam

Ve annem kadar sarılsam

Varlık kadar yok olsam

Her ne kadar ben olsam

Her yerim talan

Adım araf, alın yazım araf

Alsancak

IMG_9217.JPG

Sevgiliden ayrılır gibi ayrıldığı semt

Bir ışık, gökyüzü, etraf kalabalık

Bir kalemin kağıdı araması gibi

Arıyor dilinde kelimelerle

Mahçup yıldızların

Ayağının dibine

Düşmesi gibi

Eğilmeli önünde

Saygılar toprak

Günahkar bir korkak

Biz kimiz ve neredeyiz

Kiminleyiz.

Es’enlik

IMG_9259.JPG

 

Duyduklarım

Doğru olabilir mi?

Sence o kadar yanlışı

Aynı anda farklı insanlar

Yapmış olabilir mi?

Yalan diye sokaklarda

Bağırsak haykırsak da

Ağzından çıkanları

Yüzüne vurdu tanrı

En çok korktuğun yerden

Yaklaşır zaman birden

Ve bunların hepsinden

Sen sorumlusun

Yaşamak ağrısı

Tanrı yanılgısı

Can sıkıntısı

Kulak ağrısı

Ve bir isim sanrısı

Seni yanıldığın yerden

Dize getirir belki geç

Belki erken

Bir şiirin iskeleti

Bir kelimenin sefaleti

Güzelliğin azameti

Seni böyle mi

Terbiye etti

Bu kadar anne

Ve bir o kadar baba

Pişman mıdır acaba

O gün için

Ve gece

Beynimde yankı

Silah sesleri

Yanıldım belki

Seçerken akı

Bir tütsü

Tutuşturduk sana

Sana yandığına

Yemin edebilir

Belki hiç

Sevmeyebilir

Kaç

Seni bulacaklar

Ve hiç ummadığın anda

Senden konuşacaklar

Bir iğrenç kahkaha

Ağardı kulağımda

Kalırsan burada

Seni korurum

Ummadığın anda

Senin olurum

Bir kaç ses

Kulağımda yarım es

Yanılmak belki de

Düzensiz heves

Korkularım ve sen

Bir barınağın içinde

Herkesten

Kaçsanız bile

Bir kaç ağız

Sövecek size

Dilin önemi yok

Hepsi aynı bok

Hayat Kufesi

IMG_6811.JPG

İstesem didaktik olabilirdim

Ya da bundan hoşlanmayan bir cahil

Boyumdan büyük kelimeler dökebilirdim

Kağıtlara ve hayat dolu çocuklara

Kirlenirdik beraber

Sokağa çıkıp satardık gençliğimizi

Ne gelir elden

Seçtik bir kere üstün olmayı

Düşmeyi düşünmeden

Düşleyebilmeyi, teslim olmadan

Ne gelir elden

Doğduk bir kere bataklığa

Kaldık sırtımızda yükle

Hamallığa

Bir Adın Kalmalı Geriye

IMG_8293.JPG

Bir adın kalmalı geriye

Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde

Aynaların ardında sır

Yalnızlığın peşinde kuvvet

Evet nihayet

Bir adın kalmalı geriye

Bir de o kahreden gurbet

Sen say ki

Ben hiç ağlamadım

Hiç ateşe tutmadım yüreğimi

Geceleri, koynuma almadım ihaneti

Ve say ki

Bütün şiirler gözlerini

Bütün şarkılar saçlarını söylemedi

Hele nihavent

Hele buselik hiç geçmedi fikrimden

Ve hiç gitmedi

Bir topak kan gibi adın

İçimin nehirlerinden

Evet yangın

Evet salaş yalvarmanın korkusunda talan

Evet kaybetmenin o zehirli buğusu

Evet nisyan

Evet kahrolmuş sayfaların arasında adın

Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı

Bu sevda biraz nadan

Biraz da hıçkırık tadı

Pencere önü menekşelerinde her akşam

Dağlar sonra oynadı yerinden

Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca

Sen say ki

Yerin dibine geçti

Geçmeyesi sevdam

Ve ben seni sevdiğim zaman

Bu şehre yağmurlar yağdı

Yani ben seni sevdiğim zaman

Ayrılık kurşun kadar ağır

Gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın

Yine de bir adın kalmalı geriye

Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde

Aynaların ardında sır

Yalnızlığın peşinde kuvvet

Evet nihayet

Bir adın kalmalı geriye

Bir de o kahreden gurbet

Beni affet

Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç

Ahmet Hamdi Tanpınar

Palyaço

Kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde?

