Alelade Bir Günün Akşamüstü

 

Silindikçe yazdığı hikayeler, kükrüyordu üzerine gelen düşüncelere, kaçırmaya çalışıyordu. Beyhude…

Bazen kağıtlara yazıyordu. Kaçtıklarından yazarak kurtulmaya çalışıyordu. Sanki bütün o düşünceleri ve anılarını kağıtlara döktüğünde onları o iki milimlik üç boyutlu demeye bin şahit ister nesnenin içine hapsetmiş gibi hissediyordu. Üçüncü şahıstan çıkmaya, kağıtların yüzünü yırtarak şahlanmaya, kas ve ete bürünerek kendi imkanlarıyla doğmaya çalışan bir tür savaşçı figürlere dönüşüyordu yazdıkları. Böyle zamanlarda ateş yakmaktan başka çaresi kalmıyordu. Büyük bir ateş sayılmazdı yaktığı, fakat yazdıklarını, kurtulmaya çalıştıklarını tutuşturabilsin yeterdi.

Her zamanki gibi bir günün akşamıydı, güneş batmış, işçiler evlerine dönmekteydi. Bunları bu saatte olan trafiğin birlikte getirdiği egzoz dumanlarıyla birlikte yükselen çığlıklara benzeyen kornalardan anlardı. Yüksek bir anıt mezardaydı sanki, ama evindeydi. Gün ışığının çokluğu mezarını ıssızlaştırıyor, seslerin dindiği sıralarda sıvası dökülmeye yüz tutmuş duvarlara bakıp düşünmekle geçirmeye başlıyordu geceyi. Uzun zamanlar geçirdi böyle, bir yere de varacağı yoktu belli ki. Düşünceleri buharlaşıyor, evinin duvarlarını ıslatıyor, ıslanan duvarlardan sıvalar düşmek için yalvarır gibi sesler çıkarıyordu.

Kapı çalındığı sırada odanın halısız yüzeyinde uzanmış, bir karıncanın yuvasına giden yolunu takip ediyordu. Karınca parkelerin arasından bir deliğe girip sıvışmışken zilin ısrarına dayanamayıp ayaklandı. Yarı çıplak vaziyette kapıyı açması abes kaçacağından sırtına koltukta epey uzun zamandır bekleyen siyah bir fanilayı geçirip kapıya yöneldi. Önündeki koridorun birkaç metresi onu zayıflatıyor, sanki kilometreler gibi uzuyordu. Yürüdü, kapıya vardığında bir klasik müzik bestesinin en can alıcı yerinden bir parçayı elektronik bir devreye hapsetmiş kutu tekrardan cırlamaya başladı. Patlama geliyorum manasına gelen bir şey fısıldadıysa da kapıdakinin bunu duymamasına belli belirsiz bir özen gösterdi.

Kapıyı açıp karşısında yönetici Sinem hanımla karşı karşıya kaldığında yüzünde bir şaşkınlık vardı. Sinem hanım çok önemli bir şey olmadığı sürece gördüğü bir insan değildi. Buraya taşındığı üç yıl içerisinde onu yalnızca birkaç kez görmüş olması bu düşünceye varmasına bir sebepti. Kapıda bekleyen kadın bir yandan elinde bir yangın tüpünü tutup sallıyor, bir yandan da karşıdaki komşuyla konuşuyordu. Sabırla bekledi kadının konuşmasını bitirmesini. Madem onunla konuşacaktın neden benim kapımı çaldın diye geçirdi içinden. Meraklı gözlerle kadına bakmaya devam etti. Kadın Zihni deyince ismine yabancılaşmış, ilkel bir ses çıkarmıştı. Sonradan yaptığı hatanın farkına vararak, efendim diye düzeltti çıkardığı sesin manasını. Sinem hanım apartmanda ilaçlama olacağını söylüyor, karıncaların her yanı sardığından bahsediyordu. Bu konuyla ilgili detaylı bilgiler veriyor, yapılacak ödemenin aidatlara etkisinden bahsediyordu. Zihni birkaç olumlama ve onay kelimesi sarf ettikten sonra kadın konuşmasını bitirip görüşürüz diyerek üst kata doğru merdivenleri çıkmaya başladı. Bu konuşmadan hemen sonra kapıyı kapatması gerekirdi, ama yapamadı. Gözü yerde inci gibi parlayan küçücük kırmızı bir şeye takıldı. Dört, beş saniyede sönen otomatik lamba söndüğünde kayboldu küçük inci. Umarsız bir el hareketiyle yeniden yaktı lambayı. Yerdeki parlayan cisme daha da yaklaşabilmek için yere doğru eğildi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir