Ben sokakta limon satıcısı,
İyi para var dediler.
Seyyar bir araba ile giriştim işe.
Belki 25 sene önce
Nereden başlasak, nasıl bulsak da bir sermaye,
En azından bir işe girişsek diye kırk damla düştü gözlerimin altına, gözyaşı diye;
ama terdi belki de.
Dudakları ıslatan tuzun yoğunluğundan seçilir mi hangisi olduğu,
düşündüm durdum o zaman, daha da düşünürüm.
Durmak zamanı değildi o zaman,
Yürüdüm, hatta yürür adım, koştum
En son ne zaman gözyaşımın tadına baktım,
Ne zaman alınterimin tuzuna vardım
Zaten evde bekleyen iki çocuğun
elleri açık sokaktaki veletlere.
Bir çikolat alıyorsun zar zor tutuşturuyorsun açık ellerine,
bulup buluşturup iki ediyorlar, yiyorlar mahallece.
Onlar da anasının çocukları, kızamıyorsun,
daha da seviyorsun, seviniyorsun üstüne.
Anası iki bardak bulgurdan pilav yapacak,
sebzesi yok,
komşu ister bir buçuğunu
-İstanbul’da bir buçuk mevsim zor-
bizim yarım bardak pilava kureyş okur da doyurur bizi yemekte.
Ah şu geçim davası,
boyadı ellerimizi nasırlara
Böyle süredursun,
şikayet etmenin sırası değildi zira
Hala da değil ha!
Bir büyüsün evlatlar,
hayatı onlara adadık ya
Eski teypte çalıp duracak
bir kaset alamadık on yıl boyunca,
Yollar yollara kavuşsun, yıllar yıllara
Yarın erişelim de bir hakkın divanına.
O zaman şikayet ederiz bizim veletleri
ancak yaradana.