Denge Denklemi

IMG_20150708_195820.jpg

Yanlış yazılmış üç yüz otuz üç harf ile yalnız kalmak, yaratıcı bir düşünce mahsulü elde etme olanağı getiriyor olsa da reddediyorum şiir yazma isteğini. Düne şiir yazmak, güne şiir yazmak, yanmak veya yanılmak, kalitesiz istekler silsilesi. Bana göre üretmek en büyük cahillik demişti. Keşke dünya kalem ve kağıttan ibaret olsaydı, dünyevi dertlerimizi ekranlar yerine başka bir nesneye aktarabiliyor olsaydık. Yalnız kalmasaydık mesela, düşünce yolculuklarında tepinirken, ayaklarımız yere değseydi uzak yerlere giderken. İşimle evimin arası kronometrelerce uzak olmasaydı. Belki de uzak kelimesinin harfleri arasına bir yanlışlık olup yerleşmeli insan. Sonuçta yanlış yazılan uzak, yakındır. Bu aralar ters düşüyorum düşüncelerimle.  Tezatlık ahraz bir istek beynimin derinliklerinde. İlginçtir ki uzun zamandır senli benli rüyalar görmüyordum, olacak ya dün gece gördüm.  Beynimle barıştığım zannedilmesin hemen. Hesabını verecek hain, göremediğim rüyaların, duyamadığım şarkıların, anımsayamadığım ruhların. Zaten bunlar olmadan nefes alış verişlerim biyolojik bir devamlılık mecburiyetinden ileri gidemiyor. Rüyalarımdan çıkarım yapabilirsiniz. Aksiyon eksenlerimiz tutmuyor. Dengemi bozmayınız. Bilirkişilere göre en devamlı görünmezlik yoklukla meydana gelir. Kadehlerimizi görünmezliğimin devamlılık hatasına kaldıralım..

“Hervsey’de”

Uydu Sorunu

uydu.jpg

Yalnızlığın tam ortasından yazıyorum. Akşam olunca anlıyor insan biraz yalnızlığını. Bütün tantana bitince, ışıklar sönünce ve söyleyecek bir kelime dahi kalmayınca anlıyor. Beni de biraz anlamanı isterdim. Ben seni yalnızken bir poker masasında da severdim. Kaybedecek tek kuruşum kalmadığında geleceğime bahse girerdim. Bir viski daha söylerdim sensizliğe. Sigaramı bir küllüğe iliştirirdim, alelacele. Sigaram da küllükte yalnızlık çekerdi. Ve diğerlerine kavuşma arzusuyla sık sık sönerdi. Yakmaya kıyamazdım bırakırdım. Sahi insan beklemek olmasaydı ne yapardı. En güzel sanat eserlerini öylece kaderine mi terk ederdi, bilemiyorum. En güzel kahverengilerimi en güzel kahvehanelerden çalmak gibi bir huyum var. Beni ehlileştirmene ihtiyacım var. Beni dünyadan uzaklaştır. Ben sana az kendime fazlayım. Fazlalığım. Güneşin aydınlatamadığı kuytu, yolunu kaybetmiş başıboş bir uyduyum. Etrafındaydım, artık yarınındayım. Uzaklaşmalıydım, şimdi çok uzaktayım.

“Hervsey’de”

 

Çöl Vakti

IMG_1024.jpg

Yanlış kararları doğru zamanlarda almak gibi bir huyu vardı şafak vaktinin. Hep bir umut beklerdik karşısında, bize güzel günler getireceğini umardık. Umut bizi hayattan koparan tek şeydi. Bekledikçe bekledik. Taşa döndük ve ekledik; bize yanlış tanıtmışsın dışarıyı. Sorun değil. yalnız kaldığımız her an birlikteydik, birdik. Mahremimi dökerdim sana, mahmur ederdin bakışlarınla. Bir sarhoşluktu doğruluk bize. Hiç yayınlanmayacak bir yazıydı ilkelliğimiz. İlkemiz daima günahlar işlemekti. Ama birbirimizden uzakta. Eğlenirdik günle, güneşle, ayla ve geceyle. Dünyayı bir deniz zannederdik, balık olmak isterdik. Sahillere inerdik seninle. Hatta birlikte kumpir yemişliğimiz bile vardı, vasat bir günün akşamında. Biraz tebessüm istemiştik dolunaydan. Esirgemedi. Bizi, biz olduğumuz zamanlarda o da severdi. Sevilmeye muhtaçtık ikimiz de. Birbirimizi seçtik. Seçilmiş kişiler olduğumuzu dünyaya ilan ettik. Armonilere bizi dizdik. İki notadan ileri gidemedik. Şimdi çaresiz kaldık işte, sen başka fa anahtarında mibemolsün. Ben kendi adımı çoktan unuttum. Yüzün kaldı kağıdımda. İncelikle dokundu kumaşıma. Seni atsam atamam. Ama affet beni, sen bir yağmur olsan, ben çölde bile olsam, seni artık arayamam.

