8 Dakikalık Yürüyüş Yolunda Yarım Saniye Yaşamak

IMG_6944.JPG

Umut dolu bir günün akşamında yediğim yumruklarla birlikte yerdeyim. Kalkmak için çok uğraştım.

Kaldırımlardan aldığım yardımlarla şimdi ayaktayım. Suratımda bir yumrukla yürüyorum. Hangi kaldırım beni nereye götürecek bilmiyorum. Buraya nasıl geldim hatırlamıyorum. Hızlı adımlarla, başım önde yürüyorum. Nereye gitmek istediğimi bilmiyorum. Yol boyu küçük ayrıntılarla oyalanıyorum. Taşları sayıyorum. Çizgilere basmamaya çalışıyorum. Hangi figürlerin hangi aralıklarla takip ettiğini tespit ediyorum. Bazı ayrıntılar beni delirdiğime inandırıyor, bazıları bana mutluluk veriyor. Ama yine de korkuyorum. Galiba nereye gitmek istediğimi bilmeyişim buna sebep oluyor. Çok net bir şekilde korkuyorum, fazla belli etmeden yürüyorum. Kaldırımlardan iniyorum, karşıdan karşıya geçiyorum. O kaldırımların arasında yürüdüğüm sığ asfalt yoldan nefret ediyorum.

Yolun karşısında taşlar değişiyor. Çizgiler sıklaşıyor. Basmak zorunda kalıyorum. Her çizgiye basışımda biraz daha acıyla başparmağıma yükleniyorum. Ayak ucunda yürümekten hiç hoşlanmıyorum. Ama yine de o kaldırımdan inmiyorum. Çünkü asfalttan nefret ediyorum.

Kendi kendime konuşuyorum. Ellerimle, yürüdüğüm yollara, köşe başlarına insanlar çiziyorum. Bu hareketlerim beni deli olduğuma inandıramıyor. Daha somut deliller bulmaya çalışıyorum. Kaldırımların arasından başkaldıran otlarda deliller arıyorum, çok küçükler, göremiyorum. Asfaltta da olabilir! Göz ucuyla bakıyorum. Bulsam da asfalta inemem, asfalttan nefret ediyorum.

Aklıma gelen düşüncelerden kaçamıyorum ne yazık. Suratımdaki yumruğu kırık parke taşlarının arasına saklıyorum, sabah buradan tekrar yürüyeceğim, oraya bırakıyorum dönerken alırım. Umarım çalınmaz. Devam ediyorum. O yumruğa bağlandım, beni kendimden uzaklaştırdı. Hep böyle bir şey bekliyordum. Şimdi onu eve götüremem. Annemden korkuyorum.

Ayrıntılar konuşmaya başlıyor. Nereden geliyor sesleri? Taşlar “Dışarı basma!” diye bağırıyor, başta biraz ürküyorum. Ayağımın altından kırmızı bir çizgi geçiyor, yüzüme bakıp, “Benden kaçamazsın!” diyor. Ona pek aldırmıyorum, o kırmızı çizgi asfalta düşüyor. Sararıp yok oluyor. Ben kırmızı çizgiye üzülüyorum. Hayatları karartan, insanları birbirinden ayıran, o hain asfalttan nefret ediyorum.

İçimden biri konuşuyor. Duyuyorum. “Asfalta in” diyor. Nefret ettiğim şeylerle yüzleşmem gerektiğini söylüyor. Bendeki bu gerçekçi, problem çözen yanı pek sevmiyorum. Bana çok didaktik geliyor, didaktiklikten nefret ediyorum.

Kafamı tekrar öne eğiliyor. Ama bu sefer duruyorum. Sokağın ortasında aniden önüme çıkan bir teyzeye bağırıyorum. Poşetleri çok doldurmuşsun!

Galiba onları sevdiğimi anlayabiliyorlar. Durduğum yerde kendime hareket etmem gerektiği emrini veriyorum, bir kere bu emrimi yerine getirmesem ömrümce iflah olmam. Biliyorum. Yerine getiriyor, ben ve iç organlarım harekete geçiyorum.