Kaç kilo çekerdi yalnızlık?

Kaç kere ezildim altında yaz yağmurlarının?

Belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları

Her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk gülünecek halimize

Kim sevmezdi çiçekleri falan?

Ben sevmezdim dedim, yalan dedi

Bunu palyaço söyledi,

Palyaço söyledi, ben yazdım.

Yazdım, yazmasam ağlayacaktım.

Herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım

Sırf bu yüzden mi ağladım?

Alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz

Biraz birazdım her şeyden

Dün biraz sinirlenmiştim mesela

Yarın bir kadını seveceğim biraz

Biraz biraz kör oldum bugünlerde

Ama rakı kadehlerini boşaltmayın

Eksilmesin hiçbir şey

Hiçbir şeyden dahi olsa kalsın biraz

Umursamıyorum yılgınlığımı falan

Çünkü sessizce yaşanmalı her şey

Bir devrim sessizce olmalı mesela

Ve her sözüne inanmalı bir palyaçonun

Bir palyaço neden yalan söylesin ki?

Ben palyaço olsaydım söylemezdim

Marangoz olsaydım da söylemezdim

Ben insan olsaydım, yalan söylemezdim!

Hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını

Kaç kilo çeker ki bir palyaço

Hem neden yüzüme vuruyorsunuz

Bir çirkin ördek yavrusu olduğumu

Gocunmam ki ben, ben gocunmam

Bir palyaço ne kadar gocunmazsa

O kadar, o kadar gocunmam işte

Rakı doldurun, eksilmesin

Bitmedi yazacağım daha

Yazmazsam ağlayacağım çünkü

Alçakça olacak biraz

Hem biz o zaman kimdik ki?

Nerelere giderdik?

Her sokakta biraz daha eksilirdik, bilirdim

Geceleri puslu puslu olurdu bazen

Bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu

Duyamadım derdim, tekrar et!

Sessizliğe bürünürdü o vakit her şey

Sokaklar daha bir puslu

Palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu

Ve ben daha bir alçak olurdum, ağlardım biraz

Hem sen kimsin? Çekiştirme diyorum

Hatta kuyruğuma basma diyorum

Acıyor, tırmalarım diyorum

Kahrol, kahrol! diyorum

Geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda

Korktum birden, kusacak gibi oldum

Olur öyle dedi palyaço

Herkes alçaktır biraz

Otur ulan! dedim, bağırdım ona

Ben bazen bağırırım biraz

Rakı doldur! dedim, eksilmesin

Ben bazen eksilirim biraz

Aslında hepimiz eksilirmişiz biraz

Bunu sonradan öğrendim

Ben aslında her şeyi sonradan öğrendim

Herkes herkesi sonradan öğrenirmiş

Bunu da sonradan öğrendim

Örneğin; geçen gün bir kadınla seviştim

Biraz değil, çok seviştim

Yaa, işte öyle palyaço, diyorum ki;

Bunu da yeni öğrendim

Sevişmek de eksilmekmiş biraz

Kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini falan

Ben sevmezdim dedim, yalan dedi

Bunu palyaço söyledi

Palyaço söyledi ben yazdım

Yazmasam, alçak olacaktım

Hem ben roman da yazdım biraz

Bazen diyorum ki, palyaço,

Sen olmasan ben ne yaparım

Alçakça eksilirim belki biraz

Her yağmur yağışında yerin dibine girerim

Hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki

Ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi

Biraz biraz anlıyorum ki,

Yüzler, eller, o terli vücutlar falan

Her şey plastikmiş biraz

Haydi sirtaki yapalım palyaço

Rakı doldur, yine eksildik biraz.

-Anonim-

Osman Sonant’tan dinlemek için;

“Palyaço”