“Hervsey’de”

İz Bırakma Fiziği

geçmişkik.jpg

Geçmiş ne kadar hızlı geçmiş, oysa yaşanmamışlıklar vardı. Beklesen biraz ne olurdu? Ben geç kaldım tamam, ama belki de hata senin. Neden tam zamanında oradaydın. Belki de sen de geç kalmalıydın. İkimizde geç kalsaydık bence geç kalmış olmazdık. Bana öyle bakma. Yapabileceğim bir şey yok. Olsa yapar mıydım? Elimden ne geliyorsa sana gelsin diye uğraşırdım galiba. Ama sen masum değilsin. Sana kızmıyorum. Hiçbirimiz masum değiliz. Ben sözlerine kızıyorum. Daha doğrusu kızıyordum. Sözlerini unuttum. Unutkanlık var biraz sen de biliyorsun. Belki sen de unuttun. Unutulmuş bir çiçek salonda duruyor. Her bulduğu fırsatta saati soruyor. Bir saat ya da bileğindeki herhangi bir şey. Bak ve bana ne kadar zamanımız olduğunu söyle. Seninle ben akrep ve yelkovan gibiydik. Sen bir dönerdin ben etrafında fır dönerdim. Hep etrafındaydım. Hep yakında. Saatler ileri mi alındı yine. Dur hemen sözlerime alınma. Alındıkça satılır sözcükler. Benim yazılarımın müşterisi yok. Bağırma, ben bağırınca giderim. Uzaklardan seni seyrederim. Seninle ilgili değil konularım, konuşlarım ve dokunuşlarım. Son dokunuşlarım hep zarif olsun isterim. Sinematik bir gözle bazen seni izlerim. Bir film olsan en güzel detay olurdun. Ben detayları severim. Emin ol en çok seni severdim. Yanlış anlama seni etkilemeye çalışmıyorum. Etki her zaman tepki oluşturur. Ben seni tepkisiz de kabul ederim. Basit fizik kuralları, biraz yanlış anlayışlar, tutku taneleri, kalp yıkıntıları. Sıradan şeyler de konuşmalı insan. Seni her zamanki yerde her zamanki sadeliğimle terk ediyorum.

“Hervsey’de”

Karambol

IMG_0686.jpg

Etrafta çocuklar var, burası park değil. Yalnız kalmaya pek alışık değilim, dilimde bir kaç serzeniş var. İnsanların dudakları arasından çıkan her iki kelime söz veriş. Yalan söyleyiş. Şekli fark etmiyor, öylece söyleniyor. Her söylenişte şekilleri değişiyor. Kimse mutlu değil. Herkesin rolü üzerine “cuk” diye oturuyor. Karşımda bir adam var. Akşamdan kalmış, ama kendine kalmamış, belli. Belirsiz bir yüz ifadesi var, gülüyor mu yoksa normalde de böyle mi anlayamıyorum. Zaten çok az şeyi anlıyorum hayatta. Onlar da çok zor şeyler değil. Mesela sıfırı anlıyorum. Yok gibi bir şey ama yokluğunun ismi var. Benim o da yok. Kendimi pek anlayamıyorum. Mutsuz değilim, yalanları seviyorum. İnsan kendine dürüst olmalı. Sıfırları seviyorum. Ama senin yanında bir sıfır olabilir miyim, bilmiyorum. Bunun için kendini zorlamamalı insan. Ya olmalı tam karşısında bir pencere, çıkıp bağırmalı, ya da karanlık bir zindanda, içinden ölüsü bile çıkmamalı. İki seçenek arasında kalmak nedir bilir misin? İntihar etmek veya sinemaya gitmek gibi. ikincisini yapsan ilkine zararı yok ama ilkini yaparsan ikincisine hakkın yok. Yasak aşklara fırça atmak yok, yanlış resmi karalıyorsun. Artık yaşamak bir karambol.

“Hervsey’de”

Aldanış

IMG_0459.png

Dünün yarınla ilgili bir problemi yoktu, hiç de olmadı.

Dünü ortamlarda sevmezler, ondan konuşmak istemezlerdi. O bunları dert etmezdi. Üzerinde garip bir boş vermişlik vardı. Bazen onu düşünenlere de sitem ederdi. Sevmezdi kendinden konuşulmasını. Göz önünde bulunmak ona göre değildi. Farklı insanların farklı düşüncelerine her zaman saygı duyardı. Vakur duruşuyla hayatını düzene koymuştu. Her geçen gün, onu yaşlandırıyor, sevgisini ise gençleştiriyordu. Yalancı bahara kanmamak elinde değildi. Sonunu bildiği filmler izlerdi, sonları hep mutlu biterdi. Bitirdiği yaşı söyler, bitmemiş resimleri severdi. Geceler onu inandırmaya yeterdi. Sabah beş gibiydi, hiç yapmadığı bir şey yaptı. Hata dedi yaptığı şeye, ama pişman değildi. Çünkü aşk hatadır ama pişmanlık değildir.

Bir kovalamaca başladı, yeri geldiğinde yerine geldiğine yanıktı. Yanılmış ve yanlıştı. “Hayat istediğin şeyleri vermediğinde istediğin şeyleri değil hayatını değiştirmen gerekir.” O bu sözü hiç umursamadı. Umursamazlık onda bir hastalıktı, hiç tedavi olmadı. Günden güne eridi dün, zaman geçti ve oldu yarın. Sevginin yüceliği buydu aslında zaman geçtikçe sevdiğine dönüşmekti. O bu elmadan tattı, bir daha dün olamadı.

Elma bir yanılgıydı. Düzene baş kaldırıydı. Yalnızlığına bir darbe, yazgıya saldırıydı. Çok geçmeden hayatından arındı.

Hayatımız bir dün ve binlerce yarındı. Ve bir yasak elma bizi dünyaya baktırdı. Gözümüzü alamadık, yerimizde kalamadık. Koştuk… Yorulduk… Durduk. Dinleniyoruz. Dinlendiğimiz yetmedi, bir de dileniyoruz. Durduğumuz yerde yeniden diriliyoruz.

“Hervsey’de”

Yersiz Uyku

FullSizeRender (1).jpg

Bir gece uyumaya çalışıyor, bir hece bir hevesle bir cümleye koşuyor, kendine yakışan kelimenin yanında duruyor, durduğu yerden konuşmak hoşuna gitmez. Ayağa kalkıp uzun uzun adımlıyor odanın içinde. Odada bir anda karpuz kabukları ayaklarının altına seriliyor. Karpuz kabukları kendini iyi hissetmediğin anlarda ayaklarının altına serilir. Belki de güvenilir bir yere doğru havalanır. Yanındaki kelimeye dönüp, biraz su ister misin diyor. Kelime susuyor, suyu cami bahçesindeki lalelerin dibine döküyor. Lalelerin rengi suyla uçup gidiyor. Uçuşan renklere bakıp dileğini diliyor ve yalnızlığın katlanılmaz şey olduğunu aklından geçiriyor. Beyninden geçen her kelimeyi gözleri haykırıyor. Mesela geçenlerde birine gözleriyle ilanı aşk etmişti. Yanıt bulamadı, ama olsun. Galiba insanlar gözlerindeki kelimelere bakmayı tercih etmiyor. Kolay lokma zannettiği çiçeklerim var, onları koparmaya çalışıyor, çiçeklerim olağan gücüyle karşı koyuyor. Aralarında savaş çıkacak diye ürküyor meşe, çiçeğe bir fiske vuruyor, çiçek adama, adam bana küsüyor. Yalnızlık bir küskünlükle başlıyor. Yalnızlık başladıktan sonra her harf arasına boşluk giriyor. Boşlukta kaybolmak istiyor bir zenci. Zencinin tek istediği biraz sevgi. İlgisizlik batağına düşmüş bir kaç ezgi. Ayakları geri gitsin diye düşünüyor, bir bemole takılıp yere kapaklanıyor. Yer duygu, yersiz duygu, duygu, tüm istediğim buydu…

“Hervsey’de”

Bir Kara Kuyu

53767.jpg

Arkadaşlarla aramızda uzun uzadıya  tartıştık. Kimi uçmamız taraftarıydı kimi değil. Hepimiz kayak yapabiliyorduk. Ama bu bizim için artık bir spor değildi.

Bir kaçımız evlenmişti bile. Ama sorun değildi bekarlar olarak yeterli sayıdaydık.

Uzaktan bir adam geldi. Sorduk nerelisin dedik, dünyalıyım dedi. Aramızda tartışıp karar verdik, adamı kesip yedik. Tadı damağımızda kaldı, dünyalı eti güzelmiş. Etrafta gençten bir kaç penguen vardı, etten onlara da verdik sevinçten havalara uçtular.

Uçup gittiler. Meğer uçamadıkları için yanımızdalarmış. Alındık penguenlere.

Bu kadar sevme dedik bir tanesine. En çok o sevdi. Diğerine gitme dedik, kaldı. Penguenler tutarsız yaratıklar, insanlar gibi. Birden sinirlendi Venüs, ne o dedik. Ben insanları seviyorum dedi. Oysa bundan bize neydi?

Ne zaman çıkıp gidecektik? Ne zaman buradan kurtulacaktık? Her şeyi kontrol edebiliyorduk ama bilinçli olarak değil. Sanki bizden üstün bir şeyler vardı. Sorduk baş piskoposa “düşünme siktir et“ dedi. haklıydı, hiç düşünmedik. Düşünmedik diye bir kaç kere düştük, dizlerimiz kanadı, yaramızı yine onlar sardı, penguen kanatları düşünüldüğünden de genişti…

“Hervsey’de”

İçimdeki Chopin

IMG_0101.jpgBeynimde ölü  bir adamın kalıntıları var. Nerede ölmüş ne uğruna ölmüş bilmiyorum, aslında umrumda da değil. Kafatası soruyor. Naziktir genelde. Neredensiniz siz? Cevap veriyorum, gökyüzünden. Sus diyor, inanmıyorum! Biraz gergin galiba bu aralar. Nasıl davranacağını bilmiyor, tutarsız. Benim gibi. Onunla aramıza kalitesiz kumaşlar giriyor. Bizi yataktan bu kumaşlar ayırıyor. Belki onlar olmasa yatağa gömülecektik. Dert değil. Ayrılmak acı çekmekten iyi diyor elmacık kemiği, ona pek güvenmiyorum. Bazen kalitesiz şakalar yapıyor. Kemik tozu savuruyor yüzüme. Burnum kaşınıyor. Hapşıracak gibi oluyorum, burnumu tutuyorum ama faydası yok o burnun bir kere kaşınmışsa hapşırsan bir dert hapşırmasan bir dert. Saçmalamayı bırakıp hapşırıyorum. Bir saniyeliğine de olsa kalbim duruyor, rahatlıyorum. Hiç durmayacak diye endişeleniyordum. Bu aralar biraz değişikliğe ihtiyacım var.

Yaşamanın bir tatili olmalı, belli saatlerde insanlar yaşamamalı. Bu önermeyi kalça kemiği yapıyor. Sanki tatil yapsa rahat edebilecekmiş gibi. Susturuyorlar onu. Onu galiba sevmiyorlar. Ne acı, onlar arasında da hiyerarşi var sanırım.

Yıllarca insanların yükünü taşıyan bütün kemikler ayaklanıyor. Kendimiz yetmezmiş gibi başkalarının yüklerini de taşıyoruz diyorlar. İnsanlar onlara karşı biraz acımasız davranıyorlar. Belki de haklılar, onların da bir sendikaları olmalı bence. Yatacak yerleri olmalı. Birleşip tekrar dirilmeliler.

Dirilmek de ölmek gibi acılı olur mu acaba? Hiç ölmediğim için bilmiyorum.

“Hervsey’de”

Acil Çıkış Kapısı

IMG_6983.PNGBir gece vaktiydi oturdum koltuğuma, konuştuk biraz yalnızlığımla. Uzun uzun konuştuk, aslında konunun da sonu bir yerlere varmadı. Boş konuştuk anlayacağın. Sahi anlayacak mısın? Sonra sustuk aniden. Sanki önceden anlaşmış gibi. Uyumlu bir şekilde sonlandırdık muhabbeti. Kalktı ayağa bir kahve yapayım mı dedi? Hayır dedim yüksek perdeden. Yavaş lan dedi, duyuyoruz herhalde ne bağırıyosun? Biraz ürktüm, kusura bakma dedim. Neden istemediğimi sordu. Onun yaptığı kahvenin acı olduğunu söyledim. Hemen yüzü düştü halıya, halı sarardı, gözlerimde iki damla yaş çoğaldı. En sevdiğim halıydı. Ama dert değil, yalnızlığımın yüzüne iyi bakacağım. Zaten ne zaman bir suç işlesem kafam öne eğilir, mecburen halıya bakarım. En azından tanıdık bir çehreye bakarım. Kapı çaldı bir ara açmadım. Komşudur diye düşündüm, neden açmadığımı düşündüm. Düşündükçe düştüm. Beni yerden ayakkabılarım kaldırdı. Onlara borçluyum. Saçma sapan hislerle uyandığım her sabahtan, bu evden, bu diyardan beni uzaklaştıran onlar. Ayakkabılara borçluyum, bazen bazılarını uzun süre giyemediğim için de suçluyum. Ya da suçlu hissediyorum. Bu da bir şey. Hissedebilmek güzel ve sen, benimle yersiz bir yumuşak g.

“Hervsey”de

Sokağın Esi

1.jpgYeni yetme üç çocuk kaldırımın kenarında birbirlerine bağırıyor. Biri diğerine sen sus senden bi bok olmaz diyor. Üçüncü zaten susuyor. Aralarındaki problem ne bilmiyorum ama herkes çok gergin. Yanlarına yanaşıyorum hafiften kulak kabartıyorum. İki kelime ile beni başlarından atıyorlar. Kelimeler pek önemli değil. kaldırımın karşısına geçiyorum. Yükseklerden bir ses. Beni kurtarın! Bir kaç kişi kadına bakıyor. Sonra bakışlar kadınla beraber yere iniyor. Yukarıda bir katil var, yüzü sandalyeye  benziyor. Katil aşağı iniyor, aşağısı yetmiyor. Yerin dibine girmeli ama yer kabul eder mi? Bilinmiyor.

Yedi papatya birbirlerine bakıyor. Bir rüzgar esiyor. Papatyaların yapraklarından bir kaçı rüzgara karışıyor. Rüzgar kuvvetli, rüzgar sancılı, rüzgar şehvetli.

Yalınayak gezen bir de meczup var kafatasında beyni gözüküyor. Ben bu saçları değirmende ağartmadım diye bağırıyor. Elindeki kalemle dükkan camlarına hikayeler yazıyor. Hikayelerin başlıkları bizi kurtarın diyor. Başlıklarla beraber camlar yere iniyor. İndikleri yerler biraz bize benziyor. Sen diyorum. Sen ve ben. Biz…

Biz aslında yeryüzü kadar var gökyüzü kadar yokuz.

Hervsey’de

Ra’nın Renk Körlüğü

ranınkörü.jpgKayıklar gördüm gökyüzünde geçen günlerde. Bazıları akşama doğru gidiyor. Bazıları gidecekleri yeri henüz bilmiyor. Gökyüzünde yüzmenin bir kaç olumsuz yönü var tabi kayıklar için. Çünkü gökyüzü de iki yüzlü. Akşamları ben miyim kararan? Kara bahtıma oturup ağlayan? Sabahları kalkıp kuşları sıcacık ağırlayan?

Kayıklardan bir kaç kıyafet düşüyor gökyüzüne. Düştükçe kıyafetlerin rengi sararıyor. Yazık oluyor kıyafetlerin rengine. Düştükçe kalkamıyorlar sinekler gibi. Sinekler kendilerini iyi hissetmeli. Bir sineğin avucunu olmadık yerde kaşıması normal. Benim geceleri senin avucunda uyumak istemem mi normal değil. Komik olma! Zaten beceremiyorsun da. Beceremediğin şeyleri yapma demiyorum. Yap ama bana ara ara uğra. Senin için yazacağım bu ara.

Hervsey’de

Ra’nın Körlüğü

ranınkörü.jpgKayıklar gördüm gökyüzünde geçen günlerde. Bazıları akşama doğru gidiyor. Bazıları gidecekleri yeri henüz bilmiyor. Gökyüzünde yüzmenin bi kaç olumsuz yönü var tabi kayıklar için. Çünkü gökyüzü de iki yüzlü. Akşamları ben miyim kararan? Kara bahtıma oturup ağlayan? Sabahları kalkıp kuşları sıcacık ağırlayan?

Kayıklardan bir kaç kıyafet düşüyor gökyüzüne. Düştükçe kıyafetlerin rengi sararıyor. Yazık oluyor kıyafetlerin rengine. Düştükçe kalkamıyorlar sinekler gibi. Sinekler kendilerini iyi hissetmeli. Bir sineğin avcunu olmadık yerde kaşıması normal. Benim geceleri senin avcunda uyumak istemem mi normal değil. Komik olma! Zaten beceremiyorsun da. Beceremediğin şeyleri yapma demiyorum. Yap ama bana ara ara uğra. Senin için yazacağım bu ara.

hervsey’de

Hiçlik Giyen Adam

unnamed.jpg

Ayakkabımın bağcığı kangren oldu. Kestim. Düştüğü yerden ince bir duman çıktı. Hızını alamadı gara girdi. Girdiğinde içinden insanlar indi. Küçük insanlar.  Boyları böceklerden kısa insanlardan uzun. Boyları uzun taksicilerin de kısa mesafe müşterileriyle ilgili sorunları vardı. Uzunluk benim için seninle aramızda olan mesafeden fazlası değil. Ama eksiği olabilir. Eksiğimiz de esirliklerimiz olabilir. Esirlikler aksilikleri doğurabilir. Hay aksi! Varsayımları lügatımdan çıkarmak için bir toplu iğne ucu kadar su doldurmuştum bir bardağa. Onları orada boğacaktım. Ama suyu emdikçe genişlediler. O kadar genişlediler ki bir insanın boyunu aşıp bir sürahiyi ağzına kadar doldurdular. İnsanlar küçük ve sürahiler dolu. Sulu şakaları olan herkes karıncaları ürkütür. Karıncalar yüzme biliyorlar mı acaba. Bilseler de yüzmek için balıklar gibi sahillere inmezler heralde. Her neyse konu neydi. Evet, hiçlik giyen adamlar yarınımızı kurtardılar. Şimdide yaşıyoruz, faydasız, dokunamıyorlar.

hervsey’de…

Bekleme/k

asdasdAşağı neresi yukarısı kimin? Bir soru gibiyim ne sorduğum belli ne cevabım. En çok da ben kimim? Cevabını bilmediğim sorular sormayı, sorularını bilmediğim cevaplara tercih ediyorum. Neyi bekliyorum? Bilmiyorum.

Önce bekletmeyi sonra beklemeyi ve beklerken geç kalmayı öğrendim. Geç kalmak hiç olmaktan iyi değilmiş. Bunları hep beklerken öğrendim. Öğrenmek beklerken kolay bekletirken zormuş. Bunu geç kaldığımda öğrendim. Her geçen dakika bir şeyler öğrendim.

Kim olmak istediğimi ben seçtim, kim olduğumu seçemedim. Seçemedim diye bir süre kendimden nefret de ettim. Ama benim suçum değildi. Belki de benim suçumdu ama artık umurumda değil.

Kimi, neyi beklediğimi bilmiyorum. Kalkıp koşamadığım için kimi beklettim? Bilmiyorum. Koşmam işe yarayacaksa koşmalıyım. Ama boşuna koşacaksam da spor olur sorun değil diye düşünüyorum. Ben senin için üşenmiyorum. İçinde sen geçen kelimeleri seçiyorum. Onlara doğru koşayım diyorum. Ayaklarımdan tutanlar var, yüzlerini göremiyorum. Bilmiyorum diye kandırmaya çalışıyorlar, kandırıldığımı hissediyorum.

Bu değişkenlik nerede son bulacak? Hayatı belki bir gün anlayacağım. Ama şimdilik, seni bekliyorum.

“hervsey için”