Bana garip gelen şeyler insanlara da gerçekten garip geliyor mu acaba, bunu yıllardır merak ediyorum, kimseye de soramıyorum. Bazen çok gergin oluyorlar, insanları pek sevmiyorum. Ben bazen bazı tartışmalarda sinirleniyorum. Birden bağırıyorum mesela. Kendime kızıyorum, sinirleniyorum. Kendimle küsüyorum. Ama fazla sürmüyor yine kendime geliyorum.

Sonunda yürüdüğüm kaldırım bitiyor. Mecburen o nefret ettiğim asfalta inmek zorundayım. Bir rögar kapağının üzerine basıyorum, özür diliyorum. “Rica ederim” diye karşılık veriyor. İçten bir gülümsemeyle bu ince davranışı taktir ettiğini belirtir gibi. Samimiyet gördüğüm herkese yaptığım gibi yanına oturup onunla konuşuyorum. Her gün üzerine basan binlerce insanın onun farkında olmayışından yakınmaya başlıyor. Muhabbetten hiç hoşlanmıyor, yanından kalkıyorum. Dün rögardan nefret ediyordum, bugün asfalttan nefret ediyorum. Hızlıca yürümeye devam ediyorum.

Karşıma merdivenler çıkıyor. Uzun aralıkları, bozuk yükseklikleri, rastgele merdivenler. Başta buradan çıkmak isteyip istemediğimi düşünüyorum. Merdivenlerin önünde kendimle savaşıyorum. Bir yanım çıkma derken diğer yanım da onu destekliyor. Desteklediği için o yanımı savaşa dahil etmiyorum. İçimde cihan harbi yaşanıyor, kimse aldırmıyor. Bir ateşkes yapıyorum, belli bir süreliğine, çıkmaya karar veriyorum.

İlk adımımda kırmızı çizgi bağırıyor. “Kaçamazsın demiştim!” diyor. Bu sefer ürküyorum. Mehmet Güreli şarkılarından birkaç kelime hatırlıyorum. Onları içimden yüksek sesle söylemeye başlıyorum.

Bir basamak daha! Bu sefer taş, “Tamam artık boşluklara basabilirsin burası serbest bölge.” diyor. Burası neden serbest bölge diye soruyorum. “Yükseldiğin her yer sana serbest bölge” diyor. Bir kaldırım taşı beni yükselmeye yönlendiriyor. Sözlerini ikiletmiyorum. Hızlı hızlı birkaç merdiven çıkıyorum.

Kırmızı çizgi arkamdan bağırıyor. “Yetişemiyorum bekle” diyor. Merdivenin ortasında durup onu bekliyorum. Beraber çıktık yola onu yarı yolda bırakmak istemiyorum.

Kafamı kaldırıp sokak lambasına bakıyorum. Ona sarılmak için içten bir hamle yapıyorum. Kollarımın yetmeyeceğini fark edince çaktırmadan elime bir kumaş parçası geçiriyorum. Isınsın diye sarılma faslını uzun tutuyorum. Benden sonra ona kimse sarılmayacağını bildiğim için kumaş parçasını etrafına sarıyorum.

Merdivenin sonu asfalta çıkıyor. Asfalt bu sefer konuşmaya başlıyor. Ne bu nefretin sebebi diyor. Ben nefret ettiğim şeylere açıklama yapmaktan da nefret ediyorum. Oyuncağına göz dikilmiş çocuklar gibi kafamı çeviriyorum.

Bazen neden nefret ettiğimi nasıl nefret ettiğimi bilmiyorum. Bazen ne yaptığımı ne yapmak istediğimi bilmiyorum. Bazı öğretiler hiçbir işime yaramayacak. Ama yine de öğrenmek istiyorum. Belki de gündüzdür yaşadığımız, ben gece yaşanan hiçbir şeyin sebebini bilmiyorum.

Öğrenmeye çalışıyorum.

Sokağın başında seni görüyorum. Seni tanımıyorum.

Henüz bazı duyguları yaşamadığım için neye benzediğini kestiremiyorum.

Sevmek nedir bilmiyorum. Ama seni seviyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir